Esasında, “Orhun Yazıtları”na bakılacak olursa yazıtlara konu Türkler, “feodalizm”i çoktan aşmışlardır. Hatta Bilge Kağan ve Vezir Tonyukuk’un teklif ve tavsiyeleri, gelişmiş monarşinin çok üzerinde gerçek anlamı ile bir “millet” idaresidir. Yazıtların sosyal, iktisadi, siyasi, kültürel anlamları üzerinde bizde ve dışarıda, henüz modern bir çalışma yapıma yapılmamıştır. Fakat yüzeysel bir inceleme ile Göktürkleri takiben başlayan, önce münferit sonra kitlevi iltihaklara dönüşerek teşekkül eden İslâmi yılların, o zamanki Türk medeniyetinin tekâmülü yerine, tamamen bir sosyal ayrışma ile Türk toplum yapısının yeniden “feodalizm”e döndüğünü, müteakip tarihi hadiseler gözlerimiz önüne sermektedir. İşte “Türkmenler” ile ilgili olarak “Laf “ ve “söz dinlemez” gibi olumsuz imajlar baş sıraya oturmuştur. İlk İslâmi devrin “Oğuz-Türkmen” imajının yanında, “Yazıtlar” da “Oğuz” nasihati sıfır kalır.
Selçuklu Oğuzlarının Hazarların teb’ası olduğu görüşleri çoktan terk edilmiş ve böylece Türk Medeniyet ve kültürünün “Batı Göktürkleri” olarak Oğuz Yabgu Devleti ile Selçuklu başbuğlarına teslim edildiği görüşleri, Rus ve batılı bilim adamları tarafından ispatlanmıştır. Burada ilginç olan taraf, Oğuzların tedricen Müslüman olmaları ile geçmiş medeniyet unsurlarının büyük ölçüde silinerek iştirak edilen yeni medeniyet dairesinde ısrarla bir feodalleşmenin sosyal yapı olarak tezahür etmesidir. Maveraünnehr’de Karahanlı-Selçuk ve Selçuk-Gazneli toplumsal çatışmasını başka türlü izah edememekteyiz. Doğu Türkistan’dan gelen Karahanlı Karluk unsurları, Uygurlardan teneffüs ettikleri “Şamanizm” dışı inançları, Selçuklulardan daha evvel temas ettikleri İslâm medeniyeti ile bir dereceye kadar harmanladıkları hem “Kudadgubilik”, hem de ”Kaşgarlı Divanı” gibi açık yazılı kaynaklarda ifadesini bulmaktadır. Hâlbuki Selçukiler üzerinde bu medeniyet unsurları ancak bir süre sonra tesirlerini göstermiştir. Şüphesiz ki Selçuklular Göktürklerin azim bir parçası ve onların kültürel çemberinde, özellikle “Şamanizm”de ısrar ediyorlardı. Bir “Gulam” organizesi olan Türk menşeli “Gazneliler” bunlardan çok farklı ve idarelerinde bulundukları “Samanoğulları Tacik Devleti”’nden çoktan İslâm Medeniyeti ile tanışmışlar ve devlet esaslarını bu kaidelere göre tanzim etmişlerdi. Elbette Mahmud ve oğlu Mesud Türklüğün fevkalade şuurunda “Tacikler”e ihtiyatla yaklaşan bir şuura sahiptiler. Bu sebeple Sultan evliliklerini Tacikler yerine Karahanlı prenslerinden yapmışlardır. Onların yiğitliklerine de kimsenin bir diyeceği yoktur.
Gazneli devlet idaresi, sadece Taciklere değil aynı zamanda Oğuzlara, yani Türkmenlere de ihtiyatla yaklaşıyor, onları taşra feodalleri gözü ile görüyorlardı. Gaznelilerin “Türkmenlik” devri olmadığı ve Samanoğulları medeniyet çemberi içinde bulundukları için onları ilk medeni Türkler olarak görmemiz gereklidir.
İşte bu sebeple Oğuz Yabgu Develti’nden ayrılarak önce Yengikend sonra Nur Buhara’ya gelen Selçuklu Oğuzlarının yeni adı Türkmenlerin ilk teşekkülü ve İslâmi bir organizasyon olarak ortaya çıkmaları tamamen “Gulam” menşeli Gazneliler ile mücadeleyle başlamıştır. Aynı durumu 500 sene sonra Özbeklerin Maverünnehr’e indiklerinde Timuroğulları ile Semerkant ve Buhara’daki çatışmalarında da görürüz. Bu tezahürleri, “Türkmen Feodalizmi” dışında başka bir isimle adlandırmak kesinlikle mümkün değildir. İşte Gazneli idaresine 1040’de son verilip İran tamamen Türkmenlerin eline geçince, aynı kargaşalıkların Selçuklu devlet hayatı boyunca artan ve eksilen ölçülerde devam ettiğini görüyoruz.
Selçuklu Çağrı ve Yinal’in Türkmenlerin İran’a dağılmasından önce Batı İran, Azerbaycan, Anadolu taraflarında yaptıkları ilk keşiflerde elde edilen sonuçlar doğrultusunda, önünü açılan Türkmenlerin buraları yurt tuttuklarını görüyoruz. Büveyhî “Adud ud-devle” zamanında (ölm.983) Azerbaycan ve Anadolu’da Oğuz Türkmenleri vardır. Zamanın Fars tarihçisi Beyhaki bunlara “Navek” demişse de, Osman Turan’a göre bu “Yavgu”ya benzeyen “Yavgı”dan başka bir şey değildir, çünkü Türkçede “N” ile başlayan bir kelime mevcut değildir. Âdeta kendini “Türkmenlikten” soyutlama gibi bir oyuna gelerek bu Türkmenlerin “Azeri” olabileceğini fark edememişler, böyle Fars oyununa gelmişlerdir. Daha Selçuk Devleti’nin kuruluşunda başkaldıran feodallerin, devlet hakikatinin kemale erdiği Sultan Sencer devrinde bile etkili olduklarını görmekteyiz.
Selçuklularla birlikle Anadolu ve İran’ın tamamına yayılan Oğuzların sırf Türkmenlerden meydana geldiğini açıklıkla kabul etmeliyiz. Bu sebeple bu iki coğrafyada Türklerin ilk nasbı “Türkmenlik”tir. Yerel ve coğrafi adlandırmaların hiçbir etnik ve etimolojik değeri olmadığı, bugün dahi yabancıların yaptıkları saha çalışmalarında ortaya konmuştur. Bu çalışmaların sayısı bir hayli fazla olduğu ve ilmi kıymetlerinin de bir hayli yüksek olduğu daima ortaya konmuştur. Özellikle dil çalışmaları ve bu materyallerden elde edilen etnik sonuçları değerlendirmedikten sonra İran’da “Türkmen Gerçeği”ni yakalamamız mümkün değildir.
Irak’ı Arab’a Türkmenler’den önce gelen Karahanlı Fergana unsurları tamamen paralı asker veya esir olarak kesinlikle Bağdat merkezli olarak gelmişlerdir. Bunlar o zamanlar elde ettikleri mansıplarla Suriye ve Mısır’da Fatımi hizmetlerine girerek koyu mezhep faaliyetlerine iştirak etmişlerdir ki, Mısır Kıpçaklarını da aynı pencereden değerlendirmemiz bir mecburiyettir. Bağdat’ta Sultan Tuğrul’un ortadan kaldırdığı Büveyhoğulları, Şii Hilafeti’nin ünlü vezir ve kumandanı Besairli bir Türk olan Şii Arslan Besairi de işte bunlardandır ve Türkmen değildir.
Şah İsmail Safevî’nin etrafında topladığı ve çoğu Anadolu’dan devlet hayatına intibak edememiş feodal Türkmen aşiretlerinin bugünkü Azerbaycan’da dine ve mezhebe dayalı bir devlet olarak örgütlenmesini de aynı şekilde görmeliyiz. İsmail’den evvel kendi, ailesi olan Safeviler de dahil, tamamen Sünni Müslüman olan bura insanın, Türkmenlik sabit kalmak üzere devlet oluşlarını elbette sadece “Şii” inançlara bağlayamayız. Bunların tamamının önce “Türkmenlik” dediklerini pekâlâ bilmekteyiz. Gilanlı olan Safevi ailesinde elbette “Türkmenlik” yoktur. Bunları Türkistan’a bağlamak mümkün görünmüyorsa da, sosyal hayatlarını “Türkmenlik“ sarmıştır. Avşar, Kaçar hanedanları elbette Safevilerin “Türkmen” özüdür. Bugün de İran’a gidip görenler aynı gerçeği müşahede etmiyor mu?
Sağlıcakla kalın.