Son 200 yıllık Türk tarihi, Türkoloji ve Türk düşüncesi çalışmalarında, özellikle Avrupa tarih literatüründe, “Türkmen Kanun Tanımaz” tespiti yapılmıştır. Umumi bir eğilim olarak, Arap ve Fars kaynaklarında da böyle bir israrlı eğilim vardır. Sanki Orhun Yazıtları da, Türklerin genetiğinde böyle bir hususun varlığını teyit eder. Sanıyorum devlet yapılarımızda da, iyice tahlil edersek hep yabancılara yer verilmesi; ”Bozkır Kültürü”nün yetersizliğinden değil, bu hususun şuur altındaki izlerinden kaynaklanmaktadır.
Türk hakimiyet anlayışının genişleyerek devasa boyutlara eriştiği Selçuklu imparatorluk yıllarında, böyle bir ötekileştirmeye yakından şahit olmaktayız. Sırf bu sebeplerle 1153 yılında son Selçuklu Sultan Sencer’e karşı “Türkmen İsyanı”nı iyi tahlil etmek gerekiyor. Türkmenlerin, vaki olaylarda dikleşerek Sencer’i birkaç ay esir tutmaları ve ölümüne sebep olunması hadiselerini, hiç de çağın ekonomik görüşleri ile izah edemeyiz. Çünkü vaki hadiseler bu sebeplerle başlamamış ve daha olaylar meydana gelmeden sebebin bürokrasi ve devlet memurlarında yanlış tercih olduğu ifade edilmiş, bu hususların düzeltilmesi için Sencer’e çok büyük maddi imkânlar taahhüt edilmiştir. Bizim tarihçilerin Avrupalı meslektaşlarına uyarak, “Türkmenlerin Vergi”ye alışkın olmadığını ifade etmeleri, zihinlerdeki çok önemli sosyal problemleri aydınlatmak için yeterli bir izah tarzı değildir. Böyle açıklamalardan belki bir dereceye kadar Osmanlılı asırlarda bahsedilebilir; lakin iyice tahlil edersek gerçek hususun bu olmadığını, devletteki ikilemden doğduğunu rahatlıkla tespit edebiliriz.
Daha yakın zamandan örnek verelim: ”Sahte Derviş” Wambery’nin Türkistan seyahati. Ona bakacak olursan Türkmenler, yaradılış olarak geçimsiz ve maddeperest sergerdelerdir. En yakınının bile cebinde para olduğunu bildikten sonra, o para için kardeşini bile öldürecek kadar gaddardır. Tabii ki bunlar biraz da mübalağa ve ifrat ölçüleridir. Böyle bir kanaate vasıl olmak için zamanın Türkmenlerinin, 19.Asır boyunca üzerlerinden silindir gibi Rus istilalarının geçtiğini unutmuş olmak lazımdır. Yurtları hunharca işgal edilen insanların özellikle müstevlilere karşı acımasızlığını göstermesi yanlış değildir. Bunu başka taraflara çekmek ve kendi insanına teşmil etmenin, Wambery’nin yüklendiği siyasi görevlerle izah edilmesi daha doğrudur. Amerikalı gazeteci Macc Gahan’ın 1873 Hıyve İşgalini, bizzat yaşayarak ortaya koyduğu, “Türkmenlerin Destanı”nı hatırlayınız. Dolayısıyla “Sahte Derviş”in anlattıkları, hiç de Türkmenlerin kanun tanımazlığını ortaya koymaz. Basmacı lideri Türkmen Cüneyd Han’ın, 50 yıldan fazla süren amansız Rus düşmanlığını da, müstemleke isyanından başka görüşlerle değerlendirmemiz mümkün değildir.
1240 yılında meydana gelen, Anadolu Selçuklu devri “Babailik” isyanlarını da, Türkmenlerin asayişsizliği ile açıklayamayız. Devletin aldığı zecri tedbirlere bakarsanız, bu isyanlar tamamen “Devlet” mefhumuna, kendine çeki-düzen vermesi için yapılan başkaldırılardır. Türk-Moğolları kapıya dayanmış, fakat devlet, Konya’da en azından halkın anlamadığı bir lisanla “Tefekkür” üretmektedir. Daha “Moğol” gelmeden taraftarları çoğalmış ve “Sünni İslam”ın yanlış anlaşılan “Ulü’l Emre İtaat Etmek Farzdır” görüşü, devlete hâkim olmuştur. Böyle bir bunalım ve devlet anlayışını halka izah etmek mümkün müdür? Bu sebeple “Babailer”, sadece devlete karşı gelmek değil “Moğıol” işgaline de şiddetle karşı çıkmışlardır. Türkmen babaları, kesinlikle halkta bir çatışma ortamı yaratmışılardır. Bu sebeple “Babailik”e, inanç isyanı da diyemeyiz. Çok yanlış olarak o zamanki “Ulü’l Emr”in “Rafizi” değerlendirmeleri, zamanında bile halk katında anlaşılır bir izah tarzı olarak görülmemiştir. Meseleyi, Alevi-Sünni gibi çok basit, tutarsız bir gözle görmek ve bunu Marksist veya İslami görüşle izah etmek de, kökünden yanlıştır. Çünkü 200 yıl sonra belki bu isyanlar böyle anlayışlara temel yapılmak istenecektir ama olayları, Arapların ve Farsların mezhep çatışmaları gibi göstermek, bugün varılan bilgilerin ışığında tamamen terkedilmiştir. Çünkü o zamanın bırakın Anadolu’yu, Türk dünyası bile bu ıstılahları tam bilmiyordu. Siz, Abbasiler devri aristokrat ve bürokrat zümrelerin çalışmalarını da, şimdilik bir kenara bırakın. Bunların da, lisanları Farsça olduğu için geniş Türkmen kitleleri onları da anlayamamıştır. Zamanın Arapça ve Farsça binlerce eserine karşılık, Türk İnanç tarihinde sayılı risalelerin dışında halkın haberdar olduğu metinler gösteremezsiniz. Bu sebeple daha birçok tahlile muhtaç olan Anadolu Selçuklu devri Anadolu’sunun sosyal ve kültürel hayatının bir sahası olan “Babalar Devri”ni, tamamen İslami görüşlerle değerlendiremezsiniz. Tamamen Sünni Olan Devlet’e karşı; fakat “Sünni” inanç sebebiyle değil, tamamen “Senkretik” (bağtarmacı) kültürel ve tarihi görüşler ile heteredoks inançların tezahürüdür. ”Babailik”te ifade edilmeye alışılmış “Şii” görüşler, bırakın hakim görüşü, bir “Hz.Ali” motifi bile çok azdır.
Bir makale boyutunda bütün bu açıklamalardan sonra, o zaman mesele nedir? Türkmen görüyor ki, savaşa giden, canını ve malını veren kendisi fakat idare edenler yabancı. Devlet, edebiyat ve dil, bürokrasi, aristokrasi yabancı; bir ölüm ve öldürme mekanizması olan “Ordu” Türkmen. İşte gerçek sebepleri bu görüş içinde aramak lazımdır. Osmanlı devrinde İmparatorluğun her yanına sadece bürokratlar olarak yayılan devşirmelerin sayısını bile tespit edemezsiniz! Hiç kimse Türk olmayan fakat ehil birinin, “Sadrıazam” olmasına bir şey diyemez. Lakin Anadolu’da en küçük kıpırdanmalarda bile bu kişilerin, demir yumrukla “Türkmen”in ensesini kavraması ve geniş kıyımlara gitmesi çok mu doğrudur? Çoğu zaman teferruat gibi görünen bu hadiselerden, ”Ulü’l Emr”in tam olarak haberdar olduğu da söylenemez. Belki haberi olsaydı II. Abdülhamid’in dediği gibi, devşirme saray görevlisinin Türkmen bahçıvana “Eşek Türk” demesine karşılık “Ben de Türküm” diyebilecekti.
Cumhuriyet, tam olarak bu tarihi hatayı ortadan kaldırmıştır. Tertemiz bir devlet anlayışı, tertemiz bir Türkçe ile birlikte Türklük anlayışı, bu nesillerin hayatlarının sonuna kadar devam etmiştir. Daha İttihat Terakki devri “Devlet” anlayışında, düstur edinilen “Türk Yüzü” görüntüleri Milli Mücadele ve Cumhuriyeti yaratmıştır. İstiklal Harbi’ni başaranları iyice incelerseniz bu gerçeği görürsünüz. Devşirme zihniyeti, İstanbul’da İngilizlerin emrinde silahşörlük yaparken başta “Ordu” komutanları olmak üzere Türkmenlerin, İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in hicret misalindeki kudsiyeti Ankara’ya göçlerde rahatlıkla görüyoruz. İşte son yıllardaki “Cumhuriyet ve Atatürk” düşmanlıklarını Türk ve Türkmen karşıtlığı şeklinde böyle doğru okumamız lazımdır.
Esen kalın.