Özcan Yeniçeri: “MHP Genel Başkanının bu aşamada ‘ölen Müslüman için de kolkola girin’ çağrısı ciddi bir eleştiri ve anlam içermektedir. “
Parlamentoda düzenlediği basın toplantısında, şartlanmış insanların dava ya da ideal uğruna öldürdüklerini sandıklarını, oysa cinayet işleyenlerin insanları öldürürken gerçekte savundukları değerleri öldürdüklerini belirten MHP Ankara Milletvekili Prof. Dr. Özcan Yeniçeri, Müslümanlığın bir kişinin öldürülmesiyle bütün bir insanlığın ölümünü aynı gören bir din olduğunu, İslam’ın kime karşı yapılırsa yapılsın asla katilliği, zalimliği ve caniliği onaylamadığını ifade etti. Sultanahmet’te, Paris’te, Suriye’de işlenen cinayetlerin aynı kategoride olduğunu kaydeden Yeniçeri, “Hangi sloganla, kime karşı ve nasıl bir gerekçeyle işlenmiş olursa olsun bu cinayetler hem İslam hem de insanlık dışıdır” dedi.
Yeniçeri’nin Basın Toplantısında yapmış olsuğu açıklamalar şu şekilde:
Katliamı Araç Olarak Kullanmak
Şartlandırılmış insanlar bir din, dava ya da ideal uğruna öldürdüklerini sanırlar. Oysa cinayet işleyenler insanları öldürürken gerçekte savundukları değerleri öldürmüş olurlar. Kaldı ki İslam, birilerinin sandığı gibi bir öldürme değil yaşatma, kurtarma dinidir. Müslümanlık bir kişinin öldürülmesiyle bütün bir insanlığın ölümünü aynı gören bir dindir. İslam kime karşı yapılırsa yapılsın asla katilliği, zalimliği ve caniliği onaylamaz.
Sultanahmet’te, Paris’te ya da Suriye’de işlenen barbar/vahşi cinayetler aynı kategoridedir. Hangi sloganla, kim, kime karşı ve nasıl bir gerekçeyle işlenmiş olursa olsun bu cinayetler hem İslam hem de insanlık dışıdır.
Cinayetlerin özgünlüğü üzerinde değil daha çok teröristlerin felsefesi ve terörün nasıl üretildiği üzerinde durmak gerekir.
İnsanları Katil Yapan Anlayış!
Belirtilmelidir ki, şiddetin ahlakı yoktur. Şiddet sadece bir tekniktir. Ahlakın başladığı yerde şiddet geri çekilir veya yok olur. Şiddete başvurmadan önce birey amacını ahlakileştirmeyi dener. Bu olmayınca doğrudan doğruya amacını ahlak edinir. Amacını ahlak edinen birey vicdanını rahatlatacak gerekçeyi edinir. Böylece, gönül huzuru içinde amacına katkı sağlayacak şiddetin ve caniliğin her çeşidini hem cinslerine rahatlıkla uygulayacaktır.
Ünlü anarşist Bakunin’in şu sözleri, amacını ahlak edinmiş bir meczubun ruh halini göstermesi bakımından ilginçtir. “Bu yüce davaya hizmet etmek için davulculuk yapmaya, hatta bir alçak olmaya hazırım; davayı saçımın bir telinin uzunluğu kadar bile ilerletmeyi başarırsam, bu bana yeter”.
Cinayet önderleri, eylemcileri “dava” diye adlandırdığı ve bizzat ‘kendi inşa ettikleri alandaki’ mücadelede basit bir araç mertebesine indirgeyerek, onları kişisel onurlarından ve kimliklerinden koparmakla işe başlarlar.
Onlara önce bir davanın yararına gerçekleştirilmek kaydıyla eylemin ne denli adi, vahşi ve barbarca olmasının önemli olmadığı inancı verilir. Dava yararına olan eylem meşrudur. Meşru olan aynı zaman da ahlakidir de.
Katılaşan Vicdan Yok Edilen İnsanlık!
Eylemcilerin bu inanca ulaştırmak için yoğun bir bilinçsizleştirme ve katılaştırma seanslarından geçirilir.
Çernişevski’nin “Ne Yapmalı” adlı ünlü romanındaki kahraman Rahmetov, “kendini katılaştırmak için pişmemiş ekmek yer ve çivili yatakta uyur. Kişisel bir yaşamı, karısı, dostları, onu amacından uzaklaştırabilecek aile bağları yoktur. Boş sözler ve formalitelerle zaman yitirmemek için bilerek kaba bir konuşma ve davranış tarzını benimser. Parasını kişisel gereksinmelerine değil yoksul öğrencilere ve devrimci davaya hizmet etmek amacıyla kullanır”.
Dava uğruna kendilerini tamamen geri planda tutabilmek için dostlarından; ailelerinden, kişisel yaşamlarından, hatta isimlerinden vazgeçerler. İşutin’in sözleriyle bu amaca ulaşmak için hırsızlık, şantaj, hatta cinayet dahil her araca izin veriliyordu. Sahtekârlık, aldatma, masum insanların suçlanması, denetimlerini ele geçirmek üzere rakip gizli derneklere sızma gibi. Üyelerden birisi babasını zehirleyip mirasını davaya aktarmayı bile düşünebiliyordu.
Sonuçta eylem gerçekleştirilince, eylemi yapan teröristin son hareketi, dişlerinin arasına sıkıştırdığı cıvalı patlayıcının pimini çekerek kendini yok etmek olmalıydı.
Davayı gerçekleştirmek için kurulmuş olan örgütler, genellikle, “tutkuyla ve hiç yorulmadan sadık kalan, kişisel çıkarlarından olabildiğince vazgeçen, insanları cezbeden; her şeyden, her türlü maddi konfor ve sevinçten, hırs, statü ve ünün getirdiği doyumlardan; yaşamak için, ya da bizzat ölümün kendisi için ebediyen vazgeçen” kişilerden meydana gelir.
Amaç edindiği davası için öğrenimini yarıda bırakan bir öğrenci, “kitleler eğitimsizdir; bu yüzden bizim eğitim almaya hakkımız yok. Halka dolandırılıp soyulduklarını anlatmak için çok şey öğrenmeniz gerekmiyor” demekteydi.
Teröriste değil terörü besleyen fikri/zihni temeller üzerinde yoğunlaşmak gerekir. Unutmamak gerekir ki, terörü neyin, nasıl ürettiğini bilmek yarı yarıya önlemenin ilk şartıdır.
Paris Saldırısı ve Teröre Karşı Gösterilen Küresel Duruş!
Paris’te meydana gelen terör saldırısına karşı düzenlenen mitinge altmış civarında ülkenin devlet başkanının katılması önemlidir. Bu teröre karşı küresel bir duruşun eylemli olarak ortaya konması anlamına gelmektedir. Önemli bir gelişmedir.
Terör küresel/evrensel bir beladır. Terörün mezhebi, dini, ideolojisi ve etnisitesi yoktur. Terörü herhangi bir dine, etnisiteye ve ideolojiye indirgemek, terör belasını küçümsemek aslında dolaylı olarak terörü korumak anlamına gelmektedir.
Teröre karşı küresel bir duruş, karşı çıkış zamanında ortaya konmuş olsaydı belki de Paris’te bu kadar çok liderin toplanmasına gerek kalmazdı.
PKK’nın köyler basıp, bebekleri, masum sivilleri öldürüldüğünde; Gazze’de, Kerkük’te, Suriye’de, Pakistan’da, Afganistan’da binlerce insan bir anda katledildiğinde teröre karşı, dünya liderleri küresel bir duruş gösterilebilseydi terörün belki de bu kadar yaygınlaşması mümkün olmazdı. Avrupa’ya, İsrail’e ya da ABD’ye yönelik terörist saldırılara küresel; İslam ülkelerine yönelik terörist saldırılara ise ülke ya da bölgesel karşı çıkış her şeyden önce ahlaki değildir. Terör marjinalleştirilmek ya da önlenmek isteniyorsa, terörizme karşı çifte standartlı tavır süratle terk edilmelidir.
MHP Genel Başkanının bu aşamada ‘ölen Müslüman için de kolkola girin’ çağrısı ciddi bir eleştiri ve anlam içermektedir.
Paris katliamından bir gün önce Boko Haram’ın Nijerya’da gerçekleştirdiği 2000 kişinin katledilmesine dikkati çeken genel başkanımız “2 bin mi çok, 17 mi fazla?” sorusunu sormuştur. Bu soru teröre karşı gösterilen çifte standardı ortaya koyması bakımından yerinde bir sorudur.
Diyanet İşleri Başkanı Görmez de “12 milyon insan katledildiği zaman ses çıkarmayan insanlığın 12 kişiye düzenlenen cinayet sebebiyle ayağa kalkmasını ibretle izledik” sözleri de bu bağlamda üzerinde durulması gereken açıklamalardır.
Açıkça ifade etmek gerekir ki, terörü İslam’la ilişkilendirenler ya da İslam’ı fobyanın aracı olarak kullananlar teröre en büyük desteği verenlerdir. Bu bağlamda Bernard Lewis’nin “terörün nedeni Müslümanlar değildir, İslam dinidir. İslam dinine yapısal olarak teröre uygun bir dindir” şeklindeki açıklamaları da ibrete şayandır.
Esas olan caninin inancı, katilin kimliği ya da cinsiyeti değil eylemidir.
Aynı şekilde kitlesel katliamlar ve etnik temizlik yapan Nazist Hitler’i, Faşist Mussolini’yi, komünist Stalin’i de Hıristiyanlıkla ilişkilendirmek doğru değildir.
Terörü Lanetleyelim Ama Ucuz ve Uçuk Kahramanlık da Yapmayalım!
Terörü bir bütün olarak kınamak, lanetlemek insan olan herkesin görevidir. Basın ve ifada özgürlüğünü savunmak da her özgür vicdanın yapacağı iştir. Haklı davaları haksız hale getirmemek de aklıselim sahibi herkesin görevi olmalıdır. Bu bağlamda “Hepimiz Çarliyiz” ya da “Hepimiz Hırant’ız” gibi ucuz ve uçuk açıklamalar teröre karşı bir duruşu göstermez.
Terörü lanetlemek ne kadar insanı ve ahlaki ise insanların inançlarına, kutsallarına saygı da en azından o kadar insani ve ahlakidir. Bu bakımdan Türkiye’de Charli’liğe soyunan ya da tahrik edici tavır takınanlar gerçekte haklı bir tepkiyi haksız hale getirmektedirler.
Ankara’da Yağan Kar ve Yollar!
Ankara’yı yönetenler kışın Ankara’ya karın yağacağını hiç hesap etmemiş gibiler. Zira Ankara’ya her kar yağdığında kentin birçok yerinde yollar kapanmakta, trafik kaotik bir hal almakta ve yolların açılması için ciddi bir caba gösterilmemektedir. Ankaralılar kar yağışının akabinde yolların açık tutulması için ciddi ve çok yönlü bir cabanın gösterilmediğine şahit olmaktadır. Ankara’ya kar yağdığında Büyükşehir Belediyesi havanın ısınması ve karın erimesini beklemekten başka ciddi bir çaba göstermemektedir.
Aynı ihmal ve vurdumduymazlık Ankara’da yağmur yağdığında da görülmektedir. Yağmur yağdığında Ankara’da bazı yer altı geçitleri suyla dolmakta, alt yapı adeta alarm vermektedir. Büyükşehir hem kar hem de yağmur yağdığında başkenti doğal şartlara emanet etmektedir.
Vatandaşlara çıkarılan asfalt paralarının tahsili ve takibinde ise Ankara Büyükşehir adeta şahin kesilmektedir. Vatandaşlara kesilen ve ödenmesi neredeyse imkânsız olan asfalt payları için vatandaşlar anında icra, haciz ve takip baskısı altına alınmaktadır. Ankara Büyükşehir Belediyesi vergide şahin; hizmette ise idare-i maslahatçı bir tavır takınmaktadır.
Ankara Büyükşehir Belediyesi halktan yoğun olarak tepki gören asfalt haracı için konuyu TBMM’ye ve Bakanlar Kuruluna havale etmiştir. Ancak, bu havale belediyeyi sorumluluktan kurtarmayacaktır.
Komisyon Raporu Komisyonun Kendisi Gibi!
Meğerse haklarında onca iddia bulunan bakanlar ve çocukları sütten çıkmış ak kaşıkmış. İnsanlar onların günahını almışlar. İtham, iddia ve isnatlar mesnetsizmiş. Aslında ortada suçlama da yokmuş. Yolsuzluk saçma, görevi kötüye kullanma palavra, nüfuz ticareti gerçek değilmiş (!)
Odalarda yedi kasa birden bulunmamış, ayakkabı kutularındaki paralar mizansen ama faizleri gerçekmiş. Koldaki saat Çin pazarından alınmışmış…
Muhalefet, boşuna adamların günahlarını almış. Erdoğan’da bu bakanları haksız yere görevden almış. Haksızlığa uğrayan ve yerden göğe haklı olan bu bakanlar nihayet soruşturma komisyonunda bir güzel AKlanmışlar.
Soruşturma komisyonu verdiği kararla kendisini soruşturulur, yargılanır hale getirmiştir. Bu durum tam da tuzun kokması gibi bir sonuç doğurmuştur.
İktidar gücüyle, kudret sahiplerinin baskısıyla yürütülen bir soruşturmadan bundan başka bir sonuç elbette sürpriz olurdu. Soruşturmayı yaptıran irade de suçun ortağı olunca sonuç böyle oluyor.
İyi de insanlar gözlerine mi? Olan bitene mi? Yoksa AKlama komisyonuna mı inanacaklar? Birisi çıkıp da iyi de ‘dünya yine de dönüyor’ derse ne olacak?
Buradan ifade ediyorum bu davada adı geçenler geçici olarak AKP’nin tepe yönetiminin baskısıyla şimdilik AKlanmıştır. Önümüzdeki süreçte Türkiye asalaklarını, parazitlerini ve bağırsaklarını temizlemeye buradan başlayacaktır. AKP’nin çok kullandığı jargonla “Bu şarkı burada bitmeyecektir!”