“12 Eylül İşkencesinde Ülkücü Bir Gazetecinin Dramı” kitabımın asıl metinlerini bu sütunlardan hatırlıyorsunuz. Öyle kitap filân olacak hali olmadığı gibi, bu mesele üzerine lâf etmeye bile âdeta iğreniyordum. Sonra öyle “Hatıra” desek bile benim böyle şeyler yazacak hâlim olmadığı gibi olsa da pek erken.. Çünkü daha yaşamak istiyorum; verimli çalışmalar bırakmak azmindeyim. Daha evvel de yazmıştım: 12 Eylül yıldönümünde sağ olsun beni hatırlayan dostlarım bir TV programı yapmamızı teklif eylediler de, karşıma bir “Örgütçü” çıkarmak istediler; ben de bir “İşkenceci” arzu ettim de bulamadılar. Sonra bir TV’de, bir imamın karısı 12 Eylül’de gözaltı dolayısıyla 4 gün kocasından ayrı kalmış da mağdur olmuş teranelerini anlatınca asabım bozuldu ve 7 gün “12 Eylül” yazılarını yazdım. Pek kıymetli Ağabeyimiz Erol Kılınç’a okuttum da “Bunlar tarihi belge hükmündedir” deyince kitapçık ortaya çıktı. Yoksa alışılagelmiş kitaplarımdaki ne üslup, ne de tarz ve ne de bu derece “Politize” olmak benim yazı dünyamda pek yok. Niyetim seçim üzeri biraz da “Bizim Ocak”a faydamız olsun dedim. Çukurova Kitap Fuarı’nda gördüm ki iyi de etmişiz.100 sayfa bile yok indirimli fiyatı 4,5 lira. Ama sırılsıklam ve buram buram ülkücülük.
Ben Fuar’da izliyorum. Genç ülkücüler imza için sırada.. Pek duygulandım. Hâlbuki benim kitaplarım âdeta” kişiye özel” olduğu için ağır gider. Lâkin yaşı biraz daha büyük olan gönüldaşlarımız hepsini birden alıyor. Ne büyük coşku.. Bugün ve yarın da öyle olacağa benziyor. 5 gündür piyasada olduğu halde tepkiler de gelmeye başladı: Efendim “İçeridekilerin” eğitimsiz olduklarını, bu kadar ortaya dökmeye gerek var mıydı? diyorlar..
Ayrıca tenkit olarak bazı isimleri kendi adları ile ortaya koymak, bazıları için de kahramanlar yaratmak ne kadar doğrudur? Ardından “Daha okuyup bitirmedim ama…” sözleri.. Bu ilk eleştiriler Ankara’dan âlimlere ait.. Tabii ben de aydınlanıyorum.. Ama gerçekten beklediklerim yeni ve genç ülkücüler.. Acaba onlara ne derece nüfuz edilebilmiş? Yoksa allameyi cihan da olsa benim gibi eskileri pek iyi tanırım.. Nedense hep her şeye karşı yaratılmışız!
Bir kere“12 Eylül İşkencesinde Ülkücü Bir Gazetecinin Dramı” kitapçığındaki satırlarda belki aşırı derecede duygusallık var ama bir kelime bile abartı yok. Bunlar benim kişisel tespitlerim. Zaten duyduklarımı ve düşündüklerimi değil bizzat şahit olduğum olayları dosdoğru yazdım. Öyle hatıralardaki abartılardan da söz edemezsiniz.. Yani sırf bir “Hoyrat” bilgisi yüzünden sol görüşlü genç, TKP’li Hoca’yı döğüyorsa, ülkücü milliyetçiliği tarif edemiyorsa, bunların ifadesi ne zamandan beri yanlış oluyor? Hani ülkücülük bir “Anadolu” hareketiydi? Sonra şunu unutmayın “12 Eylül” 1968 ve 1978 ülkücülerinin ilk imtihanıydı.. Yani şimdiler bundan hiç mi ders çıkarmayacağız? %30’larda olan hakkını bilmem kimlere kaptıran milliyet âşıkları kendine gelmesin mi? Yine şuraya veya buraya gitsinler mi?
Âcizane kişilik yapmadan bana yakışır biçimde dosdoğruları yazdım. Belki bir yol açtım. Herkes bildiğini, gördüğünü, tecrübelerini ortaya koysun. ”12 Eylül”ün dışına bir satır taşırmamaya gayret ettim. Alacağımız derslerin en önemlisi bir daha böyle kazılmış çukurlara düşmemek. Ve bilhassa ırkının intikamını alırcasına ayaklarımızın altına sopa vuran kişiliksiz sarhoşları teşhir etmek. Gerçekten birer Anadolu çocuğu olan sahipsiz, gömleksiz, donsuz yavruların mağduriyetlerini ortaya koymak. Yoksa iki ihtiyarın yargılanması beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor! Cehennemin dibine kadar gitsinler! Sopacıları istiyorum sopacıları! Daha ayaklarımdaki ip izleri duruyor!
“12 Eylül İşkencesinde Ülkücü Bir Gazetecinin Dramı” kitapçığı hiç kimsenin yazacaklarına engel değildir. Hele hele adı-sanı kaybolmuş o şehitlere, yani denge için ipe gidenlere söylenecek hiçbir şey yoktur. İşte geldik işte gideceğiz.. Baki kalan ne var bu dünyada.. Şimdiye çoktan da gitmiş olabilirdik. Nasibimiz varmış ki bu günleri gördük.. Tabii ki yeri geldiğinde her şeyi yazacağız.
Kalın sağlıcakla..