Ergun KAFTANCI
İDRİS Güllüce; Tuzla ilçesinin belediye başkanıydı, oradan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na tırmandı. SelefiErdoğan Bayraktar şikâyet etmezdi ama Güllüce, vekilliğin cazip bir iş olmadığını ve vekillerin ekonomik sıkıntı çektiklerini, maaşlarıyla ay sonunu getiremediklerini ileri sürdü… Vekiller, binlerce liralık maaşlarıyla ay sonunu getiremiyorsa asgari ücret alan teknisyen, kuş yemi kadar maaşıyla idare eden emekli ve memur, 60 lira yövmiyeyle amelelik yapan delikanlı, müşteri bulamadığında evine meteliksiz dönen taksi şoförü, kasap, manav, pazarcı, berber filan ne yapsın, bu insanlar nasıl geçinsin… Çözüm ne? Çözümü, ülkeyi yönetenler bulacak.
İdris Beyler, “Geçinemiyoruz, ay sonunu getiremiyoruz” diye şikâyet edeceklerine yurttaşların, insan gibi yaşamasını sağlayacak bir gelire kavuşmalarını ve ülkenin ekonomik koşulların iyice düzeltilmesini sağlamalılar… Güllüce, “Geçinemiyoruz” şeklindeki yakınmasını halka değil de Beştepe’ye yapabiliyor mu, ona bakarım ve ancak ona, cesaret ve hak arama derim… Öyle değil mi bay bakan, yakınılacak adresi karıştırmamak lâzım! * * * YANDAŞ, dolayısıyla yalaka olmayan bir televizyon, konuyu ekrana getirdi. Tayyip Bey’in mağdur edebiyatı yapmak için kullandığı “Kabataş’ta türbanlı bir bacımız, haddini bilmez gezicilerin tacizine maruz kaldı”iddiasının külliyen asılsız olduğu bir kez daha açıklandı… Vali de, Emniyet Müdürü de böyle bir olayın yaşanmadığına tanık
olduklarını söylemişler. Bu olayın yaşandığına dair tek bir kamera görüntüsü yok. Ama iddia, muhteremin dilinden hâlâ kurtulamadı… Kısacası “Kabataş’ta taciz” iddiasının aslı astarı yok… Muhterem bununla da kalmadı; yıllardan beri, kızının türbanlı olduğunu, o nedenle üniversiteye gidemediğini iddia ediyor. Bu iddia da doğru değil. Muhteremin kerimesi hanımefendi, sınavı kazanamadığı için üniversiteye girememiş. Bunun üzerine Sümeyye kardeşimize bir kadîm dost yardımcı olmuş, tahsil masraflarını karşılamaya söz vererek Sümeyye kızımıza yurt dışına gitme olanağını sağlamış… Tayyip Bey, 28 Şubat’ın mağduru olduğunu da iddia etmekten vazgeçmedi… Ne mağduru; aksine 28 Şubat hareketi ve mantığı muhteremle arkadaşlarını Erbakan‘dan koparıp iktidara itekledi. İkballe kucaklaşmak ne zamandan beri mağduriyet oldu!? Malûmun ilâmı sayılan bu ifadelerin yeniden gündeme getirilmesi manidar. Eskisi gibi mağdur rolü oynarlarsa AKP’nin bu seçimi de kazanacağını sanıyorlar…
Oysa geçti Bor’un pazarı…
………………………..
Erdoğan‘dan miras, toplu açılış kandırmacısı sürdürülürken parti lideri gibi meydanlarda nutuk atmak, böylece cumhurbaşkanlığının yeminini ve görevlerini içeren anayasanın 103. ve sonraki maddelerinde yer alan hükümleri çiğnemek, herhalde muhteremin görevleriyle bağdaşmamaktadır.
Tayyip Bey, Gaziantep’te bir kez daha “400 milletvekili verin, anayasayı değiştirelim” çağrısını, AKP dururken herhalde Kasımpaşa Gençlik Kulübü adına yapmadı…
………………………..
Defterime not düşmüşüm, demişim ki:
–Siyasetçiler ve ideolojik temele dayalı sivil toplum örgütleri, yasalardan uzaklaşan bürokratlar ve onlara özgü bürokrasi anlayışı olduğu sürece gerçek anlamda demokrasi ülkemize yerleşemez…
Görüyorsunuz yerleşemedi de…
Anayasanın koyduğu hükümlerin dışına çıkanlar yüzünden bugün geldiğimiz noktayı, yani sözde demokrasiyi benimsemek zorunda bırakılacağımızı, taa 16 yıl önceden saptadığımı anladım…
Kısaca söyleyim, raşitik bir demokrasiye sahibiz; bu iktidarı başımızdan göndermediğimiz sürece kör topal bir demokrasi anlayışının egemenliğine katlanmak zorunda kalacağız.
Yaşadıklarımız herhalde bize meheldir!
* * *
NOT tuttuğum defterlere Defter-i kebîr diyorum; içinde neler yok neler, o sayfalar nelere tanıklık ediyor bir bilseniz…
İzninizle bazılarını aktararak bir defter-i kebîr karmacası -potburi- yapayım, demişim ki:
* Duyarsız kalabalık olduk…
* Adayları, aday adayları arasından seçecek olan liderlerin önümüze sürecekleri listelere nasıl oy vereceğiz, elimiz kırılmayacak mı!
* Yıl 1999; petrolün varili 13 dolar 35 cent; üçüncü ayın 24’ündeyiz. Akaryakıt ve müştakları bizde bu nedenle pahalı…
* Bu siyasetçiler yüzünden edeple haya birbirine küstü…
* Abası kırk yamalı geldiler, bakalım nasıl gidecekler…
* Fransız başbakanlarından Clemenceau “Savaş generallere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir” diyor.
* Hamsiyi tavada pişirmişler, ezip Temel’e viyagra diye yutturmuşlar…
* İnsanoğlu dana pirzolası değil ki dövdükçe yumuşasın…
* Aşırı baskı yapan ve hakkı ortadan kaldıran, bu ektikleri yüzünden isyan biçer!
* İnsanlara önce öğrenmeyi öğretmeliyiz…
* Yüzyıl önce Türkçe 100 bin kelimeydi, bugün 10 bin kelime. Konuşma dilimiz ise 500 kelimeye indi. Aramızda 50 kelimeyle konuşanlar var- Ahmet Kabaklı…
* Din politikanın emrinde olamaz, politik amaçlı kullanılamaz; politika da öyle, dinin emrine giremez. İkisi de birbirinin varlığına saygılı olmalıdır ki toplum huzurunu kaybetmesin…
Bugünlük yeter sanıyorum…
2003 yılında yaptığım şu saptamam da dikkate değer:
* Ülkemizin sorunu özgürlüktür; bu sağlanırsa çatışma da biter, kimlik sorunu da…