Ergun KAFTANCI
ADAMA bir türlü, eş anlamlı sözcüklerin cümle içerisinde yan yana kullanılamayacağını, kullananların ise yanlış yaptığını defalarca hatırlattık ama nafile; hâlâ ilgi ve alâka sözcüklerini yan yana kullanıyor.
Cehaletten mi, inattan mı anlamak zor…
Ne olur kullanırsak demeyin, dilimiz yozlaşır!
Adamın biri “Prompter” dedikleri cihazdan konuşmasını ezberlemiş gibi okuduğunda “Aman da ne güzel konuşuyor, adam hatip yahu hatip” diyerek yalakalık yapanlarımız, Türkçe’de bu tür kakafoniye yer olmadığını da artık öğrenmeli.
Şu cümleye bakın:
–İlişkimizin devamlılığı olduğunu gördüğüm gibi, ilgi ve alâkada bir artış da var. Ülkemize yönelik bir sempati var ve her geçen gün artıyor.
Kafa göz yaran bir cümle…
Külliyen yanlış dolu…
Bazıları da eş anlamlı, mesela sağlık ve sıhhat sözcüklerini yan yana kullanıyor; bu çarpık ve yanlış kullanımı alışkanlık haline getiren de, okul sıralarında dahi doğru dürüst öğretilmeyen ana dilimizi yeni kuşağa yanlış öğretmiş oluyor. Türkçe de zaman içerisinde yozlaştıkça yozlaşıyor.
Türkçe’nin yanlış kullanılmaması gerektiğini işaret eden bu kısacık notla dikkat uyarısı yapıyor, izninizle sıradaki konulara geçiyorum…
* * *
BAŞKA ülkelere asker göndermek ancak Meclis’in kararıyla mümkün. Keza, yardım amaçlı da olsa askeri malzeme göndermek de öyle; Meclis’ten bu konuda bir karar tezkeresi geçirilmeden hükûmet askeri açıdan hiçbir karar alamaz. Diyelim ki milli iradeyi pas geçti ve sembolik de olsa asker gönderdi ve yine diyelim ki konuk olduğumuz ülke de savaşa girdi, o zaman ne yapacağız?
Tabanı yağlayıp kaçacak mıyız?
Yoksa “Bize yakışmaz” diyerek savaşa mı bulaşacağız?
Bu tür ihtimaller olduğu içindir ki ülkemizi bağlayacak her karar gibi asker ya da askeri malzeme gönderme kararının da Meclis’ten geçirilmesi gerekiyor…
Irak’a silah ve mühimmatla birlikte savaş sırasında kullanılsın diye gönderdiğimiz çeşitli malzemenin sevki için Meclis’ten bir tezkere geçirilmemiştir. Bu alışkanlıkla komşu ülkeye, izne gerek görmeden asker dahi gönderebiliriz.
–İlişkimizin devamlılığı olduğunu gördüğüm gibi, ilgi ve alâkada bir artış da var. Ülkemize yönelik bir sempati var ve her geçen gün artıyor.
Kafa göz yaran bir cümle…
Külliyen yanlış dolu…
Bazıları da eş anlamlı, mesela sağlık ve sıhhat sözcüklerini yan yana kullanıyor; bu çarpık ve yanlış kullanımı alışkanlık haline getiren de, okul sıralarında dahi doğru dürüst öğretilmeyen ana dilimizi yeni kuşağa yanlış öğretmiş oluyor. Türkçe de zaman içerisinde yozlaştıkça yozlaşıyor.
Türkçe’nin yanlış kullanılmaması gerektiğini işaret eden bu kısacık notla dikkat uyarısı yapıyor, izninizle sıradaki konulara geçiyorum…
* * *
BAŞKA ülkelere asker göndermek ancak Meclis’in kararıyla mümkün. Keza, yardım amaçlı da olsa askeri malzeme göndermek de öyle; Meclis’ten bu konuda bir karar tezkeresi geçirilmeden hükûmet askeri açıdan hiçbir karar alamaz. Diyelim ki milli iradeyi pas geçti ve sembolik de olsa asker gönderdi ve yine diyelim ki konuk olduğumuz ülke de savaşa girdi, o zaman ne yapacağız?
Tabanı yağlayıp kaçacak mıyız?
Yoksa “Bize yakışmaz” diyerek savaşa mı bulaşacağız?
Bu tür ihtimaller olduğu içindir ki ülkemizi bağlayacak her karar gibi asker ya da askeri malzeme gönderme kararının da Meclis’ten geçirilmesi gerekiyor…
Irak’a silah ve mühimmatla birlikte savaş sırasında kullanılsın diye gönderdiğimiz çeşitli malzemenin sevki için Meclis’ten bir tezkere geçirilmemiştir. Bu alışkanlıkla komşu ülkeye, izne gerek görmeden asker dahi gönderebiliriz.
Başka ülkelerle bu tür ilişki kurarken her ihtimali hesaba katmak zorunda olduğumuzu unutmayalım…
* * *
İÇ Güvenlik Tasarısı Meclis’te kan akmasına neden oldu…
Kavga, dövüş, başa inen tokmak, havada uçuşan bardak, hepsi yaşandı…
Bir düşünün; tasarı yasalaşırsa Meclis’te tanık olduğumuz niza ve didişme, sokakta da görülecek. Polis yurttaşın, yurttaş polisin yakasına yapışacak. Biri götürmek için, diğeri gitmemek için direnecek; buyrun cenaze namazına!
Bu tasarı Meclis’ten çekilmeli ve toplumun demokratik haklarına gölge düşürülmemeli. Kamu düzeni, mevcut yasalarla sağlanabilir; yeter ki iktidar, yasaları uygulamayı bilsin. Siyasal irade işte o zaman hukuka dayalı otorite haline gelir!
* * *
DATÇA‘da, gezi eylemlerine katıldığı gerekçesiyle 17 yurttaş hakkında soruşturma açıldı. Savcılık bu yurttaşların ifadelerini aldı ve haklarında “Soruşturmaya gerek yok” kararı verdi.
Bu kararı veren Savcı Ferdi Baba‘ydı ve örnek olacak, baba bir karar vermişti. Kararı da şu gerekçeye dayamıştı:
-Toplantı ve gösteriler, uluslararası sözleşme ve belgelerle ulusal hukukta yer alan ayrıntılara dayalı olarak düzenlenmiştir. Herkes barışçı toplanma hakkına sahiptir. Devlet, bu hakkın yurttaşlar tarafından kullanılmasının sağlanması için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür.
Baba karar işte bu!
Demek ki hukuk, engellemelere rağmen her yerde ön plana çıkıyor…
Sağolasın savcı Baba!
* * *
SAVCI dedim de aklıma, haklarında dava açılmasına izin verilen savcılar geldi… Muammer Akkaş, Celal Karave Zekeriya Öz…
İlk ikisi 17-25 Aralık operasyonlarını yürüten savcı. Kimin hışmına uğradıklarını düşünün. Operasyonları darbe diye niteleyenler bu savcılar hakkında neler demişti onu da hatırlayın…
Suçları CMK’ya aykırı dinleme yaptırmak, bazı tapeleri imha etmek falan filan… İncir çekirdeğini doldurmayacak suçlamalara maruz kaldılar, HSYK tarafından açığa alındılar; şu an görevde değiller…
Bir diğer savcı da Zekeriya Öz; Öz, Ergenekon adı verilen davanın savcısıydı. Görevdeyken AKP iktidarı tarafından yere göğe konulmuyordu. Davanın kumpas sonucu açıldığı ortaya çıkınca bırakınız yere göğe konulmasını, içeri atılması gündeme getirildi. Ona yapılan suçlama ise Fatih Belediyesi’ne ilişkin iddialarla yurt dışı geziler…
HSYK, yargılanmasına izin vermedi. Yargılansaydı belediyeye ilişkin gizlenen pek çok gerçek de gün ışığına çıkabilirdi…
Kısacası, birileri ayvayı yerdi…
Peki bu savcılar, paralel yapıya mı mensup?
Siyasal iradeye bakarsanız öyle; oysa değil, bu insanlar savcılık görevini yerine getirenler; kimsenin ne adamı, ne yandaşı, ne yalakası… Ama iktidara bakarsanız üçü de Pensilvanya sakininin adamı…
* * *
İDDİA doğruysa rezalet…
Beştepe’deki kâşanede çalışanlara ilişkin ödenen maaş miktarının
düşürülmesi için mutfak, getir götür ve temizlik işlerinde Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesi’nde okuyan öğrenciler çalıştırılıyormuş.
“Bunlar sabahtan akşama kadar bulaşık yıkıyor, duruluyor ve kuruluyor” diyorlar. Getir götür işinde koşuşturuyorlarmış. Söylentilere bakılırsa maaş almıyorlar, sigortaları yok, öteki sosyal hakları da verilmiyor. Boğaz tokluğu bile söz konusu değilmiş…
Ailelerinin, bu durumdan haberi var mı, yok mu bilemiyorum…
Tam bir sömürü…
Ne acı ki saraya kadar girdi!
* * *
CUMHURUN başı, heykeltraş Mehmet Aksoy‘a hakaretten hüküm giydi.
Aksoy’un yaptığı ve insanlığın parçalandığını ifade eden canım heykele “Ucube” diyerek sanat üzerinden sanatçıya hakaret etmiş sayıldı ve 10 bin TL tazminat ödemeye mahkûm edildi.
Bir devlet başkanının sanatçıya hakaret etmesi dünyada ilk kez oluyor; bu konuda mahkûm edilmesi de…
Bazen böyle pestenkerâni konularda şampiyonluğu ve ilk olmayı kimseye bırakmıyoruz…