-8. Bölüm-
İltizam Sistemine Geçiş
Tımar sisteminin bozulmasından kaynaklanan vergi kaybını önlemek için vergi toplama işi mültezimlere bırakılmış. Bu da birçok sipahinin dirliğini kaybetmesine yol açmış.
Başta sipahiler olmak üzere hoşnut olmayan geniş bir halk kesiminin ortaya çıkması ise celali isyanlarını tetiklemiş.
Sonuç olarak; köylü topraktan kopmuş, toprak işlenmez hale gelerek de vergi kaynağı olmaktan çıkmış.
Ayanların Ortaya Çıkışı
Önceleri; iltizamın verilmesinde seçici davranılmış, iltizamlar beylerbeyi-sancak beyi-vali v.b Enderun kökenli yöneticilere verilmiş. Ancak; daha sonra, “ortaya koydukları yüksek performans dikkate alınarak” bölgenin önde gelen bey ve ağalarına da verilmeye başlanmış. Bu da; zaman içinde, “güçlenerek başına buyruk, despot bir hale gelen” ayanların ortaya çıkışına yol açmış. Haliyle merkezi yönetim de etkinliğini hızla kaybetmiş.
İç Borçlanma
Osmanlı maliyesi; ilk olarak, 1683’te “ kaybedilen topraklar ve savaş tazminatları sonucu” iç borçlanmaya (İmdad-ı seferiye) başvurmuş, borçlanma 1775’ten itibaren de “Esham” uygulaması ile sürekli bir hale gelmiş.
Osmanlı maliyesi; “Esham” usulü ile mukaataların yıllık karlarını paylara ayırarak peşin para karşılığında halka satmış. Ancak; pay devrinin, vergi nedeni ile kar sağlamaması, bunu zaman içinde cazip olmaktan çıkarmış.
Galata Bankerleri
Osmanlı maliyesi; XIX. yüzyıla kadar, iç borçlanmanın büyük bir kısmını Para Vakıfları ve mültezimlerden yapmış. Bundan sonra da “Galata Bankerleri” öne çıkmış.
Hal böyle olmakla birlikte, Osmanlı Devleti’nde; bankacılık hizmetlerini, asırlarca sarraf adı verilen “Levanten kökenli, Galata bankerleri” üstlenmiş.
Öyle ki Osmanlı’da; sarayın, beylerbeyinin, valilerin, kısacası devlet erkânının bir sarrafı vardı. Sarraflar; bunlara, sadece kasa hizmeti vermekle kalmamış, bunların tüm alacak, verecek işleri ile de ilgilenmiş.
Sarraflar; zaman içinde, devletin mali işlerine de el atmış, bir nev’i devlet bankası görevini üstlenmiş. Örneğin; Sultan III. Mustafa döneminde, Hazine-i Hassa ve Darphane sarraflığı iltizamı, Ermeni kökenli Duzoğulları ailesine verilmiş, ailenin buradaki yönetimi de yaklaşık 100 yıl sürmüş.
Önceleri Levantenlerden oluşan Galata bankerlerine daha sonra Yahudi-Rum ve Ermeni bankerler de dâhil olmuş.
Levanten kökenli; Loranda Tubini, Korpu, Baltazzi, Stefanoviç, Shilizzi, Negroponte, Coronio, Alberti, Yahudi kökenli; Kamondo ve Fernandez, Rum kökenli; Ogenidi Mavrogordato, Zarifi, Zafiropulo ve Lasto, Ermeni kökenli; Köçeoğlu ve Mısıroğlu ise o dönemin tanınmış bankerleridir.
Merkezi Mali Yönetim ve Denetimi Güçlendirme Çabaları
Sultan II. Mahmut; başlangıçta, “Sened-i İttifak” ile resmi olarak ayanların bölgesel otoritesini kabul etmiş. Ancak; daha sonra, bunları bir, bir ortadan kaldırarak, merkezi yönetimin otoritesini sağlamaya çalışmış.
Tüm çaba ve gayretine rağmen, Kavalalı Mehmet Ali Paşa gibi bir beylerbeyi ile Karaosmanoğlu ve Çapanoğlu gibi bazı beylerin yerel otoritesine son verememiş.
Eyalet sisteminden, merkezi yönetime geçişe paralel olarak, merkezi mali yönetim ve denetimi güçlendirmeyi hedeflemiş. Bu amaçla, tımar sistemini kaldırarak; tımar arazilerini hazineye mal etmiş, Evkaf Müdürlüğünü kurarak; dini vakıfların varlık ve gelirlerine el koymuş, başta şeyhülislam olmak üzere din görevlilerini maaşa bağlamış, maarif ve adalet bakanlıklarını tesis ederek de ulemanın gücünü kırmış.
Ekonomik ve Mali Çöküşün Başlangıcı
1838’de, Osmanlı Devleti’nin; İngiltere ile yapmış olduğu ve tarihte “Baltalimanı Antlaşması” olarak geçen serbest ticaret antlaşması, Osmanlı’nın ekonomik ve mali açıdan çöküşünün miladı oldu.
Niçin?
Osmanlı Devleti’nde; ilk kapitülasyon, Fatih Sultan Mehmet döneminde “İstanbul’un fethinden sonra” Venedik ve Ceneviz’e verilmiş.
Fatih Sultan Mehmet, bu imtiyaz ile İpek ve Baharat yolu ticaretini canlı tutmaya çalışmış.
İkinci kapitülasyon ise; Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Fransa’ya verilmiş.
Kanuni Sultan Süleyman, bu ticari ayrıcalık ile de Fransa ve Almanya’nın siyasi bir birlik oluşturmasını engellemeye çalışmış.
Fransa’ya verilen kapitülasyonlar; her ne kadar, antlaşmaya imza koyan hükümdarların ömrü ile sınırlı ise de, daha sonra 5 kere yenilenmiş. Sultan I. Mahmut döneminden itibaren de sürekli bir hale gelmiş.
Kontrollü Ekonomi
Her ne kadar kapitülasyonlar ile belirli ülke tacirlerine bir takım ticari ayrıcalıklar tanınmış ise de ithalat-ihracat ve iç piyasa bunların insafına bırakılmamış.
Uygulamada; bu hakka sahip ülkelerden ithal edilen mallara, % 3 gibi düşük bir gümrük vergisi uygulanmış. Yerli ithalatçılar; bu vergiyi öderken, yabancı ithalatçılar ise bundan muaf tutulmuş. Ancak; yabancılar, Osmanlı topraklarına soktukları malları, yed-i vahit (tekel) denilen belirli kişilere satmak zorundaydı, yurtiçi piyasaya girip alım-satım yapmaları yasaktı.
Hububat-pamuk-ipek-yün vb. o gün için önem arz eden ve sanayi için gerekli hammaddelerin ihracı izne bağlıydı. Bunların alım-satımı sadece yed-i vahit denilen tekeller tarafından yapılıyordu. Bunun dışında bir malın bir şehirden diğer bir şehre girişi de vergiye tabiydi.
Kontrollü Ekonomiden Serbest Ekonomiye Geçiş
Yabancılar; “ülkelerindeki güçlü gümrük duvarlarını görmeksizin” Osmanlı Devleti’ndeki iç kontrol sistemini sürekli eleştiri konusu yapmış.
1838 Baltalimanı Antlaşması ile iç kontrol mekanizmasına ilişkin tüm sınırlamalar ortadan kaldırılmış.
İngilizler; gümrük vergisi ödemeden, % 5 vergi ödeyerek yurtiçi piyasaya girerken, yerli tüccar % 12 vergi ödemek zorunda kalmış. Bu ticari ayrıcalık; daha sonra, diğer yabancılara da tanınmış.
Dokuma Sanayinin Çöküşü
İthalat-ihracat ve iç piyasanın yabancılara serbest bırakılması, ihracatta; kumaşın yerini, önce iplik, daha sonra da pamuk-koza-yün-tiftik gibi hammaddelerin almasına, nihayetinde de dokuma sanayinin çökmesine yol açmış.
Üretim ve Ticaretin Vergi Kaynağı Olmaktan Çıkışı
Dokuma sanayinin çöküşü, yabancıların iç ve dış ticarette etkin bir konuma gelmesi, topraktan sonra üretim ve ticareti de vergi kaynağı olmaktan çıkarmış. Haliyle, Osmanlı maliyesinin; borçlanma dışında, başka bir çıkış yolu da kalmamış.
Merkezi Mali Yönetim ve Denetim Reformu
Tanzimat’ın ilanına kadar, ülkede; doğru düzgün işleyen, bir merkezi mali yönetim ve denetim mekanizması yoktu.
Maliye nazırı unvanını taşıyan baş defterdar, sadece merkezi hükümete aktarılan gelirleri ve yapılan harcamaları bilen bir kişiden başka biri değildi. Ülke çapında gelir ve giderleri yöneten ve denetleyen bir mekanizma yoktu. Bu da modası geçmiş, iltizam sistemi ile doldurulmaya çalışılıyordu.
Tanzimat ile de merkezi bir mali yönetim ve denetim mekanizması inşa edilemedi, sadece iltizam sisteminde bir takım değişikliğe gidilmekle yetinildi.
Öyle ki bundan böyle iltizam işleri valilere ve diğer yöneticilere yasaklandı, iltizama konu olan kalem ve miktarlar sınırlanarak da mültezim zümresinin gücü azaltıldı. Bu sefer de aşar mültezimi denen, köylüyü ezen, görgüsüz ve aç bir taşra mütegallibesi türedi.
Mali Yönetime Galata Bankerlerinin El Atması
1842’de Irganyan, Uzun Artinoğlu, Gelgeloğlu, Bogos, Tıngıroğlu gibi tanınmış sarraflar; Anadolu ve Rumeli kumpanyalarını kurmuş, devlet gelirlerini toplayıp, devlet adına ödemeler yapmış.
Gümrük geliri ise yıllarca Cezairoğlu Mıgırdıç adında bir sarrafa iltizam edilmiş.
Para Reformu
Osmanlı para biriminin sık-sık değer kaybetmesi; iç ve dış ticareti olumsuz yönde etkilerken, Osmanlı maliyesinin borç bulmasını zorlaştırmış, yabancı para birimlerinin tedavülünü de cazip hale getirmiş. Bu da Osmanlı para biriminin değerinin korunması için bir takım tedbirlerin alınmasını gerekli kılmış.
1844’te, Osmanlı para biriminin değerini korumak için altın ve gümüşe dayalı lira-kuruş uygulamasına geçilmiş. Bunun için devlet bankası gibi çalışacak bir bankaya ihtiyaç duyulmuş. Alleon ve Baltazzi adlı iki Galatalı banker tarafından kurulan Bank-ı Dersaadet (Bank de Constantinople) adlı banka da bu görevi üstlenmiş.
Bank-ı Dersaadet (Bank de Constantinople); daha ziyade dış ticaret alanında faaliyet gösteren, önemli bir kuruluş sermayesi olmayan, ortaklarının ticari itibarından kaynaklanan bir güce sahip olan bir banka özelliğindeydi. Bunun için bekleneni veremedi, hükümetin kullandığı kredileri ödememesi ve banknot paranın değer kaybetmesi ile de “1854’te” faaliyetine son verdi.
İthalatın Patlaması ve İkiz Açık
1844’e gelinceye kadar; Osmanlı Devleti’nin, önemli bir bütçe açığı yoktu. Bundan sonra ithalatın patlaması ile hem iç, hem de dış ödemeler bilançosunda önemli açıklar vermeye başladı. Bu açıklar, önce Galata bankerleri, 1850’den itibaren de faizin cazibesine kapılan yabancılar tarafından karşılandı.
Dış Borçlanma
1854’te, Kırım Savaşı’nın da etkisi ile bütçe açığı, toplam gelirlerin % 25’i olan 5.000.000 altın liraya kadar yükselmiş. Bu da dış borçlanmayı gerekli kılmış.
Osmanlı, ilk dış borçlanmasını; 5.000.000 altın lira karşılığında, Palmer-İngiliz ile Goldschmid-Fransız firmalarından, temin ettiği 15 yıl vadeli, yıllık 300.000 liralık Mısır vilayeti cizye vergisi temlik garantili kredi ile yapmış.
Borçlanma ile İşin Kolayına Kaçma
Osmanlı, 1855’te; 5.000.000 sterlinlik, ikinci bir dış borçlanmaya başvurmuş. Bu sefer de İzmir ve Suriye gümrük vergilerini temlik etmiş. Bunun yanı sıra, iç piyasa sermaye çevrelerine verdiği güvence sonucu; “Esham-ı Cedide” adı ile tahvil, “Tahvilat-ı Mümtaze” adı ile de hazine bonosu ihraç ederek iç borçlanmaya gitmiş. Bunu; 1858, dış borçlanması takip etmiş.
İç Borçları Döndürmede Sıkıntı Çekilmesi
1858’de; iç borçlar, 18.000.000 altın liraya kadar yükselmiş. İç borç ödemelerinde sıkıntı yaşanmaya başlanmış. Dış sermaye piyasalarında bir tedirginliğe yol açmamak için de İngiltere hükümetinden mali destek istenmiş. Tabii ki mali destek yerine tavsiye alınmış.
İngiltere hükümeti; Osmanlı’dan, toprak satışına gitmesini, gayrimenkul karşılığı borçlanmasını, vakıfları tasfiye etmesini, uluslararası mali denetimi de kabul etmesini istemiş.
Osmanlı; toprak güvenliğini tehdit eden bu isteği düşünmeksizin reddetmiş, mali krizi de Fransız sermaye piyasasından sağladığı krediler ile atlatmış.
Osmanlı Bankası’nın Kuruluşu
Mayıs 1856’da; Osmanlı dış ticaretinde başat unsur olan İngiltere, Osmanlı bankacılığını örgütlemek amacı ile bir bankanın kurulmasını kararlaştırmış. Buna; daha sonra, Fransa’da iştirak etmiş.
1863’te, Bank-ı Osmani-i Şahane unvanı altında, dış ticaret alanında faaliyete geçen bu İngiliz-Fransız bankası, zaman içinde üstlendiği görevler sonucu Osmanlı’nın bir devlet bankasına dönüşmüş.
Bank-ı Osmani-i Şahane; Galata bankerlerinde rahatsızlığa neden olurken, borç taksitlerini ödemede sorun yaşayan Osmanlı Devleti’ni de bir süre için iflastan kurtarmış.
Osmanlı Maliyesinde Bütçe Uygulamasına Geçiş
Osmanlı maliyesinde; 1863’e kadar, doğru dürüst bir bütçe planlaması yoktu, bundan böyle tahmini gelir ve harcamaları içeren ayrıntılı bütçe uygulamasına geçildi.
Ramazan Kararnamesi
1874’e gelindiğinde; 20 yıl içinde, 15 kez dış kredi temin edilmiş, 239 milyon liralık borçlanmaya karşılık, 127 milyon liralık kaynak sağlanmış. Aradaki fark ise faiz-komisyon ve masraf kesintisine gitmiş.
1875 bütçesi; 25 milyon liralık gelire karşılık, 30 milyon liralık bir iç ve-dış borç taksit ödemesini içeriyormuş. Bunun dışında bütçe açığı nedeni ile de 5 milyon liralık ilave bir kaynağa ihtiyaç duyulmuş. Yeni borç almaktansa borç taksitlerinin yarısının ödenmesi düşünülmüş.
6.Ekim 1875’te yayınlanan Ramazan Kararnamesi ile borç ödemeleri yeni bir ödeme planına bağlanmış, yarısının 5, yarısının da 10 yılda, yıllık taksitler halinde ödeneceği taahhüt edilmiş. Bu kararname; 30 Ekim 1875 tarihinde “Ramazan Kanunnamesi” ile de tasdik olunmuş.
Hükümet; taahhüdüne rağmen 1876 yılı borç taksitini ödeyememiş, bundan sonra da borç ödemesini tamamen durdurmuş. Haliyle iç ve dış sermaye piyasaları karışmış, banka iflasları ile intiharlar vuku bulmuş.
(Devam Edecek)