Türkiye Cumhuriyeti, Anadolu Türk Devleti bünyesinde yeni bir organizenin adıdır. Aslında 1071’den beri gelen sistemin “Milliyetler” politikası hiç de eskimiş değildi. Bu coğrafyada menşei ve kimliği ne olursa olsun Haçlı Savaşları ve Türk Moğol’u istilâlarına karşı, insanlar Türk Devlet şemsiyesi altında canla-başla mücadele etmişlerdir. Kıpçak’ta; Moğolların “Siz de Türk’sünüz biz de Türk’üz” şeklindeki oyunlarına Anadolu’da aldanan olmamış ve buranın Türklerden önceki ahalisi ve Müslüman olmayanlar istilâcıların önüne atılmamışlardır. İşte Anadolu’da Türklük budur ve İmparatorluklar devrinde hiçbir şekilde böyle doğru bir hareket şeklinin zararı da görülmemiştir. Bir takım insanların soy-sop icat ederek meseleyi “Devşirmelik” gibi başka mecralara çekmelerinin de, Türk Düşüncesine hiçbir faydasının olmadığı anlaşılmıştır. Bu görüşlerin, Anadolu’nun “Mozaik” oluşu gibi bilgisiz görüşlerle de ilgisi yoktur.
Osmanlı’nın 1918 itibariyle tarihten çekilmesiyle, dünyada da imparatorluklar devri sona ermiştir. Bunun yerine Avrupa’nın tamamında olduğu gibi “Milli devlet” esasına dayanan Cumhuriyet ve ardından da demokratik idareler benimsenmiştir. Elbette Türkiye’de de, yeni idarenin de kendini bu yeni devlet şekline göre yenilemesi ve her hususta yeni politikalar kullanması gerekiyordu. Mustafa Kemal’in Cumhuriyet idaresi, hiçbir şekilde devletin aslı ve istikameti ile katiyen oynamamıştır. Mesela, 1000 yıldan beri devletin ve milletin yüzünün dönük olduğu “Batı” hedeflerinden hiçbir şekilde sapılmamış, dolayısıyla Osmanlı’nın da, 600 yıldan beri benimsediği politikaların değiştirilmesi gibi bir yola gidilmemiş ve ezeli rakip Rusya gibi komşuların maceraperestliğine iltifat gösterilmemiştir. Aslında şöyle dikkatlice düşünürsek, “Cumhuriyet İnkılâbı” hiçbir şekilde geleneksel Osmanlı Devlet idaresinin ana iskeletine ve ruhuna dokunmamıştır.
Lozan’da, Türkiye’de “Müslüman-Gayri Müslim” şeklinde iki millet olduğunu önce Avrupalılar söylemiş ve kabul etmişlerdir. Şimdi bizim Başbakan’a 36 etnik unsur aklını veren de bunlardır. Demek pişman olmuşlar; karşılarında da, Türkler gibi idarecisini seçemeyen insanları buldukları için bal gibi yutturmuşlardır. Gerçekten bugün bile Avrupa’da, hatta dünyanın birçok yerinde “Türk” ve “İslâm” deyimleri birbirini çağrıştırır. Bu sebeple “Lozan”ın görüşü hiç de yanlış değildir. Onun için sanıyorlar ki, Cumhuriyet idareleri kasıtlı olarak ve bir jenosit uygulamak için “Kürtler”in Türk olduğunu ilmen iddia etmiştir. Birçok âlim budalası da, yazar-çizer takımı da aynı şeyi ifade ediyor. Yine yanlışlık yok; bugün bile Güney Doğu Anadolu’da Kürtleşen Türk olduğu gibi, Türkiye’nin her yanında Türkleşen Kürtleri saymakla bitiremeyiz! Yani bunları hep devlet mi yaptı? O zaman Güneydoğu’da Türkmenlerin Kürtleşmesine neden engel olmadı? Güneydoğu’nun dünkü ve bugünkü yapısı arasında derin uçurumlar var? Yani bunu devlet mi yaratmış? Cumhuriyet rejiminin bu işleri tezgâhladığını söylemek ve buna inanmak için gerçekten ya akılsız yahut da “hain” olmak lâzım! Şu anda güneydoğuda 1 milyona yakın Suriyeli mülteci var. Bunların erkekleri ve kadınları ile, Kürt erkek ve kadınlarını ayrı ayrı kafeslere mi koyacaksınız? 10 yıl sonra birçok Kürt aile Arapça, birçok Arap aile de Kürtçe konuşacaktır! Böyle bir sosyal ve kültürel istikbalden dönmek mümkün mü? Arap’ın elinde bir şey yok! Şu akılsız bir avuç Kürt fanatikleri, hemen yasak koyarak kanlarını bozdurmasalar bari!
Mustafa Kemal’in Cumhuriyetini, Anadolu’da hangi kökten ve hangi menşeden gelirse gelsin, hangi din ve mezhepten olursa olsun bu ülkenin insanları bir idare şekli haline getirdi. Dikkat ediniz, bugün bile fanatik ve akılsız olmayan her Türk vatandaşı, Mustafa Kemal’e minnet duyar. Son yılların Atatürk aleyhtarlığını, fırsatı ganimet bilen “Siyasi İslâmcılar” yarattı. Elbette, özellikle Atatürk dönemi için Cumhuriyet idaresinin sorumluları, Türk Milliyetçileridir. Bu ülkede anayasa ve yaratılışın tabii yasalarına göre kabul edilecek isim ne olursa olsun, herkesin aynı ve eşit haklara sahip olduğunu kabul etmenin neresi yanlıştır? Daha doğru tabirle herkese “Türk” demek ne gibi bir eşitsizlik yaratmaktadır? Aksine, eğer “devlet” güç demekse bu gücün herkese ait olduğunu kabullenmek demektir. Demek ki Türk devleti ve Türk Milliyetçileri’nin Kürtlerin Türk olduğunu söylemesi, hatta bazı Türkmenlerin Kürtleştiğini ilim konusu yapması “İslâmcılar”ın da desteği ile demek ki yanlışmış! Gelinen nokta budur.
Artık Kürtlerin Türklüğü gibi bir konunun, ilmi de olsa siyaset karşısında hiçbir değeri yoktur. Gerçi insanlar aynı şekilde yerli yerinde oturuyor ve halklar arasında da en ufak bir mesele olmamış ve maraza çıkmamıştır. Tıpkı yüzyılların halk nezdinde Alevi ve Sünniliği gibi.. Ama ne yapalım özellikle toplumsal olaylarda her şeyi olduğu gibi kabul edip buna göre siyaset ve çözüm üretmek mümkün olmadığına göre, “Yönlendiren Realite”ye göre çareler bulmak zorundayız. İşte şu anda Türk Milliyetçileri’nin en büyük handikabı budur. Devlet, iktidarı ve çoğunluk muhalefeti ile Kürtleri ayrı bir millet olarak görüyor. Esasında politik çıkışlar bir yana bırakılırsa dünyanın hiç de siyaseten böyle bir eğilimi yoktur. İşte, 100 yıllık Ermeni dâvâsı, işte dün Esad’ın gitmesini isteyen ABD, örneklerinde olduğu gibi. Elbette vatan toprağının her karışına sahip çıkmak ve buralarda toplantılar etkinlikler yapmak, doğudaki insanın batı etkinliği hakkı kadar, batıdaki insanın da doğu etkinliği hakkıdır. Fakat buralarda ne söyleyeceğiz, vatandaşa ne mesaj götüreceğiz, eski söylemleri mi tekrarlayacağız, yoksa kafanızda yeni şeyler var mıdır? İşte esas mesele budur. Devlet kabulünden sonra, eski görüşlerde ısrar etmek insanları gülünç duruma düşürür.
Şu Kürt liderlerin “Ermeni” menşeli olduklarına dair siyasi çıkışlara da karnımız doymuştur. İlim olarak bu işi çalışabilirsiniz, bunun şık olmayan tarafı yoktur. Lâkin siyasete uyarlamazsınız; uyarlasanız da temcit pilâvı gibi her gün tekrar edemezsiniz. Yok mu başka sermayeniz! Bugünkü Türkiye’de yaşayan insanlar, bir İmparatorluktan çözülmüşlerdir; imparatorluklar tabiatı itibariyle “Unsurlar”dan oluşur. Yani Kürt liderlerden bir veya bir kaçının, bir veya iki tarafı vaktinde “Ermeni” den geliyorsa bunun kusur neresindedir? İnsanların böyle bir şey elinde midir? Siyasi bir topluluk olarak Kürtlerin içinde veya başında “Ermeni” asıllı insan var da, diğer gruplarda, mesela “Milliyetçiler” arasında yok mu? Varsa bu suç mu veya ayıp mı? Yani Türk Milliyetçisi olmak için ille de “Türk” orjinli olmak mı gerekiyor? Sonra bu orijinin ölçüsü, endazesi nedir, anlatır mısınız? Ben böyle iptidai bir anlayışın taraftarı olduğunu sanmıyorum! Eğer varsa o zaman kendinin neslini sorarlar! İnanın çok bozuk çıkacağından şüpheniz olmasın!
Dolayısıyla “Ermeni” de deseniz, katil de deseniz bugün Kürt siyaseti, hangi sebeple olursa olsun liderlerini benimsemiştir. Seversiniz sevmezsiniz, suçludur suçsuzdur, bunlar çok ayrı meselelerdir. Elbette sizin liderinizi de onlar aynı şekilde görecektir. Tenkit edebilirsiniz, yolunun yanlış olduğunu söyleyebilirsiniz ama onun arkasından giden insanları engelleyemezsiniz!
Yakın zamanda bir yazımda geçmişti; ”Suriye’de Arap Milliyetçiliğine saygılı olmak”. Tabii olarak Arap da, Türkmen’in bu hakkına razı olacak. Tenkit eden dostlarımız oldu, ”İki milliyetçilik bir arada olur mu” diye.. Bu benim fikrim; bana göre olur. Kişi kendini hangi soy ve boydan veya milletten sayıyorsa varsın onu sevsin. Bunun kime ne zararı olur? Dilini, kültürünü, dinini, geleneklerini, geçmişini hülâsa, geçmişini, her şeyini sevsin! Mahzuru mu var? Yanlış olan bu eğilimlerin çatışmasıdır. 1000 yıldan beri Anadolu’da halklar arasında böyle çatışma gösterilemez! Zaten coğrafyadan kaynaklanan ve kaynaşmaya dönüşen dilin dışında bir sürü müşterek olduğu, diller arasında da, iki toplumda da kullanılan %50’nin üzerinde bir birliktelik mevcuttur.
Türk Milliyetçileri’nin “Kürt” işini adam akıllı düşünüp karar vermenin ve bir reçete ortaya koymanın zamanı geçmektedir. Popülist çıkışlar ve sert söylemlerle meseleyi halledemeyiz. Dini yaklaşımların da şimdiki şovenizmi hortlattığı gir gerçektir. Abdullah Öcalan da dâhil, bugünkü Kürt liderlerin tamamı “lâik” düşünen insanlar. Bu kadar acı tecrübelerden sonra işin “Militarist” yollarla halledilemeyeceği anlaşılmış olmasına rağmen devletin de, iktidar baskısı ile suçluluk kompleksine girmesinin hiç anlamı yoktur. Çünkü herkesin kabul edeceği gibi devletin görevi öncelikle kendini ve insanını korumaktır, bu sebeple hiçbir şekilde kabahatli olamaz.
Esen kalın.