ÖNCELİKLE yargı mı kendi içinde temizlik yapmalı, siyaset kurumu mu… Başbakan Erdoğan uluorta bu soruyu sorduktan sonra “Yargı” diye yanıt veriyor; sokaktaki vatandaş ise AKP’yi işaret ederek öncelikle “Siyaset” in pisliklerden temizlenmesini istiyor… İnsan bu durumda hangi söylemi önemser… Şaşırmanın âlemi yok; vatandaş “Siyaset kurumu” diyorsa temizlik önce siyasetten başlamalı; başlamalı ki “Temiz siyaset, temiz toplum” a doğru ilk adımlar atılsın…
Ergun KAFTANCI
Erdoğan, Savcı Zekeriya Öz’ü topun ağzına koyarak yargının kirli olduğunu söyledi. Davalık bir ifade; Başbakan’ın da ağzına yakışmadı. Kendi bakanlarıyla çocuklarının ve aile efradının güne düşen gölgelerini görmezden gelmek ayrı bir hata ve çirkinlik, o da şık olmadı. Yargıyı temizlenmeye davet eden insan, etrafında kümelenen kirli insanların gölgesini nasıl görmezden gelir ya da yok sayar… Ayakkabı kutuları, dizi dizi para kasaları, milyonlarca dolar, milyarlarca avro, para sayma makinesi, şüphelilerin birbirine yakınlığı, birlikte yeyip içmeleri, pahalı hediyeler, birlikte seyahatler, can ciğer kuzu sarması geceler, üzerine basılıp geçilecek ve yabana atılacak gölgeler değil ki!
Ne oldu; tuzak ya da komplo düzenleyenlerin üzerine gidildi mi?
Dış mihrakların kimler olduğu ve içimizdeki (!) uzantıları saptanabildi mi?
Bîçare bir siyasal erk var başımızda, onun absürt değerlendirmeleriyle kuşatılıp duruyoruz, gıkımız bile çıkmıyor
…………………………………….. Siyaset kurumu kirliliği ve ona koşut pişkinliği de kaldırmaz; öyle olan siyasetçinin filetosu çıkarılır, derisiyle gerisi çöpe atılır. * * * VEHİM insanı bitirir… 119 yaşına kadar yaşayan babaannem Saniye Hanım, nur içinde yatsın “İnsanları en ziyade kahreden vehimdir, vehim ömrü yer bitirir oğlum” derdi. Evham içinde yaşayan siyasetçileri görüyoruz. Rutubetten nem kapıyorlar, bir sözcükten türlü çeşitli anlam üreterek evhamlanıyorlar.
Darbeci dedikleri askerleri, yazarları, gazetecileri, bilim adamlarını içeri attılar, her Allah’ın günü ülkeyi sivil darbeyle bölme talimleri yapan teröristleri ve destekçilerini dışarı saldılar…
Hâlâ vehim içindeler:
-Ya darbe olursa…
Olmaz, darbeler dönemi bitti gitti… Yarın da İmralı’daki bebek katilini de “Karizmatik bir lider, siyaset yapabilir” gerekçesiyle serbest bırakırlar ama varlığı, omuzlarımızın en şerefli yüklerinden biri olan Engin Alan Paşamız‘ın cezaevindeki konukluğu sürer gider.
Evhamlı bir iktidar başımızda; bana rahmetli babaannem hâce Saniye Hatun, vehim içindeki insanların nasıl helâk olduklarını anlatmıştı da çocuk aklımla anlamamış, masal dinlemiş gibi olmuştum…
O gün masal sandığım o ifadelerin bugün ayrıntılarını görüyorum…
İşte AKP; günümüzün prototipi, evham konusunda emsalsiz bir rol model!
* * *
TERBİYESİZ, edepsiz, görgüsüz, mütecaviz ruhlu, ağzı bozuk olanlar siyaset yapmasın. Böyle olup da siyasal hayatta kalmaya çalışanları da halk artık seçmemeyi öğrensin…
Dış dünyada beş kuruşluk itibarımız vardı, onu da parlamentoda döğüşerek yediler bitirdiler…
Meclisimizi, geri kalmış ülkelerin, ya da ne ellerine ne dillerine egemen olabilen Uzakdoğu’daki kabile devletlerin parlamentolarına benzettiler.
Anayasaya aykırı hükümleri onaylatmak isteyen boyama kafaların, göz göre göre ülkeyi demokrasi dışı rejimlere taşıma gayreti, siyaset yapmak üzere seçtiğimiz insanları iyi tanımamız gereğini ortaya çıkardı…
“Biz antidemokratik hükümleri kabul ettirelim de Anayasa Mahkemesi iptal etsin “ diye düşünüyorlar. Böylece zaman kazanacaklar, mahdumlarla kerime hanımları yargıdan kaçırmış olacaklar…
Bu arada da “Mağduruz” çığlıklarıyla mazlum rolü aynayacaklar…
Oysa dünya yaratıldığından beri zalimin, sınırı geçerek zulmü geride bıraktığı ve mazlum haline geldiği görülmedi ki!
Meclis Komisyonu’unda cereyan eden kavgadan seçmen yurttaş olarak utandım ve tarafları bağışlamadım. MHP’nin bu komisyona neden uzak durduğu ve yeniden yargılama konusuna neden karşı tavır koyduğu daha iyi anlaşılmış olmalı…
İktidara ve ana muhalefete mensup olanların asıl amacının suçsuz yere yatan komutanların çıkmasını sağlayarak oy toplamak olduğu anlaşılıyor. Mağdur ettikleri şerefli askerlerin üzerinden siyaset yapacak, sonra da bir araya gelip birbirlerini didikleyecekler…
Böylece de yan yana “Türkiye’yi ileri demokrasiyle yönetiyoruz” moduna yatmış olacaklar…
Hem AKP’nin, hem CHP’nin frekans ortaklığını görüyor musunuz!
……………………………………..
Komisyondaki kavganın mimarı AKP’li Zeyid Aslan…
Tokat Milletvekili…
Ağzı bozuk ve taşkınlık yapabilen ruha sahip bir siyasetçi; hem ağzı bozuk, hem niyeti…
Tokatlı seçmenler herhalde bir daha Aslan’ı seçmeyecektir.
Parlamento ve komisyonlar güreş minderi ya da boks ringi değildir; küfür ve argo için mümbit ortam hiç değil. Bunu sadece Zeyid efendi değil bütün zeyidler ve yezitler öğrenmelidir!..
DERKENAR- Zeyd, Arapça zâde fiilinin mastarından yapılmış bir sözcüktür. Sözcük artan, çoğalan, ilave edilen ve fazla olmak gibi anlamlara geliyor. İnsan bu olaydan sonra beyefendinin parlamentoya fazla geldiğini düşünüyor. Türkçe imla ve fonetik kurallarına göre vekil beyin adını Zeyit olarak yazması lazım. Ama adı geçen vekil, sanki Arapmış gibi, adını Zeyid diye yazarak kullanıyor.
* * *
YALAN makinesini bakan yapmışlar…
İlk sözü “Ben bakanım” demek olmuş…
“Git işine” demişler, “Yalan söylüyorsun”
………………………..
Aynı makineye sormuşlar:
-Peki ne bakanısın?
Cevap vermiş:
-Adalet Bakanı….
Etrafındakiler kızmış, biri iyice köpürmüş:
-Hadi be salak, adaletin olmadığı yerde bakanı mı olur!
Bir Amerikan fıkrasını okudunuz değerli okurlar!
* * *
BİNALİ Bey’in bacanağı serbest bırakıldı; adının karıştığı dolandırıcılık çetesinde şureka olan diğer isimler tutuklandı…
Hazret yargıya dua etsin…
Ya yargı bağımlı olsaydı…
Mesela cemaate…
Bacanak şimdi içerdeydi…
* * *
TEK tip internet…
Bu demektir ki sanal iletişim ve sosyal medya da kontrol altında tutulacak…
O işi de TİB yapacak…
Ahalinin telefonlarını dinlemeleri, kafalarına göre fişleme yapmaları, oraya buraya böcek yerleştirmeleri, gizli kamera koymaları, CD üretmeleri yetmedi, şimdi de faşistliğin daniskası işlerden sayılacak internet takibine yöneliyorlar…
Abdülhamit dönemini didiklesinler bakalım; uyguladığı başka modeller varsa onları da hayata geçirsinler. Hitler’in ve Stalin’in dönemlerine göz atmayı da ihmal etmesinler… Mussolini, Salazar, Pinochet sağ olsalardı halkı nasıl takip ettirirlerdi, ayrıntılarıyla öğrensinler…
Lazım olabilir!
Hiç olmazsa AKP’ye oy veren yurttaşlar da jurnalciliğin kendilerine dahi musallat olduğunu görür ve belki akıllarını başlarına toplar…