-19-
El-Nusra :
El-Nusra, esasında Suriye’ye yönelik bir İslâmi örgüttür; fakat “Irak El-Kaidesi Işid” ile her bakımdan iç içedir.. Hatta “Arap Press”e göre onun rahminden gelmiştir, evvelki bölümde belirtiğimiz gibi El-Kaide’nin üçüncü çemberinde ve onun ideolojik görüşlerini kullanarak ortaya çıkmıştır. Orijinal adı “Cebhetü’n-Nusra” olan örgütün lideri “Ebu Muhammed El-Golani”, aynı zamanda Irak İslâm Devleti liderlerinden bir Suriye’lidir. İlk merkezi ve teşkilatlandığı yer Kürt yerleşim bölgesi Kamışlı’dır. Esas amacı, Suriye’de Beşir Esad iktidarını yıkarak köktendinci Sünni bir devlet kurmayı amaçlamaktadır. 2011 tarihinde kurulmuş ve 2013 yılında El-Kaide’nin Radikal İslâmcı görüşlerini sahiplenerek ona bağlılığını açıklamıştır. Suriye’de 5000 civarında silâhlı militanı olduğu bilinmektedir. Irak’ın, Batı Suriye’nin doğusunda artık pek önem taşımayan hudut bölgelerinde etkili olup Halep-Hama-Humus ve esas olarakDeyrezzor sıklet merkezidir. Mart 2014’de Alevî ve Ermeni nüfusun yoğun olduğu Kesep Bölgesi’ne yoğun saldırlar düzenlemiş, militanlar Kamışlı’dan beri zorlu bir yürüyüş yapmışlardır. Golanî’nin son zamanlarda Işid lideri Bekir Bağdadi ile arasının açık olduğu iddia edilmişse de, Suriye saldırılarını hafifleterek militanlarını Irak’a yönlendirmesi bu iddiayı doğrulamamaktadır. Ayrıca bu yakıştırmanın yapıldığı zamanlarda Golanî’nin düşman çatlatırcasına yeniden Bağdadî’ye katılıp biat ettiği ve kendini Şam merkezli Suriye temsilcisi yaptırdığı “Arap Press”in doğruya yakın iddialarıdır. Dolayısıyla Nusra’yı Işid’den hem coğrafya hem de ideolojik olarak ayırmanın mümkün olmadığı gerçeği gözler önündedir. Bunların düşünce beraberliği El-Kaide’den kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla Irak incelemelerinde doğru sonuçlara varabilmek için kesinlikle Nusra’yı ayrı düşünmek mümkün değildir. Sıkı sık ideolojiden ziyade sloganlar ve adlandırmaların değişmesi bizi aldatmamalıdır.
Suriye istihbarat kaynaklarının tespitlerine göre Nusra, ABD’den koordinat, teknik bilgi ve lojistiği, Suudi Arabistan ile Katar’ın da finansörlüğü altında ayakta durmaktadır. Esad’ın savaşsız olarak doğuda “Rakka Bölgesi”nde bulunan petrol kaynaklarını Işid’e terk ederek Nusra savaşçılarını böylece Irak’a yönlendirmeyi amaçladığı ve bunu başardığı görülmektedir.
Suriye’nin Türkmen bölgesinde, 2007’den beri Şafiî Araplara yönelik Suudi kaynaklı Vehhabî ve Selefî köktendinci, mezhepçi çalışmalar canlı kaynakların şehâdeti ile doğrulanmıştır. Aynı kaynaklara göre Şebaa, Akraba, Bebbila, Huceyre bölgelerinde ağır Vehhabî baskılar bulunmaktadır.
IŞİD:
Bugünkü Irak ve hususiyetle konumuz olan Türkmenler ve Türkmeneli’nin durumunu incelerken, şüphesiz ki devletleşme yoluna giren ve Hilâfet’i yeniden dirilteceğini ilân eden “Irak Şam İslâm Devleti” örgütünü esaslı bir biçimde incelemek ve sağlam sonuçlara varmak zorundayız. Çünkü Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmek isteyen küresel güçler, belki ileride biraz değişiklikler olsa da bir devlet için siyasetin önünü açmış durumdadırlar. Geçen bahislerde incelediğimiz “Irak Kürt Oluşumu”nun kimlik kazanması ve bağımsızlığı ile Türkiye Kürtlerinin sisteme entegrasyonu başarılabildiği ölçüde PKK ve PYD güçleri ortadan kaldırılarak gerektiği tarzda bölgede Kürt hareketi teke düşürülecektir. Işid’in mahallî eylemleri tam küresel gücün istediği ve müsaade ettiği ölçülerde yeni bir devlet oluşumunu ortaya koyarken, “Bağdat Şiiliği”de ayrı bir devlete kavuşmuş olacaktır. Üçe ayrılmış Irak’ın durumu ve geleceği budur. Şimdi muhayyel devlet Işid’i daha yakından inceleyerek Türkmenlerin durumunu açıklamaya çalışalım:
Işid’in kurucusu Musab el-Zerkavi, El-Kaide menşeli olup ideolojik altyapıyı Afganistan’da tasarlamıştır. Bu sebeple El-Kaide’den farklı olarak Taliban çalışmalarını da çok iyi bilen birisidir. Afganistan’a savaşmak için giden ancak gitmesi ile birlikte savaşın bitmesi dolayısıyla katılamayan Zerkavi, burada Işid’in fikri ve fiili temellerini atmıştır. Irak’a geldiğinde Zerkavi’nin işe başladığı bölge, şu sıralarda yoğun hâkimiyet kurulan Tikrit, Fellce, Bakuba, Musul gibi illerdir. Burada ABD güçlerinin yaptıkları hava saldırılarında 2006’da Zerkavi ve 2010’da da yerine geçen Ebu Ömer Bağdadi ve Ebu Hamza Muhacir aynı şekilde öldürülmüşlerdir. ABD’nin karşıt saldırıları ve önemli Sünnî aşiret reislerini maaşa bağlamak hareketi zayıflatırken, Irak’tan çekilmelerini müteakip Ebu Bekir el-Bağdadi, 2012’de liderlik koltuğuna oturmuştur. Bağdadi daha ortaya çıkışı ile “Kureyşî” olduğunu, Peygamber soyundan geldiğini ileri sürmüştür. Suriye iç savaşında el-Nusra’nın tamamen Işid tarafından yönetildiği hiçbir şekilde gizlenmemiştir. Ancak Esad hususunda ABD karar değiştirip, doğu Suriye Irak hududunda Deyr ez-Zor ve Rakka gibi önemli petrol bölgeleri savaşsız Bağdadi’nin eline geçince, tam bir devlet oluşumu meydana getirilmiş ve militan güçler Irak tarafına çekilmeye başlamıştır. İstihbarat kaynakları Esad’ın Işid’den petrol satın alacak derecede onlara yaklaşmasının Nusra’yı geri durdurduğu fikirlerinde gerçek payı vardır.
Bağdadi’nin Işıd’i, El-Kaide’nin kat kat üzerinde radikal İslâmi görüşlere sahiptir. Konuya hâkim bir analistin ”Selefi ideolojik bagaja sahip Işid, etkinlik gösterdiği alanlarda insanları Şii-Sünni diye ayrıştırıp bu ayrışmayı iç savaşa dönüştürme isteği içerisindedir. Şiilik ve Mutezile’yi sapkın gören bu güruh, Sünniliğin inanç dünyasını etkileyen Eşarilik ve Maturidiliğe de mesafeli durmaktadır. Bu bakımdan Selefi fıkhının Sünni dünya içerisinde değerlendirilmesi ve IŞİD türü yapılanmaların ”Sünni devrim’in” parçası olarak nitelendirilmesi, Sünni dünyanın İslamiyet içerisindeki ehil kurallarının içini boşaltmaya yol açmaktadır; çünkü Sünniliğe mensup herhangi bir şahsın Veysel Karani gibi İslamiyet’in önemli değerlerinden birinin türbesinin patlatılmasını yahut Hz. Yunus peygamberin türbesinin kırılmasını ve hatta peygamberimizin evinin, torunlarının kabirlerinin bile yıkılmasını kabul etmesi tahayyül dahi edilemez. Sünnilik ise bir çatıdır ve içinde birçok mezhep bulunur. Selefi terör örgütleri içerisinde birçok Sünni insanın bulunması bu yanılsamanın temel argümanıdır. Tekrar etmek gerekirse Hanefilerin kıldığı namazı dahi bid’at gören, Müslümanların eşlerini cariye edinmeyi mazur gören, demokrasiyi şirk olarak tanımlayan bu anlayışı, Sünni olarak tanımlamak onlara meşruiyet kazandırırken, onlara insan kaynağı da sağlamaktadır.” görüşleri, hiç de yanlış değildir. Işid, kuracağı halifeliğe dayalı İslâm Devleti’nin bir ucu Irak bir ucu ise Akdeniz’dir. Hatta “Levant”a göre Ürdün ve Hatay da, bu devletin sınırları içerisindedir. Çünkü Işid’in en çok taraftarı Ürdün’de bulunmaktadır.
Işid, Irak’ta Sünnî nüfusun yoğun olduğu bölgeleri kontrol etmeye çalışmaktadır. Sünnîler genel nüfus içerisinde ikinci ağrılık merkezidir. Saddam’ın ölüm kararını veren hâkimin bunlar tarafından öldürülmesi, onları eski Saddam subayları ile tamamen bütünleştirmiştir. Bugün Işid’in komuta kademesinde tamamen eski Baasçı Saddam komutanları bulunmaktadır.
Irakta Işid’in terörü ne yazık ki, Kürtlerin işine yaramakta ve bugüne kadar bir türlü hâkim olamadıkları Kerkük ve çevresindeki Türkmen yerleşim merkezleri onların eline geçmektedir. Birçok Şiî Türkmen’i en büyük düşman saydıkları için hunharca öldürmüşlerdir. Şimdi Türkmenler ya sapık Selefîler’in kurşunları ile ölmeyi veya Kürt’ün iki yüzlüğünden birini tercih etmek durumunda bırakılmışlardır. Ne yazık bu acı gerçeği görmeyen Türkiye, Türkmenlere sahip çıkmak bir yana Kürtlerin devlet oluşumuna destek verdiği gibi, ülkeden binlerce militanın Irak’a akmasına göz yummuş, hatta bu işin istihbarat teşkilâtı eli ile gerçekleştirildiği, yani Işid’e açık destek verildiği yazılı basında intişar etmiştir.
Hangi yönden bakılırsa bakılsın, elde ettiği ve teminde zorlanmadığı çok büyük bir finansla Işid’in mutlak bir geleceği vardır. İdare edenlerin becerikli olduklarını kimse inkâr edemez. İstilâ ettikleri her bölgede hemen şeriât mahkemeleri, polis birimleri, vergi daireleri kurmayı ihmâl etmemektedirler.