– 15 –
Sanayi alanındaki gelişme yetersiz bulundu. Bu hedefin de yerli ve yabancı sermaye ile gerçekleştirilemeyeceği anlaşıldı.
Motor gücüne dayalı, büyük ölçüde üretim yapan fabrikaların önemli bir kısmı; kamu veya T. İş Bankası ya da Ziraat Bankası’nın kurucu ortak olduğu çok ortaklı şirketlere aitti. Yerli ve yabancı sermayenin ise; bu özellikte, sınırlı bir yatırımı mevcuttu.
Ülkenin; tarıma dayalı olsa da, büyük ölçüde üretim yapan fabrikalara ihtiyacı vardı. Bunun yanı sıra; bir an önce tarıma dayalı sanayi alanından, demir-çelik-metalürji-petrokimya sanayi alanına geçilmesi gerekiyordu.
Tüm teşvik ve güvenceye rağmen, baştan beri sanayi yatırımına soğuk bakan Türk özel teşebbüsü ile yabancılar; 1929 mali krizi ile birlikte, bu konuda tamamen hareketsiz kaldı.
1933-1944 Dönemi Sanayi Politikası
1933-1944 Döneminde; serbest piyasa ekonomisine dayalı olmakla birlikte, üretimi esas alan bir plan ve program çerçevesinde, devletin ekonomide aktif rol aldığı ve ekonomiye olan müdahalesinin en üst seviyeye çıktığı, özel sektörün ise ikinci planda kaldığı, kontrollü bir karma ekonomik modelin uygulamasına gidildi.
Devlet; KİT’ler ile sanayi alanında aktif rol aldı, ithalat zorlaştırıldı, fiyat kontrolüne gidildi, kamu-yabancı ortaklığı altında yatırıma girişildi, devletleştirme yapıldı, takasa dayalı SSCB ile İngiltere ve Almanya ticari kredilerinden istifade edildi.
Sektörel Bazda Uzman Yatırım Bankalarının Kurulması
1933’te; Sümerbank, İller Bankası ve Halkbank, 1935’te; Etibank, 1937’de de; Denizbank kuruldu.
Sümerbank; önce, Devlet Sanayi Ofisi ile Türkiye Sanayi ve Kredi Bankası’na devredilen tüm kamu iştiraklerini devraldı; daha sonra da enerji ve madencilik alanındaki iştirakleri, Etibank’a devrederek sadece sanayi alanında rol aldı.
İller Bankası, belediyelerin ulaşım-bayındırlık-enerji-haberleşme gibi projelerini finanse etti.
Etibank, iştirakleri ile enerji ve madencilik alanında öne çıktı.
Ziraat Bankası; çiftçiye, Halkbank ise; esnafa ucuz kredi verdi, iştirakleri ile de sanayi alanında boy gösterdi.
Ziraat Bankası; silo yatırımı ile gıda-tohum-gübre-zirai ilaç ve tarım makine sanayiinde öne çıkarken, Halkbank ise; depo-ambar-antrepo yatırımları ile dikkati çekti.
Türkiye Emlak ve Eytam Bankası; iştirakleri ile konut inşaatına girişti, kamu ve özel sektörün inşaat-taahhüt işlerini finanse etti.
Denizbank; iştirakleri ile deniz taşımacılık alanında öne çıktı, işletme ve yatırım kredileri ile de sektörde faaliyet gösteren kamu ve özel teşebbüse destek verdi.
Kamu ve özel teşebbüse finansal destek veren T. İş Bankası ise Şişe Cam yatırımı ile isminden en çok söz ettiren bankalardan biri oldu.
1933-1938 Dönemi Önemli Sanayi Yatırımları
1933’te; Eskişehir Şeker Fabrikası, 1934’te; Keçiborlu Kükürt Fabrikası, Turhal Şeker Fabrikası, Isparta Gülyağı Fabrikası, Sümerbank Bakırköy Bez Fabrikası, Bursa Süttozu Fabrikası, , Zonguldak Kömür Yıkama Fabrikası, Kristal Zeytinyağı Fabrikası, 1935’te; Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası, Zonguldak Türk Antrasit Fabrikası, Sümerbank Kayseri Dokuma Fabrikası, Ankara-Mamak Gaz Maske Fabrikası, Kırıkkale Silah Fabrikası, Kelebek Mobilya Fabrikası, 1936’da; Sümerbank Malatya İplik ve Bez Fabrikası, İzmit Kâğıt ve Karton Fabrikası, Nuri Demirağ Uçak Fabrikası, Malatya Sigara Fabrikası, Bitlis Sigara Fabrikası, 1937’de; Sümerbank Konya Ereğli Dokuma Fabrikası, Ankara Bira Fabrikası, Sümerbank Nazilli Basma Fabrikası, Tolon Makine, 1938’de; Gemlik Suni İpek Fabrikası, Bursa Merinos Fabrikası, Eskişehir İspirto Fabrikası, Sütlüce Nuri Kıllıgil Silah ve Mühimmat Fabrikası işletmeye alındı.
1937’de; Karabük Demir Çelik Fabrikası ile 1938’de; İzmit Klor Fabrikası ve Sivas Çimento Fabrikası’nın temeli atıldı.
Anlaşılacağı gibi, bu dönem; birçok sanayi tesisi yatırımının gerçekleştiği ya da temelinin atıldığı bir dönem oldu. Bu nedenle; 1933-1938 dönemi, “Türkiye’nin I. Sanayi Hamlesi” olarak da değerlendirildi.
Demir-çelik olmadan, sanayileşme olamazdı.
Fabrika Yapan Fabrika
1923’te; küçük ve orta ölçekli pik dökümhaneleri dışında, demir çelik alanında faal, ciddi bir tesis yoktu.
Osmanlı’da; ilk olarak, kütle halinde demir çelik üretimine; yatırımı Sultan Abdülaziz döneminde gerçekleşen, Camialtı Tersanesi’nde geçildi. Bu tesis; yatırımı daha sonra gerçekleşen Zeytinburnu Silah Fabrikaları’ndaki dövme ve presleme işlemi yapan tesisler ile güç kazandı. I. Dünya Savaşı boyunca, savunma sanayiine yönelik olarak faaliyet gösteren bu tesisler; savaş sonrasında atıl kaldı, bakımsızlık nedeni ile de neredeyse çürümeye terkedildi.
1924’te, demir-çelik alanında; entegre bir tesisin inşa edilmesi, bunun için; 5 yıllık bir sürede, hazineden; 100 milyon liralık bir ödeneğin ayrılması kararlaştırıldı.
İlk adım, Ankara Fişek Fabrikası yatırımı ile atıldı.
1929’da, Kırıkkale Elektrik Santrali ve Çelik Fabrikası yatırımına girişildi. Yatırım, 1931 sonunda tamamlandı. Tesis; 1932’de, bir Alman teknik ekibi yönetiminde üretime başladı, hem silah sanayiinin ihtiyaç duyduğu vasıflı çeliği, hem de demir yolu inşaatı için gerekli ray demirini üretti.
Alman teknik ekibin gidişi ile üretimde bir aksama oldu ise de; Almanya’da eğitim gören mühendis ve teknisyenlerin dönüşü ile bu aksaklık giderildi.
Tesis, 1935-1940 döneminde; TCDDY’na 20.000 ton ray demiri üretti, 1935-1950 döneminde ise; silah sanayiine 150’e yakın farklı vasıflı çeliği verdi. Bugün; bile, bu kadar farklı vasıflı çeliğin yarısını dahi üretemiyoruz.
Kırıkkale Çelik Fabrikası’nın üretim kapasitesi; sadece savunma ve ulaşım için gerekli demir-çeliği karşılayabilecek bir seviyede idi. Oysaki ülkenin demir-çelik ihtiyacı için; büyük kapasiteli, entegre bir demir-çelik tesisine ihtiyaç vardı.
1937’de; Karabük’te, 150.000 ton/yıl üretim kapasiteli bir demir-çelik tesisinin kurulması kararlaştırıldı. Bu amaçla da Sümerbank’ın bir iştiraki olan, 30.000.000 sermayeli, Karabük Demir Çelik Fabrikaları A.Ş. (KARDEMİR) kuruldu.
Tesisin kuruluş yeri olarak, Karabük’ün seçilmesi ise; savunma, cevher ithalinde; limana, demiryolu ile de Divriği Demir Ocakları’na olan bağlantısı ile ilgili idi.
Tesisin inşası ile ilgili olarak bir ihale açıldı. İhaleye; Alman Krupp veİngiliz Brassert firması katıldı. İhale; İngiliz Hükümeti’nin bastırması ve 2,5 milyon pound kredi vermeyi taahhüt etmesi ile Brassert firmasına verildi.
Tesis yatırımı; ilave “Sülfürik Asit ve Süperfosfat Fabrikaları”, bazı tesisler ile birlikte, 1939’da tamamlandı; maliyet bedeli de 50.000.000 lirayı buldu.
Maliyet bedeli; birçok eleştiriye konu oldu ise de, tesis; sanayi sektörünün temelini oluşturdu, kalkınma ve sanayileşmede önemli bir rol oynadı. “Fabrika Kuran Fabrika” denilmesinin nedeni de budur.
Çimentoda Yabancı Hâkimiyeti
Osmanlı’da; çimento üretimi, stratejik bir ürün olması nedeni ile teşvik edildi. Bu teşvikten istifade etmek isteyen özel teşebbüs; Ayyıldız, Hilal, Yerli Çimento, İzmir Çimento gibi birçok çimento şirketi kurdu. Kurulan şirketlerin ortaklarının büyük bir kısmı ise Osmanlı vatandaşı olan Rumlardı. Bunların esas amacı da; çimento fabrikası kurmak, işletmek değil; bunu, bir ranta dönüştürmekti.
1912’de; Aslan Osmanlı A.Ş.’ne ait Darıca Çimento Fabrikası, 1913’te de; Eskihisar Portland Çimento ve Su Kireci Osmanlı A.Ş.’ne ait Eskihisar Çimento Fabrikası işletmeye alındı.
Darıca Çimento Fabrikası; Danimarka kökenli FLSmidth, Eskihisar Çimento Fabrikası ise; bir Alman şirket tarafından inşa edildi, zaman içinde de yabancı bir şirkete dönüştü.
İttihatçılar; I. Dünya Savaşı sırasında, şirketlerin yönetiminde bir değişikliğe gitmeksizin, Darıca ve Eskihisar çimento fabrikalarına el koydu.
1920’de, Aslan Osmanlı AŞ ile Eskihisar Portland Çimento ve Su Kireci Osmanlı AŞ; ucuz ithal çimento rekabetine dayanamayarak, “Aslan ve Eskihisar Müttehit Çimento ve Su Kireci Osmanlı AŞ” adı altında bir birleşmeye gitmek zorunda kaldı.
1923’te; Aslan ve Eskihisar Müttehit Çimento Fabrikaları T.A.Ş.’ne ait, yıllık 40.000 ton üretim kapasitesine sahip Darıca ve Eskihisar çimento fabrikaları dışında, başka bir çimento fabrikası yoktu. Bunların toplam üretimi de yıllık 24.000 tondu.
1926’da; bir grup Türk özel müteşebbisi, Bakırköy’de; 14.000 ton/yıl üretim kapasiteli bir çimento fabrikası kurdu.
1928’de, Ankara Belediyesi; 18.000 ton/yıl üretim kapasiteli Ankara Çimento Fabrikası yatırımını gerçekleştirdi. Fabrikanın işletmesini ise belediyenin; % 50, “Societe Industrielle des Ciments d’Orient” adlı yabancı şirketin de % 50 ortak olduğu Ankara Çimentoları T.A.Ş.’ne bıraktı.
Siyasi Amaçlı Şirketlerin Gelmesi
1929’da; bir Belçika şirketi, Anadolu Çimentoları T.A.Ş. adı altında; Kartal’da, 75.000 ton/ yıl; bir Fransız şirketi de Aslan ve Eskihisar Müttehit Çimento Fabrikaları T.A.Ş’ne % 50 ortak olması sonucu, Zeytinburnu’nda; 80,000 ton/ yıl üretim kapasiteli birer çimento fabrikası yatırımını gerçekleştirdi. Bu da; sektörde var olan yabancı hâkimiyetini, “bir yabancı çimento karteline” dönüştürdü.
Spekülasyon
Çimento sektöründe bir kartel oluşturan yabancı şirketler; önce çimento fiyatını düşürerek Bakırköy Çimento Fabrikası’nı saf dışı ettiler. Daha sonra, talebin yoğun olduğu dönemde; Ankara Çimento Fabrikası’nı atıl bırakarak ya da tüm fabrikalardaki üretimi kısarak, çimento fiyatının fiktif olarak yükselmesine yol açtılar.
Öyle ki 1935’te; çimento fiyatı/ton, Almanya’da; 17,5, Yunanistan’da; 16, Polonya’da; 12 lira iken, Türkiye’de: 26 lira idi. Bu; zaman, zaman 30 liraya kadar da çıktı.
Çimento Karteline Savaş Açılması
Çimento satışının; % 70’i, kamu sektörü ile ilgili idi. Bu da “devletin sırtından para kazanmak, kalkınmaya darbe vurmaktan” başka bir şey değildi. Haliyle bu konu; o günün, güncel tartışma konusu haline geldi.
Hükümet; çimento ithalatını teşvik ederek, iç ve dış fiyat dengesini sağlamaya çalıştı. Çimento fiyatı; bir ara 20 liraya kadar düştü ise de, tekrar yükseliş gösterdi. Bunun nedeni de; dış ticaretin % 85’ini elinde tutan gayrimüslim azınlığın kötü bir sınav vermesiydi. Üretimin artması ise; ithalatı teşvik etmenin, tek olumlu sonucu oldu.
1938’de; Sümerbank’ın girişimiyle, Sivas’ta; 100.000 ton/yıl üretim kapasiteli, Sivas Çimento Fabrikası’nın temeli atıldı. Ancak; II. Dünya Savaşı’nın başlaması nedeni ile çalışmalara ara verildi, 1943’te de inşası tamamlanarak işletmeye alındı.
Yine 1938’ de; “yabancı şirketlere ait çimento fabrikalarının, Etibank tarafından satın alınarak devletleştirilmesi” kararlaştırıldı. Ancak; Ankara, Kartal, Zeytinburnu çimento fabrikaları devletleştirilir iken, Darıca ve Eskihisar çimento fabrikalarının devletleştirilmesine gidilmedi. Bu da; teknolojik ihtiyaç, yabancı sermayeyle olan ilişkiyi tamamen koparmamak ile ilgili idi.
Varlık Vergisi
II. Dünya Savaşı; devletin plan ve programı dışında kalan, bir ek harcamaya yol açtı. Bu da; hükümetin, denk bütçe politikasından vazgeçmesini gerekli kıldı.
Denk bütçe politikasının terkedilmesi; bütçe açığını, bütçe açığı; iç borç başvurusunu, iç borç başvurusunun karşılıksız kalması da “Varlık Vergisi’ni” doğurdu.
Nedeni mali mi?
Temel nedeni mali olmakla birlikte; “Milli Burjuva Siyaseti” ile ilgili bir yönü de vardı. Nitekim yürürlükten kalktığı Mart-1944’e kadar, bütçe gelirinin % 80’ini oluşturması; mali, sermaye kimliğinde bir değişikliğe yol açması ise; “Milli Burjuva Siyaseti” ile ilgili bir hedefi olduğunu gösterir.
Fatura, sadece gayrimüslimlere mi kesildi?
En çok zarar gören, sırasıyla; Yahudi, Levanten, Rum, Ermeni, Sabetayist unsur oldu. Bunun böyle olması doğaldı, zira toplumun en varlıklı kesimi bunlardı. Bunun yanı sıra büyük toprak sahibi olan Türkler de ciddi bir fatura ödemek zorunda kaldı.
Yeni Sermaye Sınıfı
Varlık Vergisi öncesinde; gayrimüslim (Rum, Ermeni, Yahudi, Levanten) ile Sabetayist ve yabancılar; bazı imalat alanı ile iç ve dış ticarette hâkim konumunda idi. Spekülasyonlar ile de daha güçlü bir konuma gelmişlerdi. Bu da Türk müteşebbisinin önündeki en büyük engeldi. .
Varlık Vergisi sürecinde, gayrimüslim ve yabancının bir kısmı; ülkeyi terk etti, bir kısmı; küçüldü, bir kısmı da; sahibi olduğu şirket ve varlığı, muvazaalı olarak; itimat duyduğu Türk kökenli kişiye devretti veya bununla ortaklık kurarak gücünü korumaya çalıştı.
Bu arada malına el konulacağı korkusu ile Hayri İpar gibi bazı Türk müteşebbisi; ülkeyi terk ederken, bugünün önde gelen Koç, Sabancı, Eczacıbaşı, Çukurova, Ülker gibi büyük grupların yükselişi için de ideal bir ortam oluştu.
Milli Burjuva Siyasetinin Farklı Bir Sonuç Doğurması
Milli Burjuva Siyaseti; her ne kadar sermayenin kimliğinde bir değişikliğe yol açmış, idealist işadamlarını ortaya çıkarmış ise de; , daha ziyade her devrin adamı, çıkarı dışında hiçbir şey düşünmeyen, milli his ve heyecandan yoksun, kimliksiz ya da gizli kimlikli bir işadamı profilini doğurdu.
Neden?
Her şeyden önce, Türk müteşebbisinin; ortaya çıkış ve gelişmesini tetikleyecek, ticaret ve sanayi kültürü gibi bir altyapı yoktu. Osmanlı’nın; merkantilist ve sanayi sürecini yaşamaması ise bunun nedeni idi. Bu nedenle Türk müteşebbisi, bu kültüre sahip azınlığı taklit etti. Ancak; bu, azınlığın kötü bir taklidinden öteye gidemedi.
Öne çıkan olmadı ya da çıkmayı düşünmedi veya tercih edilmedi. Tercih edilen bürokrat kökenliler; girişimde sağlam adım atarken, taşra kökenliler; cesur, atak davrandı; ezikliğin verdiği psikoloji ile bencil, acımasız olurken; sürekli üst sınıfa özlem duyan ve O’nu taklit eden bir kişilik kazandı.
Genelev kadınına; “çocuğun neden olmaz” diye bir soru sorulmuş. O da “biri yapar, biri bozar” demiş. Bizde; Almanya, Japonya’da olduğu gibi idealist ve işin ehli işadamları arkasında; kararlı bir şekilde, uzun süre duran olmadı. Kimi; rejim için tehlikeli bulundu, kimi de; “bir önceki iktidarın iş adamı” diye tasfiye olundu.
Öyle ki “1926 İzmir Suikastı Davası” sonunda, İttihatçı işadamları iş dünyasında kaybolup giderken; Nuri Demirağ, Şakir Zümre gibi Atatürk döneminin idealist işadamları da 1940’lı yılların ikinci yarısında yoktu.
1939-1944 Dönemi Önemli Sanayi Yatırımları
1939’da; Karabük Demir Çelik Fabrikası, Sivas Demiryolu Makinaları Fabrikası,Tekirdağ Şarap Fabrikası, 1942’de; İstanbul-Levent Eczacıbaşı İlaç Fabrikası, 1943’te; Sivas Çimento Fabrikası, 1944’te; İzmit Klor Alkali Fabrikası,İzmit Selüloz Fabrikası, İzmit Gazete ve Sigara Kâğıdı Fabrikası, Sakarya Ziraat Alet ve Makinaları Fabrikası işletmeye alındı.
Varlık Vergisi’nin Rövanşı
Büyük Toprak Sahiplerinin Başkaldırışı
1945’te; daha önce, birçok kere ele alınan; ancak büyük toprak sahiplerinin direnişi ile karşılaşılan, “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu” tekrar görüşmeye açıldı.
Kanun; büyük toprak sahiplerine ait bir kısım toprağın, kamulaştırılarak; topraksız köylüye, dağıtılması hakkında idi.
Esas amacı ise; Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da var olan aşiret reisi-şeyh-toprak ağası üçgeninden oluşan feodal yapıya son vermek, tehcir ve mübadele sonucu Çukurova ile Ege’de bir anda büyük toprak sahibi haline gelen ailelerin bir kısım toprağına el koymaktı.
Kanunun görüşülmesi, kabul edilmesi ve sonrasında; ciddi bir muhalefet ile karşılaşıldı. En büyük tepki ise; aynı zamanda büyük toprak sahibi olan, Adnan Menderes-Emin Sazak-Cavit Oral-Fevzi Karaosmanoğlu gibi ünlü politikacılardan geldi.
Muhalefetini sürdüren Adnan Menderes ve Fuat Köprülü; CHP’den ihraç edildi, buna destek veren Celal Bayar ile Refik Koraltan da CHP’den istifa etti. Bu da Demokrat Parti’nin kuruluşunu doğurdu.
Liberal, Pragmatik, Popülist Bir Siyasetçi
Menderes’e göre; “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, kolektif sistem pratiğinden başka bir şey değildi. Bu da; ülkede var olan rejimi, kolektif bir sisteme dönüştürecekti”. Diğer bir ifade ile “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun; komünist bir uygulama olduğunu, bu uygulama ile de ülkedeki rejimin komünist bir rejime dönüşeceğini” söylüyordu.
O’na göre;
“ Devlet, sadece hazineye ait toprakları topraksız köylüye dağıtabilir. 1934’te çıkarı İskân Kanunu ile feodal beylere veya onların toprak ağalarına ya da şeyhlere tahsis ettiği bazı gayrimenkullere el konulması haksız bir uygulamadır. Bu toprakların; derhal, sahiplerine iade edilmesi gereklidir.
Türkiye’nin sanayi hedefi; ağır sanayi değil, yerli hammaddeye dayalı; temel ve dayanıklı tüketim mallarını üreten, bir sanayi olmalıdır. Bunu gerçekleştirecek olan da yerli ve yabancı sermayedir.
Devletin; ekonomik kalkınmadaki asli görevi, altyapı tesislerini inşa etmektir. Bununla birlikte; özel sektörün yer almak istemediği bazı sanayi alanlarında, aktif rol alması da mümkündür.
Sanayi hedefi dışında kalan tesislerin; kapatılması, özel teşebbüsün alanına giren KİT’lerin de özelleştirilmesi gereklidir.
Yerli ve yabancı sermayenin, sanayi alanındaki yatırımları teşvik edilmelidir. Bunun için, kredi faizleri; düşürülmeli, fiyat kontrolü; kaldırılmalı, ithalat; kolaylaştırılmalı, KİT’ler ile de özel teşebbüse ucuz ve kredili hammadde-ara ve yatırım malı desteği verilmelidir.”.
Büyük Toprak Sahipleri ile Sermaye ve Medyanın Destek Vermesi
Menderes’in düşüncesi; büyük toprak sahipleri ile sermayenin arayıp bulamadığı önemli bir fırsattı. Tabii ki buna büyük sermaye paralelinde hareket eden medya da destek verdi.
DEVAM EDECEK