Ali BADEMCİ
Anadolu fâtihi Selçuklu Oğuzları’nın bu coğrafyadaki sıklet ve hareket merkezi Kuzey ve Kuzey Batı Suriye’dir. Elbette Musul’dan Akdeniz’e çizilecek bir çizginin kuzeyi ve Anadolu tam olarak Selçukiler devrinde Türkmen’leşmiştir. Batıda Bizans’a kavuşmak ve bu köhne medeniyeti ortadan kaldırmak Kayı Oğuzları’na nasip olmuştur. Böylece Suriye’de ve Irak’da Türkmenlik denildiği zaman mutlaka Selçuklu Kınık Oğuzlarını hatırlamaktayız. Alparslan Malazgirt’e girmeden Selçuklu orduları Suriye’ye girmiş ve Antakya fatihi Kutalmışoğlu Süleyman fethetmiş ve Halep kalesi önünde de can vermiştir. Sultan Alparslan ve oğlu Melikşah ilk olarak Hatay Süveydiye’de denizi görmüşlerdir. İlginçtir ki Hatay’da Amanoslar Üçok kabileleri ile donatılırken Amik ve Halep Ovaları Bozok aşiretleri özelliklerini taşımaktadır.
Bugünkü Kuzeybatı Suriye’de Halep, İklib ve çoğu Türkye’de kalan ve Yayladağı ile Altınözü arasında bulunan Kuseyr Türkmenleri daha değişik bir tarih özelliklerine sahiptir. Elbette Selçuklu ve Osmanlı buralarda karma iskan yolu ile Türkmenliğin oluşumunu hızlandırmıştır. Aynı şekilde Selçuklular mutlaka daha baştan beri Türkistan’ın muazzam bir askeri ve siyasi hareketiydi. Fakat Kuseyr bölgesinde yıllardan beri yaptığımız saha çalışmalarında her köyde “Acemler” diye anılan bir sülâle mevcuttur. Altınözü istikametine gidilirse bu “Acem” topluluklarının yerini “Arap” olan veya Arapça konuşan, Abu’l Farac’a göre Finikeli olan ve bugün “Nusayri” diye anılan topluluklar bulunmaktadır. Antakya merkeze doğru Nusayri köyü 10’un üzerindedir. Fakat Altınözü merkeze yaklaşırsanız Sünni Arap köyleri ile tanışırsınız. İşte iskan politikası gereği Yayladağı’nın “Acem”i bu bölgede “Arap” olmuştur. Ayrıca Altınözü’ne varmadan kesilen “Nusayri” toplukları bugün Suriye’da “Selkiyye”den itibaren Lazkiye’ye kadar yer yer Sünni ve ağırlıklı olarak Nusayri “Selkinler”ini görürüz. Genellikle Türkmenler’den çok varlıklı olanlar ve Sufiler hep bu “Selkin” kızları ile evlenmiştir. Bunlar da kuvvetle muhtemeldir ki Finikeli-Arap karşımı bir aşirettir ki, çok güzel fiziğe sahip bu aşiret kızları hiçbir şekilde Arap ve Türkmen’e benzememektedir. Gerçek Araplar bunları sonradan Araplaşmış anlamında “Arabü’l Mearibe” diye adlandırmaktadırlar. Çok ilginçtir bugünkü Keseyr bölgesinin tam ortasında yer alan “Mazrai Türkmen” köyü 1529’dan beri aynı adla anılmasına karşılık bir kelime Türkçe bilen yoktur. Bunun gibi Arap asıllı sanılan Selkinler’in Türkiye tarafı ve Bayır’da da en güzel ve en duru Türkçe’yi konuşmaktadırlar.
Kuzey ve kuzeybatı Suriye’nin merkezi mutlaka ve herşeyi ile Türkmen olan Haleb’dir. Fakat burada dikkatten kaçan bir husus vardır ki bugün Antakya Samandağ’dan denize dökülen ve Golan Tepeleri’nden çıkan Asi Nehri Deltası da dikine bir Türkmen şerididir. Özellikle Nehrin deniz tarafı tamamen Türkmen iskanı olup Golan’a yaklaşırken bunlardan Şii olan Türkmenler de bulunmaktadır. Bunlar’a Şam’ın Bayadı denmektedir. Gerçekte Şamlular Haleb ile birlikte Şam havalisi Türkmenleri’ni de kapsamaktadır. Fakat Haleb Bayatları Sünni olduğu için bazı araştırmacılar bunları Halep Türkmenleri olarak nitelendirmiştir. Aslında Haleb Türkmenleri de “Şamlu Türkmenleri”dir.
Yine saha çalışmalarında Asi Nehri Deltası ve Kuseyr Türkmenleri ile ilgili çok değişik özelliklere rastladık. Kuseyr adının ne kadar eski olduğunu bilmiyoruz, bu sebeble terminolojik bir hata da yapmak istemiyoruz. Ancak Osmanlı Tahrir Defterleri ve Kadı Sicilleri’nde burası yukarıda bahsettiğimiz coğrafi bir bölge olarak zikredilmektedir. Memluklu kayıtlarını çok iyi bilmediğimiz için bu bölge kayıtlarını ancak Osmanlı’lı dönemden beri takip edebiliyoruz. Bölgenin merkezi olan Şeyhköy daha evvel Yayladağ’a yakın Ziyaret Tepesi (Hırbı) iken sonradan 3-5 km. aşağıda küçük bir vadiye taşınmıştır. Bugün Şeyh Ahmed Kusayri diye anılan Şafii Halveti Şeyhi zatın türbesinin kapısındaki kitabede “Samedana bedel, Savranlı Şeyh Ahmed’in makamına kim iltica ederse Allah’ın izni ile pişman olmaz.” yazısı vardır. 17 adet sanduka da türbenin içinde yer almaktadır.
“Savran-Sawran-Sauran” bugün Kazakistan hududları içinde yeralan Yesi (Türkistan) kasabasına 12 km. uzaklıktadır ve çok eski yerleşim merkezi olarak eski kalıntılar da kendini muhafaza etmektedir. Kuzeyden gelirseniz bugünkü Yesi demiryolunun üstünde, Sawran ise altındadır. Buralar ilk Sufi Oğuz Bölgesi olup yine 15-20 km. mesafede hâlâ adı Teke olan bir şehri bulunmaktadır. Sawran öyle önemli bir bölgeymiş ki sonradan adı Kızılorda olan Akorda Kazak oluşumunun da başkentliğini yapmıştır. İlginçtir ki bugün Asi Nehri Deltası’nda Türkiye sınırına 10 km. mesafede 50 bin nüfuslu Cisri eş- Şuğur’a bağlı bir “Savran” daha vardır. Elbette Şeyh Ahmed’in geldiği yer burası değil Kazakistan Sawranı’dır. Çünkü Şeyhköy ile Cisir Savranı aynı coğrafyadır. Öyle sanıyoruz ki Şeyh Ahmed ile Yesevi’nın aynı adı taşıması da gerçek Sawran ve Yesi ile ilgilidir.
Gerçek soyadı “Savranî” olan Şeyh Ahmet ancak Şeyhköy’de dini bir veçhe ile tanındıktan sonra veya çok sonradan Osmanlı’dan aldığı görev gereği “Kuseyri” diye anılmaktadır. Çünkü eski kaynaklar ve türbe kitabesinde böyle bir husus yer almamaktadır. Şeyh Ahmed Kuseyr doğumlu olmakla beraber buranın neresinde doğduğunu bilmiyoruz; ilk akla gelen Cisrişuğur’a bağlı Savran’dır Şeyh Ahmed’in babası Şeyh Abdurrahman Savrani’nin XV. yüzyıl veya XIV. Yüzyıl sonlarında Şeyhköy’e geldiği tahmin edilebilir. Selçuklu ve Memluk devri ile ilgili bilgilerimiz maalesef sağlam esaslara dayanmaz. Dolasıyla Şeyh Ahmed’in halk arasında Bayezid-ı Bistami ile çağdaş olduğu görüşlerinin de hiçbir dayanağı bulunmamaktadır. Bunun tersine Şeyh Abdurrahman’ın Türkistan doğumlu olma ihtimali de vardır; çünkü aile şeceresinde Abdurrahman’dan öteye gidilememektedir. Bu sebeble onların Selçuki olma ihtimalleri de zayıflamaktadır. Kaldı ki Şeyh soyunun hiçbir zaman muharip güç olmayışı da bunu doğrulamaktadır. Hatay Mücadelesinde Fransız Kaymakamı’nın bunlara ait köşk görünümündeki taş binalarında konaklamaları onlardan göründüklerine şahidlik ederse de kendisi İstanbullu bir anadan doğma Kuseyrizade Ayşe Fıtnat’ın Mustafa Kemal’a “Kırk asırlık Türk Yurdu” vecizesini söyleten olması hesabiyle milliyetçi görüşlere sahip oldukları da söylenebilir. Fakat çeteciliği ünlü bu bölgeden Kuseyrzadelerden pek iştirak edenler olmadığı da taze bilgiler arasındadır. Fakat hiçbir şekilde ihanet ettikleri de söylenemez. Tarikat ehli olmaları sıfatıyla “Ululemre İtaat” düşüncesinden Fransızlara riayet eder görülmüşlerdir.
Şeyh Ahmed Kuseyri Babası Şeyh Abdurrahman Savrani’nin Emir Timur zamanında bölgeye geldiği düşünülebilir. Çünkü yanlarında bir miktar da Acem getirmişler ve çeşitli devlet iskanları ile Şeyhköy tam bir toplama merkez durumuna gelince aşiretler Yayladağ’a doğru dağıtılmışlardır. Şimdi Sungur, Sürütme, Şumracık gibi Türkmen köyleri Şeyhköy’den ayrılmışlardır.
Şeyh Ahmed Kuseyri’nin Osmanlılı yılları biraz daha detaylandırırsa mutlaka yeni bilgiler ortaya çıkacaktır. Fakat şu anda sahip olduğumuz bilgilere göre Savraniler bir Yesevizade’dir ve Yesi (Türkistan) şehri civarından gelmişlerdir. Suriye tarafında kalan Cisrişuğur’da bir takım saha çalışması yapılırsa bu bölgede mutlak surette Ahmed Yesevi dostu oluşumlar çıkacaktır.
Esen kalın.