Ali BADEMCİ
Elbette ve bilhassa günümüzde savaş; millet ve devletler için istenen bir şey değildir. Bizim tarihçiler ve düşünce adamlarımız, başlıkta ifade ettiğimiz, yüz yıldan beri söz konusu savaşa müdahil olmamızı ve olmazsak ne gibi durumda bulunacağımızı tartışmaktadırlar. Tartışmaların esas konusu girmememiz halinde daha iyi olacağı ve İmparatorluğun kurtuluşu görüşleri üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu görüşte olanlar, şimdi kendilerine “İslâmcı” adı verilen 31 Mart Olayı şakşakçılarıdır. Aynı zihniyet, savaştan sonra Milli Mücadele için de benzer görüşleri savunmuş, hatta Halide Edip gibi liberallerden de destek görerek “Manda” düşüncesi savunulmuştur. Menemen Olayı ve İzmir Suikastıile Çerkez Ethem Meselesi, hatta Rauf Orbay gibi küskünlere bakılırsa Hilafet’in ilgası da, benzer görüşler olarak değerlendirilebilir. Gerçekten İslâmcılar bir taraftan Enver Paşa’yı bu görüşte diye sahiplenirlerken, bir yandan da Ziya Gökalp ver benzeri Türkçülerin İttihad Terakki içinde yer almalarından ötürü, İtihad Terakki ve Enver Paşa üzerinden Mustafa Kemal’i ortadan kaldırmak istemektedirler. Elbette bu iş, meselenin ilmi olmaktan ziyade çarpık ve aldatmacı yönüdür. Kabul etmek lâzımdır ki, I. Cihan Savaşı’na girmemizde elbette İttihad Terakki ve başta Enver Paşa olmak üzere triumviranın çaresizlikleri açık seçik görülmekte ve böyle bir meyyaliyet her türlü tartışmanın dışında kalmaktadır ; fakat İmparatorluğun batırtılması tamamen içi boş, kof bir görüştür.
Bakınız, 93 Harbi’nde İttihad Terakki hiç yoktu ve herhangi bir emrivaki de söz konusu değildir; BalkanSavaşı’nı da onların çıkarmadığı ve bu sırada başta Mustafa Kemal ve Enver Paşa olmak üzere canla-başla Trablusgarp’ta devletin ve padişahın emrinde cansiperane çarpışıyorlardı. Âdeta burada bir tane bile İttihadçıların dışında subay görmek mümkün değildir. Elbette Sunusiler önemli idi fakat kumanda olmadan Arap’ın böyle bir destan yazması mümkün değildir. Bu sebeple Trablusgarp Savaşı’na “Subay Savaşı”demişlerdir. Trablusgarp Savaşı devam ederken Bulgarlar Edirne’ye kadar dayanmışlardı. Ne üçlü triumviranın ne de İttihad Terakki’nin bu savaşı başlattığını söyleyebilir misiniz? Fakat 93 Harbi ve Balkan Savaşı sonrasında Osmanlı’nın Avrupa topraklarının %83’ü kaybedilmiş, iki savaşın insan zayiatı ve sınırlarımız dışında kalmasının faturası 5 milyondur ki, o zaman nüfusumuz 25 milyondu. Demek nisbi olarak toprak kaybı 1/3, insan kaybı ise 1/5’dir. Kafkasya’da bir kısım topraklarla Kars-Ardahan-Sarıkamışkayıpları 93.Harbi’nin hatırasıdır. Öyle 36 yılda bir avuç toprak kaybedilmediği görüşlerini geçin; bunlar İslâmcı yalanlarından ve Cumhurbaşkanı’nın da telâffuz etmek gibi bir hataya düştüğü “Yalan söyleyen tarih utansın” teranesinin tarihçi olmayan bilgisiz insanlarının görüşüdür.
Şunu bilmeliyiz ki, tarihçilerin üzerinde birleştiği görüş, I. Cihan Savaşı’nın 93 Harbinin rövanşı olduğudur. Peki, yegâne yetişmiş insanlarımız olan “Askeri Bürokrasi”ye bu görüş ve intikam duygusu ne zaman yüklendi? Şüphesiz ki II. Abdülhamid’in açtığı askeri okullarda. Bu konuya başka türlü açıklık getirmek mümkün değildir. Dolayısıyla savaşa girişimizi bir veya birkaç insanın üzerine yüklemek ve hele hele bu işten siyasi linçe gitmek çok yanlıştır. Sarıkamış’ın muhalif, hatta ileri emre uymayarak Köprülülü Şerif’in çark talimatını uygulayan Artvinli Ziya Yergök hatıralarında “Savaşa girmeseydik yine İmparatorluk dağılacaktı”, İsmet Paşa ”Kaybedilmiş savaşa girdik” diye yazıyorlar. İslâmcı düşünür ve tarihçi Ziya Nur Aksın ise “Devleti Enver’in batırdığı iddiaları, mesnetsiz, boş ve koftur” demektedir. Karabekir ve Ali İhsan Paşa da müfrit düşman olmalarına karşılık ”Enver Paşa Türklüğü kurtarma görevini Allah’ın kendisine verdiğine inanırdı.” diyorlar. Bu ve benzer beyanları o kadar artırabiliriz ki, bu sayfalar yetmez. Bugün Çanakkale-Suriye-Hicaz-Irak-Galiçya ve Sarıkamış’ı yâd ediyoruz; hangisini mağlubiyet diye nitelendirebiliriz! Sarıkamış’ta ordu mevcudumuz kadar insanın öldürüldüğünü nasıl kabul edebiliriz, hiç mi kurtulan olmadı? En kıymetli birliklerimiz Kafkas Cephesi’nde 3. Ordu idi; bu ordu Dağıstan-Bakü-Kafkasya-İran’ı, Ruslar savaştan çekilince işgal etmedi mi? Hiçbir Rus kaynağı Sarıkamış için kendilerini galip olarak görmezken, bizim tavus kuşları vitrin mankenliği yapan tarihçi bozuntularına ne demelidir? Sarıkamış Köprülülü Şerif, Ziya Yergök, Arif Baytın, Ali İhsan Paşa’nın ihanetine ve Damat Hafız’ın gafletine kurban olmuştur. Burada Rusların hiç savaşmadığı, ileri sürdükleri Kazak Birliği’nin yenildiği, en son olarak takviye alınan Türkistan Kolordu’larının neticeye tesir ederek, müessir olduğunu, Rus kaynakları teferruatla anlatıyor. Köprülü ve Azaplı Savaşları’ndaki başarıları, ihanete rağmen orta Cephede bulunan Enver Paşa’nın gayreti sağlamış ve bu başarıdan sonra Rus Orduları Genel Komutanı General Mıslayevsky, savaşı kaybettiğini düşünerek Tiflis’e kaçmış, savaş sonrasında Rus Genelkurmayı tarafından bu sebeple yargılanarak rütbeleri sökülmek suretiyle cezalandırılmıştır.
Tartışacak adam varsa gelsin, I. Dünya Savaşı’nı tartışalım. Elbette kayıplarımız vardır ve istenen bir sonuç değildir. Fakat bugün Kerkük’te hak iddia ediyorsanız, 30 Ekim1918 itibariyle ordumuzun burada dimdik durduğunu bilmeli ve Türkiye’nin Tapu Senedi olan Lozan’da, elinin kuvvetli olması sebebiyle görüşmelerin uzun sürdüğünü mutlaka tetkik etmelisiniz. Mustafa Kemal, İttihad Terakki kadrosu ile çalışarak Milli Mücadele kazandı. Çünkü başka güç yoktu. Dolayısıyla I. Cihan savaşı ve İttihad Terakki’nin orduyu ıslahı gerçekleşmeseydi Milli Mücadele olmazdı. Bu hususta bilim adamlarında mutlak görüş birliği vardır. Lozan’a “Hezimet” diyen akılsızlar, elbette bu konuda da aynı şeyi yapıyorlar. Bu zihniyet Milli Mücadele’ye de karşıdır. ”Sarıklı Mücahidler”miş! Kaç tane Şehit “Sarıklı Mücahid” varmış! Kimi kandırıyorsunuz? İnanın Üstad da aynı görüştedir! Necip Fazıl’ın ‘Sakarya’ şiirini yıllarca okuduk ve güya duygulandık! Lütfen bir daha okuyun, bu zihniyet Milli Mücadele’ye karşı mı, yanında mı? Lütfen:
SAKARYA
İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!..
Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de al,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.
Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya; sâf çocuğu, mâsum Anadolu’nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Enver Paşa’nın Alman Denizaltısı’nda Odesa’yı bombalama emri belgesine gelince, bir doktora tezinde bu işin belgesinin yayınlandığını duydum; lâkin çalışmayı tamamıyla incelemedim. Bu sebeple yukarıdan beri yaptığımız açıklamaların mutlaka muhatabı ilgili akademisyen arkadaşımız değildir. Zaten savaşın başlaması ile ilgili bütün çalışmaların da yönü bu tarafı gösteriyordu. Şahsen şaşırmadım; ancak belgenin yayınlanması, elbette tarihimiz açısından çok önemlidir. Fakat öyle mal bulup Mağribî’ye dönmenin anlamı da yoktur; çünkü tarihi hadiseler mutlaka zamana göre sebep sonuçları ile değerlendirilmesi şarttır. Böyle bir yol izlenip izlenmediği hususunda bilgimiz yoktur. Lütfedilir, tezi nasıl bulabileceğimiz hususunda aydınlatılırsak daha düzenli görüş bildirebiliriz.
Fakat tekrar yukarıda yaptığımız açıklamalara dönüyoruz ve şahsen, keşke Necip Fazıl’ı tanımamış ve kendimi kandırmamış olaydık.! ”Din Mazlumları”nı da okumasaydım!
Allah’a emanet olun.