Bizim toplumumuzda en kolay işlerden birisi “beğenmemek” ve “istememek” şeklinde çok sık tezâhür etmektedir. Hemen hemen ferdî, sosyal, iktisadî, siyasî ve dinî hayatımız ile davranışlarımıza bu iki kelimenin ortaya koyduğu ağır sebeb ve sonuçların hakim olduğunu hiç düşündünüz mü? Kardeşler birbirini beğenmez, evleneceksek küçük dairelere sığmayız, mensup olduğumuz siyasi partilerde seçtiklerimizi beğenmeyiz; velhasıl Arab’ın yüzyıllardır kendi menfaat çatışmaları için ortaya attığı İslâmî teferruat ile uğraşır bir dakikada devlete ve birbirimize düşman oluruz! İnanın tarihimiz sırf bu sebeplere dayanarak sün’i ayrılıklarla doludur. Batılılar Türk antropolojisindeki bu inceliğe çok dikkat etmedikleri için “barbar” nitelemesine yönelmişlerdir. Halbuki daha yaratılıştan itibaren temizliği ve birlikte yaşamanın güzelliklerini yakalamış olan Türklük her zaman medenî olmuştur. Bu sebeble son yıllarda yapılan çok ciddî çalışmalarda Türkler’in göçebeliği tesbitlerinden bile vazgeçilmiştir. Gerçekten Anadolu’da göçebelikte israr eden başta Karamanoğulları olmak üzere Beylikler teker teker tarihe karışırken, bu topraklara kendilerinden sonra gelen Osmanlılar daha baştan beri “şehirleşme”yi tercih ve teşvik ettikleri için en geç İstanbul’un Fethi ile devasa bir İmparatorluk olmayı yakalamışlardır. Aykırı görüşleri ve düzen tanımaz eğilimleri ile doğuya yönelmek zorunda kalan Karakoyunlular ve Akkoyunlular ile bunların müşterek insan potansiyelini kullanan Safeviler bugün tarihte ancak basit bir iz bırakmışlardır. Osmanlı’nın sıradan bir Kayı Aşireti’ne dayanmasına karşılık; 14 ve 15 yüzyılda Karakoyunlu-Akkoyunlu ile bunların İran Selçuki bakıyyeleri ile birlikte bir konfederasyonu olan Safaviler, sayıları kabarık daha güçlü boy ve aşiretlere sahip oldukları hususu zamanın en önemli tarihi gerçeğidir. Hiç kimse, Karayusuf’ın Yıldırım veya Emir Timur, Uzun Hasan’ın Fatih Mehmed, Şah İsmail’in de Yavuz Selim’den küçük insanlar olduğunu iddia edemez. Aksine en az onlar kadar kahramanlık ortaya koymuşlardır. Bunun gibi Türkistan’dan kovalanan Timuroğlu Muhammed Zahireddin Babur eğer Özbek Muhammed Şeybani’den daha az kahraman olsaydı bugün Hindistan Türk İmpatarorluğu’ndan katiyyetle bahsedemezdik.
İşte tarihimizin bütün bu cilveleri genetik yapımızda bulunan “beğenmemek-istememek”gibi aykırılıklara çok bağımlı olmamızın sonucudur. Geçmişi değiştiremeyiz ama eğer böyle olmasaydı bu coğrafyada ve dünyada kadim bir millet olduğu hiç kimse tarafından tartışılmayan Türklüğün durumu elbet daha parlak olacaktı. Bizde bu eğilimlerin genellikle küçüldüğümüz inkıraz veya fetret devirlerinde çok çok meydana geldiği benzer olayların sosyal analizlerinden kolayca anlaşılıbilmektedir. İşte şimdi de Mustafa Kemal ile kurtulduğumuz “Fetret”den, ondan sonra düştüğümüz çok kötü durumdan çıkmaya çalışıyoruz. Bu sefer vaziyet daha kötü ve düşmanlar daha sinsidir. Atatürk döneminde milli devlet ve Türk Milliyetçiliği fikri ile yaşamamızı dünya anlayışla karşılamış iken, şimdi “Milli Mücâdele” evveli “Mütareke” kafası ibreyi tersine döndürmüş ve dünyanın bir takım hakim güçleri de menfaatleri bu istikamette olduğu için böyle bir yolu kabullenmişlerdir.
Dün de yazdım; bizdeki inkıraz devlet ve organlarındadır. Yani kendimize ait apartmanın üst katına kiracı olarak gelen ve artık bizi de tanımayıp “ayaklarının altını” göstererek mülkü sahiplenmeye çalışan âdeta mahalle kabadayıları ile karşı karşıyayız. Hukuki yollar da işgâl altında olduğundan mahkemeleşmeleri kaybediyoruz. Ne yapacağız ya yılların birikimi daireden vazgeçeğiz ya da birkaç evlâdın canından. Bütün bunların ötesinde becerebilirsek, hile ve desise yaptırmazsak, ”senin mi-benim mi” oylaması ile hakkı tecelli ettirebiliriz. Belki bu tek ve son fırsattır; yelkenleri indireceğiz ve kendi aramızdaki sürtüşmelere nihayet verdiğimiz gibi milleti de bu görüşler etrafında iknaa etmenin yollarının bulacağız. Öyle “kerhen” rey verip kenara çekilmek de meseleyi çözmez. Canla başla çalışarak oyunu bozmalıyız. Oyunu bozacak çalışma yapmadıktan sonra verilen oyların da neticeye tesiri olmayacaktır. Adam şimdiden yurtdışından gelecek 2,5 milyon oyun peşindedir.
Atatürkçü-Milliyetçi muhalefete sesleniyorum: Mensup olduğumuz siyasi partilerin çalışmalarını beğenmeyebiliriz; hatta başında-ortasında-sonunda hiç sevmediğimiz kişiler de bulunabilir. Seçilme şekillerini demokratik de bulmayabiliriz; dolayısiyle icraatlarından da memnun olmayabiliriz. Hatta bunun da ötesinde kendi partisi içinde hor görülenlerden, ihraç edilenlerden, azarlananlardan biri de olabiliriz. Şu anda ve makam seçimine kadar bunları düzeltmek elbette elimizde değildir. Ne kadar öngörülü, becerikli, akıllı ve kültürlü olursak olalım neticeyi değiştiremeyeceğimize göre haddimizi bilip herkes gibi kervana dahil olmaktan başka çıkar yol yoktur. İşi başarabilirsek kendi düşünce kurululuşlarımızda yeniden oreganize olma mecburiyetinde kalacaklardır; ama kaybedersek daha kötü duruma düşeceğiz. Eğer asabiyetle, hatta küfür ve birbirimize hakaretle neticeye gidiliyorsa bunların hepsini aciz kardeşinize yapabilirsiniz! Fakat inanın bir şey değişmeyecek ve milletin durumu daha kötüye gidecek, belki de bizim gibi aklı eksikler hiçbir işe yaramıyoruz diye beline dinamit bağlayacak ve kendini havaya uçuracaktır. Mesele bu kadar ciddi boyutlardadır!
Muhatabı fazla tanmanıza gerek yok; müsaade ederseniz size şu “Çatı Aday” ile ilgili birkaç soru soracağım:
1-Seçilse de seçilmese de “Türkiye’de 36 etnik unsur var” der mi?
2-“Milletçiliği” ayaklar altına alır mı?
3-Atatürk veya Cumhuriyet düşmanı olur mu?
4-Kimlik problemi var mı?
5-Tanzimattan beri devlet ve ilim adamlarımız için ileri sürülen İngiliz-Amerikan-Rus-Alman-Fransız hayranı veya adamı mıdır?
6-Türklüğün dışında başka bir unsura hayranlığı var mıdır?
7-Demokrasi adına ilkel etnik milliyetçliğe müsaade eder mi?
8-Noterlik yapar mı?
9-Arap hayranı mı?
10-Siyasi ümmetçi veya köktendinci mi?
Bu soruları artırabilirsiniz; lâkin hiçbirine müsbet cevap veremezsiniz. Eğer verirseniz vebal altında kalırsınız!
Esen kalın.