
Ali BADEMCİ
Vay efendim son iki yazıma ne büyük ilgi.. Bakınız, yorumlar yazıyı katlamış. Özelden yazanları ve arayanları hiç sözkonusu etmiyorum. Şunu anlıyorum ki “Ülkücülük” artık kemâle ermiştir. Hiç anlamadığım “Fesbuk” ayarlarından “Tâkip et” butununu ta Almanya’dan, hem de gece yarıları “Aç” diyenlerden, sinirlenmeden ve dengeyi bozmadan tartışmaya susayanlara kadar büyük bir alâka.. Çok büyük ümitlere kapıldım doğrusu.. Demek çok doğru yolda yürüyormuşuz. Dolâyısiyle telefonla beni ağır tenkid ve hatta tehdit eden yakın dostlarıma iyi bir ders olsun. Artık ülkücüye hiç yakıştıramadığım doğru karşısında dikleşmeyi eğilme olarak görüyor ve bahtiyar oluyorum.
Allahaşkına biz şahıslar olarak neyi ifâde ederiz. İşte kırk yıldır karınca gibi seyr-ü seferdeyiz. Bizden olmayanlar geldi ve gitti.. Ermeni avı, mafya temizliği gibi en pis işlerini bizimkilere ihâle edip ondan sonra da zindanlara doldurmadılar mı? Benim gibi suçu sadece düşünmekten ibaret olan ülkücüler tabutluktan da ağır işkencelere tabi tutulurken 12 Eylülcüler ile işbirliği yapma hovardalığı yapmanın ne faydası görülmüştür. Sonra bu düşünce suçu sadece sola mı mahsusdur ? Tarhe not düşmek için ”12 Eylülde Ülkücü Bir Gazetecinin Dramı” kitapçığımda bunları açık seçik yazdım. O günlerde kullanmak isteyenlerin bini bir para idi; âdeta tutanın elinde kalmıştık. Yani unuttuk mu günleri! Şimdi iki ihtiyar cuntacı yargılanıyormuş.. Vallahi kusura bakmayın bunlar beni hiç ilgilendirmiyor. Onun için müdahil de olmadım. Para vereceklermiş! Tazminat kabilinden.. Başlarında paralansın. Sonra yani mahkum olurlarsa ne olacak? Hani içip-içip ırkının intikamını alırcasına ayaklarımızın altına soba vuran devşirme zâlimleri! Nerede “Nerden çıkardınız bu Türkeş’i” diyen zavalıllar..
İşte Türkeş de gitti. Mahkemeyi Kübra’da bizi bekliyor.. Mutlak uğradığı ve şahsında çektiğimiz ızdıraplara şehâdet edecektir.. Nice şüheda ile birlikte Muhsin de orada.. Yarın olmasa birgün biz de orada olacağız. Ne hükmü var bedenlerimizin? İşte geldik, aha gidiyoruz.. “Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sa; Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş”.. Var mı başka bir şey.. Kaprisler, bağırıp- çağırmalar, küfürler, sinirler, intiharlar.. Neden önemsiz de ille de “Şehadet”.. Çünkü başka bağlayıcı bir şey yok. Yıllar sonra torunlarımız bizim için neler yazacaklar ? İşte 1980 öncesinin fikri jenoside tabi tutulan ülkücüleri sadece ve sadece bunu düşünmelidir. ”Osmanlı ilk harbe girmeseydi Ruslar açık denizlere inecekti” fikir doğru ise ülkücüler olmasaydı Sovyetler çoktan Hicaz’a dayanmıştı. Böyle bir işgâle karşı İngilizler’in elindeki Afganistan-İran-Hindistan gibi İslâm dünyası nasıl dayanacaktı? İşte masum komünizm böylece İslâm dünyasını tapulayacaktı..
Beyler! Bırakın boş işlerle uğraşmayı. Meseleleri şahıs seviyesine indirmeyi.. Hatta belki ayıp olacak ama “Şahsiyetçilik” yapmayı. Kendinizi daha yukarılarda görmelisiniz. 1980’den sonra bile her ihanet sizlerin dahli ile önlenmiştir.. İsterseniz Tansu’ya, Mesud’a sorun ! Şimdi de hesap veriyorlar.. Şu günlerde bile Arap saçına dönen ihânet çemberinin sizlere ihtiyacı var.. Biraz bölerek, azıcık parçalayarak, bir miktar da kandırarak yine öne çekecekler. Bunları görmemek için kör olmak lâzım. Bölünmez, parçalanmaz, birbirinizden ayrılmazsanız; %20’yi çok aşar, CHP’nin önüne geçersiniz.. İşte o zaman hesap bozulur.. Şu veya bu sebeblerle ağır ülke ve devlet meselelerini gereksiz mecralara çekerseniz bir daha yanılmış ve hatta oyuna gelmiş olursunuz. Bırakın boş ilerle uğraşmayı da partinizle, fikirlerinizle, düşünceleriniz ve kişiliklerinizle seçim almaya bakın, seçim !
Efendim Mansur mu, Gökçek mi diye israrla soruyorlar.. İlk seçim kazandığında hani Melih Gökçek de ülkücüydü. Hikmeti kendinden menkul böyle bir yalana önce kendinizi sonra herkesi inandırdınız.. Dolayısiyle sizin mübarek oylarınızla AKP iktidara taşındı; şimdi de sökemiyorsunuz.. İlle de soru sormaya devam ederseniz tabii ki Mansur, ama ne olacak? Melih’in gitmesi belki bir zaferdir ama Mansur’un gelmesi öyle mi? Kendi partinizin bu durum karşısında hezimeti kanınıza dokunmayacak mı? Yok efendim “Onu genel merkez düşünsün” diyorsanız yine yanlış yoldasınız. Farzedelim ki genel merkez düşünemiyor.. yani “İmam” için namazı mı bırakalım! Bir kere “İmam”a uymak sanırım farzdır. Burada “İmam” mefhumunu çok geniş anlamda, mesela savaşta “Komutan”olarak da görmek zorundasınız. Şahıslara ancak muadili kişiler istediğini söyleyebiliri. Lâkin “Ordu”yu ihânetle suçlayabilir miyiz? Bakınız! Nereden alırsanız alın ülkücünün başka partiye ve adaylara oy vermesi, işaret etmesi, yönlendirme yapması kökünden sakattır. Orduda savaş aleyhtarlığı gibi bir şey.. Yani bozgunculuk.. Başka anlamı var mı?
Şöyle bir zihninizin en temiz ve boş olduğu sabah namazına oturduğunuzu düşünün.. Ama iyice düşünün.. Hangi sonuca varacaksınız.. Bir tarafta 40 yıldan beri aynı cephede mücadele ettiğiniz insanlar bir tarafta altısı birden kalbinize batacak yeni CHP okları.. İkinci şekli mi tercih edeceksiniz? Peki gönlünüz rahat olacak mı? Ruzi mahşerde şühedanın yüzüne nasıl bakacaksınız? Âcizane ben bugün sabah namazında bunları düşündüm ve irkildim! Mahkmeyi Kübra’da birilerinin karşısında utandım ne söyliyeceğimi bulamadım.. Çünkü orada yalan yasak.. Mutlak doğru söylemek gerekiyor! Zaten yalanı da bulamayız ki.. Çünkü hep doğru olmayı, dik durmayı, her ortamda fikirlerimizi ap-açık söylemeyi öğrenmişizdir.. Üstelik bunu Pehlivanlıoğlu şahsında idam sehpalarında da bugünkü Başbakanı kızkandırırcasına ispat etmişiz.
Dünkü yazıda Mansur yerine Hatay’ın “Savaş”ını koyabilir miyiz diye dostlarımız soruyor! Tabii ki koyabiliriz.. Sözümüz şahıslara değil.. Kaldı ki Hatay’da delikanlı, özü-sözü bir, bir adayımız var.. Mete Aslan.. Yıllarca İskendrun’un aslanı.. Sokaklarına hâkim olmuş belki de en kahraman adam.. Sağlıcakla.. Kusur ettiysek affola..