Ali BADEMCİ
TÜYAP tarafından düzenlenen VIII. Çukurova Kitap Fuarı’nı geçen hafta tamamladık. Ötüken ve Togan yayınlarının yazarı sıfatıyla katıldığımız ve okuyucu ile buluştuğumuz bu etkinliğin siyasete akisleri ve genel durumu üzerinde bir miktar durmak istiyoruz. Üç yıldan beri katıldığımız bu fuarın, bu seneki ihtişamı özellikle son üç gündeki izdihamdan anlaşılmaktadır. Turgut Özal Bulvarı ve bağlantı yolları geç saatlere kadar uzun kuyruklar oluşturdu. Açılış ve kapanış saatlerinde maalesef vatandaş bu eziyeti çekti.
Acaba gündelik siyasete yansımaları nasıldı?Cumhuriyet ve Atatürk yanlısı yayın satan stantlarda kesinlikle kuyruklar oluşmuştu. Milliyetçilik felsefesi ve tarih yayınları üzerine çalışanlar için de aynı hususlar geçerlidir. Geçen ve evvelki seneler “Cemaat”yayınları ve “Atatürk” aleyhtarlığı zirve yapmıştı; bu fuarda sinek avladılar. Demek ki insanımızın üstüne gittikçe tepki veriyor ve tersine hareket ediyor. İslâmcı yayıncılar da bol bol bildiri dağıttılar, fakat sanıyorum elleri boş döndüler. İnsanımız işini biliyor ve doğru yolu da mutlak olarak görüyor.
Genel milliyetçi yayınların dışında “Ülkücü” yayınlar da bir hayli artmış; lâkin kafa karışıklığı devam ediyor ve bu yayınlarda kalite olduğu söylenemediği gibi birçoğunda dürüst bir imlâ bile yok. Elbette basım teknolojileri kolay ve ucuz olduğundan bin lirası olan kitap çıkarabiliyor. Ayrıca İstanbul’da bu işin ticaretini yapan uyanıklar da var. Meraklının yazdıklarını alıyor, üstüne 3-5 bin lira parasını da cebine indiriyor, hiçbir denetim ve editörden geçmeden mührünü basıp yayınlıyor. Yazara verdiği para karşılığında 5 yüz kitap takdim edip, gerisini de tezgâhında evvelâ yazar yakınlarına satarak bir kâr daha yapıyor. Kalitesizliğin sebebi de buradan kaynaklanıyor. Hâlbuki önemli olan, kitap yazmak kadar onu denetimden ve işlemden geçmiş olarak yayınlatabilmektir. Bu iş de, belli bir birikim ve ehliyet gerektiriyor. Yayıncılık öyle kolay bir iş olmayıp tamamen ekip ve kadro meselesi. Yazarın da mutlaka para vermek yerine telif ücreti alması şart. O zaman ancak hem kalite yakalanabilir hem de ehliyetli ve donanımlı insanlar yetişebilir. Bu yolu izlemek en doğru olanıdır; hiçbir yayıncı kendine gelen kaliteli bir ürünü basmamak yapmaz.
Eskiden, bir yazarın ürünü bir gazetede tefrika edilerek görücüye çıkardı; şimdi bu usul çok gerilerde kaldı. Hikâye ve şiir türü edebiyat eserleri ise dergilerde yer alır, yazar ancak böyle tecrübe sahibi olurdu; şimdi bu yol da kapalı olduğuna göre, yetişme internet sitelerinde yazmak, kendini yetiştirmek veya kendi imkânları ile çabalayıp bir ürün ortaya koyarak doğru yolu bulmak. Bu işler rastgele yapılırsa yazarlık da başlamadan biter.
Atatürkçülüğü geç öğrenen “Ülkücüler” son zamanlarda çok hata yapmaya başladılar. Daha kitaplarının adında bir takım tartışılan isimleri, tarih olmuş şu veya bu hareketi yüzünden “Hain” ilân ediyorlar. Hâlbuki her şeyden evvel sosyolojik olarak “Vatansever” olmak çok kolay olduğu halde “Hain” olmak ve birilerini ihanetle itham etmek, çok düşünülecek zor bir iştir. Özellikle gençlerin bu konulara çok dikkat etmesi gerekiyor. Üzerimizde dünya kadar emeği olan insanları doğramanın zararını siyaset çeker ve ayıplanırsınız. Devamlı olmanın yolu dengeli olmaktan geçer. Nasıl ömründe bir kere “Türkeş” okumamış insanların “İhanet” çığlıklarına kızıyorsak, aynı şekilde başkalarını da düşünmek zorundayız. İyi bir avukat olabilirsiniz lâkin iyi bir yazar olmak, aşırı görüşleri ifade etmek gibi bir yoldan geçmez. Hatta bizzat Atsız Bey, keskin görüşlerle ortaya çıkan insanların problemli, milliyetçilerin içine girmiş kasıtlı insanlar olduğunu yazılarında vurgulamıştır. Her yazar bizimle aynı görüşleri paylaşmayabilir; fikrine saygı gösterip, üzerimizde emeği bulunduğunu da unutmamak şarttır.
Size örnek vereyim; Cumhuriyet devrinde kendilerinden fevkalade faydalandığımız tarihçilerimiz vardır; fakat Osman Turan-Faruk Sümer-M. Altay Köymen’i hocaları Köprülüzade Fuat’ı atlayarak çözemeyiz. Erol Güngör’ün sosyolojik, Bahaeddin Ögel’in kültür tavsiyelerini İslamsız izah etmekte çok büyük zorluklar vardır. Fakat tarih bilginiz yoksa H. Ziya Ülken ve Abdülkadir Gölpınarlı’yı katiyen anlayamazsınız. Necip Fazıl’ı bilmeden Atsız Bey tahlilleri de yapamazsınız; size göre Necip Fazıl gereksiz, Atsız Bey tabu ise siyaset de yapamaz, bir anda milletin inançları ile çelişirsiniz. Bugün ülkücülerdeki Cumhuriyet ve Atatürk muhabbetti, ne yazık bu yöne doğru gitmekte ve dinsizliğe yaklaşmaktadır. Özellikle “Ülkücü Siyaset” açısından bu ne büyük tehlikedir. Belki de bir takım odaklar, bu yönlendirmeyi bilerek yapıyor. Nasıl Türksüz bir İslâm’ın Arap yüzü sırıtıyorsa, İslamsız bir Türklük de, sizi milletinizden pek uzaklaştırır. Bunları düşünün ve yardım isteyenlere hazırım.
Muhabbetle