Ali BADEMCİ
1000 yıllık Türk vatanının ayrılmaz bir parçası olan bazı Doğu ve Güneydoğu topraklarımızda elîm hadiseler olanca çığırtkanlığı ile devam ediyor. Tarih boyunca hiçbir zaman Kürdistan ve Kuzey Suriye diye adlandırılmamış olan bu bölgenin en azından coğrafi olarak “Kürdistan” diye anılması ve bu adla siyasi partiler kurulmasına izin verilmesi şimdiki Cumhurbaşkanımız veya AKP’li yıllarda başladı. Bu hatalar şimdi “Devlet Sabrı “olarak nitelendirilip mesele başka mecralara çekilmekte, fakat bu sefer de “Özerklik-Özyönetim” gibi teşebbüsler hafife alınmaktadır. Kürt ve Kürdistan adları ilmen İranî bir deyimdir ve bu coğrafyada bugünkü Kuzey Irak tabirinin kuzeyi İran’ın Kirmanşah Bölgesi veya Elburuz Dağları’nın batısını ifâde etmektedir. Uzun Osmanlı dönemlerinde bu bölgenin ahalisi İran sıkıştırmalardan ötürü Fırat Doğusu’na çekilmiştir. Halbuki Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkmen bölgeleri diye gerek Fatih Mehmed ve gerekse Yavuz Selim – Kanuni Süleyman devirlerinde İran isteklerine rağmen üstlerine gidilmemiştir. Ancak Karakoyunlu ve Akkoyunlular İran’a göçüp Tebriz – Erdebil tahtına oturunca buralara bir İdris-i Bitlisi himmeti olarak parça parça Kürt yerleştirilmiştir. Ünlü Şerefname yazarı Şerefhan’ın babası Şemseddin bu amaçla Karakoyunlu Karamehmed’in kızı ile evlendirilip kendisine Bitlis Beyliği verilmiştir. Ancak Türkmen karısını döğüp Karakoyunlu Hanedanı’na ihanet edince Karamehmed’in oğlu Delü İskender tarafından Ahlât’da asılmıştır. Sonraki yıllarda tamamen Osmanlı toprağı olan bu bölge Kürtler’i İran hanedanlarının soykırımından Osmanlı Sultanları tarafından sırf Sünni oldukları için kurtarılmış ve böylece bölgede Kürt varlığı Bitlisi’nin de himayeleri ile yerleşmeye başlamıştır. Fakat buralara katiyyen Kürdistan denmemiş, herhangi bir eyalet ve özerklik verilmemiştir. Çünkü Osmanlı düzeni eyalet değil Vilâyetler nizamıdır, bugün de aynı durum devam etmektedir. Bu bakımdan Kürdistan deyimi terminolojik olarak İranî oluğu gibi siyaseten de öyledir ve İran aynı huysuzluğu bugün de sürdürmektedir. Dolayısiyle kendi içinde Kürtler’e hiçbir hak tanımayan İran-Irak-Suriye istihbaratı bu deyimi demokratik bir ülke olan Türkiye’ye bir bozgunculuk olarak ihraç etmişlerdir. Hangi devirde olursa olsun Ortadoğu’da Kürtlüğün izahının bundan başka şekli yoktur.
Cumhuriyet’den beri Osmanlı’dan kalan bir miras olarak Güneydoğu dendiği zaman aklımıza hep yeni şekli ile “Sıkıyönetim” eski adı ile “Örfi İdare” gelmektedir. Mutlaka o günden beri gelişen siyaset teknolojileri ve siyaset sosyolojisi karşısında bu deyimin ifâde ettiği tedbirler eskimiştir! Dolayısyla bugünkü dünya şartları da bu kabil tedbirleri hoş karşılamamaktadır. İran’da nasıl sonuç vereceği karanlık olmasına karşılık, Suriye ve İrak’da Kürt ayrılıkçılığının zecri tedbirlerle önlenmek istenmesinin geldiği nokta ortadadır. 1990’ların şiddetle tenkid edildiği ve o zaman askerin de sıkıyönetim ilânı ile bu işlerin önlenemeyeceği görüşleri ortada iken tartışılmadan ve getireceği ile götüreceği hesabları yapılmadan bu görüşleri çare olarak ileri sürmek ne kadar doğrudur bilemiyoruz! Kaldı ki AKP devrinde değiştirilen İller İdaresi Kanunu Valilere Sıkıyönetim komutanlarından daha geniş yetkiler vermektedir.
Sayın MHP liderinin hangi amaçla Sıkıyönetim isteklerini dile getirdiğini elbette bilmiyoruz. Belki de bu sözü başka bir anlamda kullanmıştır. Fakat şurası bir gerçektir ki AKP’nin tedbirlerini şiddetle reddeden MHP ve Türk milliyetçileri bu konuda çareleri de ortaya koymalıdırlar. Bu konuda her şeyden evvel AKP’nin şu “Çözüm Süreci” adını verdiği bilmecenin bütün teferruatı ile ortaya konması ve gerekli bilgilerin temin edilmesi gerekiyor. Çünkü bugün kahramanlığa soyunan, aslında neticenin tek sorumlusu olan AKP’nin de günahlarının “Devlet Sabrı” ile geçiştirilmesi mümkün değildir. İşte MHP ve Türk Milliyetçileri herşeyden evvel bu dönemi sorgulayarak ortaya reçete koyması gerekiyor. Elbette direnmenin kendilerine göre makul sebebleri vardır; toplum karşısında “İnadım İnad” durumuna düşmenin faydası yoktur. Sağlıcakla kalın.