Ali BADEMCİ
Siyaset biliminde siyasetçiler sürekli olarak kendilerini yenilemek zorundadırlar. Dolâyısiye hangi prensipler ile ortaya çıkarlarsa çıksınlar siyasi hareketler de bu kurala uymak mecburiyetindedir. Bunun için başarılı olanlar sadece prensipleri güncellemekle kalmaz aynı zamanda kadrolarını da belli bir birikim esasına dayalı olarak gözden geçirirler. Özellikle iktidarda olan siyasiler tabanı genişletmek için sürekli olarak bu kuralı uygularlar. Son yıllarda bizim kadim muhalefetimiz de bu kuralları iyi incelemiş ki ısrarla uygulama peşindedirler. Görüyoruz ki artık başarılı olmak isteyen siyasi hareketler kesinlikle sosyolojik, hatta psikolojik eğilimlere itibar etmek zorundadır.
Günümüzde ülkemizin siyaset sosyoloji haritası az çok bellidir. Elbette ve öncelikle dini ve milliyetçi hareketler prim yapmaktadır. Çünkü Türk Milleti’nin 1000 yılı aşkın bir zamandan beri İslâmiyet ile bütünleştiğini bilmekteyiz. Birinci husus budur ve İslâmiyet bu kadar uzun zamandan beri bütün kurum ve kuralları ile sosyolojik olarak toplumumuzun bütün katmanları ile kaynaşmıştır. Sadece Türk Müslümanlığına has bir tarzda da tasavvufî yönelişler mezheplerin tartışılmasının da önüne geçmiştir. Bu sebeple diğer İslâm toplumlarında sert mezhep ve anlayış mücâdeleleri varken bizim toplumumuzda pek görülmemiştir, Çünkü Türk Müslümanlığı eski inançlarla birlikte bağtaştırmacı (sankirist) bir yapıya sahiptir.Son yıllarda siyasî iktidardan kaynaklanan müsamahalar sebebiyle düşünce ortamında halk tarafından anlaşılmayan köktendincilik (fundamantalizm) eğilimi başlamıştır. Dolayısiyle ülkemizde siyasi hareketler mutlaka İslâm’ı nazara almak zorundadır.
İkinci husus milliyet ve milliyetçilik meselesidir, ki asrımızı milliyet asrı olarak tarif edenler çoğunluktadır. Bugün tarihte hiçbir varlık gösterememiş ve sosyolojik mânâda millet olmanın hiç özelliğine sahip bulunmayan kabileler bile hangi ekonomik sistemlerin ve ideolojik akımların arkasına saklanırlarsa saklansınlar kendilerini bazı değerlere lâyık görerek milliyet iddiasıyle ortaya çıkmışlardır.Dünyayı daha fazla parçalı görmek isteyen sömürü peşindeki küresel güçler de ayrı bir kültür ve sosyal hayat tasavvurunda bulunan bu güçlere yardım etmekte ve koruyup kollamaktadırlar.İşte etnik milliyetçilik dediğimiz hikâye budur.Yani eskiden toplumlar ve milletler arasında böyle etniste unsurları bulunmuyor muydu?Elbette vardı; fakat bu sebeble hiçbir ayrılıkçılk hareketinin zuhur etmediği de gözlerimiz önündedir.
Şimdi tekrar ülkemiz siyaset arenasına dönersek bizim siyasi hayatımızda son elli yıldan beri halkın inanç ve temayüllerine en uygun ve organize gurup ülkücülerdir.Üstelik geçmişte başlarından geçen hâdiseler de onları toplum nazarında mağdur duruma düşürmüş ve fikirleri uğrunda korkmadan can vermeleri de haklılıklarını ortaya çıkarmıştır.Bugün siyasî hayatımızda cereyan eden hâdisler ülkücülerin yolunun doğru olduğunu da ıspatlamıştır.Hatta cunta devrinde bile “Fikirleri iktidarda kendileri içeride” gibi halk nitelendirmelerine duymuşuzdur.Özellikle geçmişde hiçbir maddî menfaat gütmeden siyayet teşekkülünde faal rol oynamaları,bu hareket mensuplarının tamamının eğitimli insanlar olması da câzibeyi artırmıştır.
Bu izahlardan sonra Turgut Özal’dan beri ülkücülerin neden bu kadar arandığını anlayabiliriz.Tayyib Bey de ilk ortaya çıktığında aynı stratejiyi kullanmıştır.Son iki yıldan beri de kadim muhalefet bu yoldadır.Bu şartlar altında iktidarı ve muhalefeti ile ülkücülere karşı derin bir ilgi vardır.Hatta açıkça bu eğilimler liderler seviyesinde sık sık dile getirilmektedir.Ana muhalefet ülkücüler milliyetçilik bakımından bize yakındır derken,iktidarın siyasileri İslâmi görüşlerinden ötürü ülkücüleri kendinden saymaktadır.
Bütün bunlara karşılık yaygın bir kanaate göre ülkücülük ana kaynağı ve ocağı olan MHP’de prim yapmamaktadır.Sosyal medyada bir ülkücü şahıs MHP’nin 52 milletvekilinden 10’nunu bile Meclis kürsüsü ve televizyon ekranlarında göremiyoruz diye dert yanıyor.Hatta donanımlı ülkücülere hayat hakkı tanınmadığı için ülkücü şahısların kendilerini diğer siyasi hareketler içerisinde ifâde ettiklerini belirtiyorlar.Bizim gibi insanlar bu görüşlere karşı çıktığı zaman da ağır tenkitlere uğruyor. Bu hususlara akıl erdirmek maalesef mümkün değildir. Bir okuyucu genel merkezimiz yönetici tercihi yaparken eğitime-donanıma-birikime-daha evvel işgal ettiği makamlara göre bir değerlendirme, hatta puanlama yapamaz mı? diyor.
Ülkücülüğün MHP karar mekanizması nezdinde gerçekten prim yapıp yapmadığı hususunda mutlaka kafa yormak şarttır. MHP’nin geleceği kesinlikle bu hususla ilgilidir.
Muhabbetle.