
Ali BADEMCİ
Oğuzlar’da cenaze törenleri geleneklerini kişinin hastalığından beri ele almak gerekiyor. Çünkü komşu, akraba veya soydaşın hastalığı en az ölümü kadar önemlidir. Hasta ziyaretlerine günde bir kez değil birkaç defa gidildiği de görülür. Ziyarette kadın erkek ayrımı yoktur. Tabibler getirilir ve alışılagelmiş tedavi usulleri ile hasta ayağa kaldırılmaya çalışır; bazen geçici de olsa bu iş başarılır. Fakat sağlam teşhis konduktan sonra temennilerden öteye gitmek mümkün olmaz; bazen uzun süren yatalaklık ve nekahet dönemi için “Tanrı sitirlesin” diye dualarda bulunulur. Ölüm yaklaştığı zaman ziyaretler sıklaşır ve cemiyet hayatında çok önem arzeden “Helalleşmeler” başlar. Bu safha çok acıklıdır ve çoğu zaman karşılıklı ağlaşmalar olur ve hasta yakınlarından da buna birçok kişi iştirak eder. Hastanın bu şartlar altında, yani aklı başında iken “Veraset” durumunu açıklamasıdır. Bu açıklamada ufak tefek kırgınlıklar ve bazı âile fertlerini mağdur etmek de bulunduğu için üzüntülü olabilir; lâkin hastaya bunu hiç kimse belli etmez. Vasiyet işi mutlaka yakın akrabalar ve bilge adamlar huzurunda sözlü olarak yapılır ve sözlerden hiçbir âile ferdi geri adım atamaz. İşte Oğuz âilesinin sağlamlığı da buradan gelir.
Hastanın vadesi bitip de öldüğü zaman, cami müezzini tarafından okunan ezanla durum herkese ilân edilir. İşte bu zamanda cenaze evinde ilk çığlıklar en yakınlarından gelir ve ağlamalar başlar. Bu çığlıklar koşular gelip de sükûnet tavsiye ettikten sonra biraz normalleşir. Cenazeler evde çok bekletilmez ve defin için gerekli malzemelerin temin telâşı başlar. Genellikle kefen bezleri önceden alınmıştır. Evvela başka bir odada bu bez kesilerek kefen hazırlanır. Kefen genellikle parçalı bir tulumdur; eski Türkler cesedi oyulmuş bir ağaç içine koyarlarmış, sonra çakılı tabut, şimdilerde de parçalı tahtalara dönülmüştür. Bu esnada mezar kazma işlemi çoktan başlamıştır ve genellikle 1,5 metre derinliktedir. İtina ile ve düz yüzeyler çıkarılarak mezar kazılır ve altı iyece düzlenir. Bu sırada cenaze evinin bahçesinde açık veya kapalı bir yerde yıkama masası kurulmuştur ki genellikle bu masa tahtadandır. Açık yerde yapılıyorsa etrafı bir bezele çevrilir. Hemen yakında yıkama işlemi için konan su kazanda kaynamaktadır. Masa üzerine cenaze bir bez üzerine yatırılarak yine biriz bezle edep yerleri örtülür. Yıkamaya başlarken su sıcaklığı kontrol edilir. Binlerce yıldan beri erkek cenazelerini erkek yıkayıcılar, kadınları da kadın yıkayıcılar yıkarlar. Erkek cenazesi yıkanırken kadınlar, kadın cenazesi yıkanırken erkekler mahalden uzakta bulunurlar, yardımcılar da daima hemcinstir. Yıkama işine daima ılık bol sabunlu su işe başlanır. Yıkama işi bitip de durulama tamamlandıktan sonra, âile fertleri bir daha cenazeyi görürler ve yine ağlaşma başlar. Cenazenin kulakları ve burnu pamukla tıkanır ve ağzı da sıkıcı bağlanır. Kefenin bağlanma şekli boyun, karın altı ve ayaklarla tamamlanır. Artık cenaze tabuta konmaya hazırdır. Taşıyıcı tabut müşterek maldır ve her cenazede temizlenerek yeniden kullanır; yıkama masası da öyledir. Eskiden taşıyıcı tabut ve yıkama masası bir daha kullanılmaz ve atılırmış. Şimdi bu anlatageldiğimiz şekle girmiştir.
Cenaze tabuta konulduktan sonra hemen hemen herkesin iştirak ettiği büyük bir kalabalık eşliğinde ve tekbir sesleri içinde genellikle mezarlık girişinde bulunan musalla taşı ve namazgaha götürülür. Kadınlar arkadan gelir ve musalla taşından uzakta kümelenerek katiyen mezarlığa girmezler. Musalla taşında bulunan cenazenin önünde duran İmam Efendi “Haydi Namaz”a dediği zaman herkes safa durur ve imamın namaz tarifinden sonra 2 rek’at cenaze namazı eda edilir. Namaz bittiğinde imamın “ Ey cemaat rahmetliyi nasıl bilirdiniz, hakkınızı helâl ediyor musunuz?” sorusuna “Helâl olsun Allah rahmet etsin” diye yüksek sesle cevap verilir. Âdettir ki herkes tabutun bir ucundan tutmak ister ve bu işi mutlaka yerine getirir.
Sıra cenazenin toprağa verilmesine gelince burada yine binlerce yıllık gelenekler devreye girer; cenaze mutlaka güneye doğru gömülür ki Katanov’a göre Şamanlar’da da eskiden beri böyleymiş. Şimdi bu güney, baş ve ayakların konulma şekli İslâmi geleneklere bağlanmış ve yön olarak “Kıble” diye adlandırılmıştır. Gömme ve mezara toprak atma işine cemaat da birer kürek atarak iştirak eder. Fakat buna önce oğullar bir daha baş açılarak babalarını görürler. Sibirya ve Orta Asya’da mezarların üstüne taş yığarlarmış. Şimdi bu gelenek terkedilmiş ve mezar üzeri yarım silindir şeklinde oval bir biçime dönüştürülmüştür. Baş tarafı büyük ayak tarafına küçük bir düz taş dikilmesi de geleneklerdendir. Oğuzlar genel olarak çok güzel kokan “Murt” dallarını mezara sokarlar, mevsiminde karanfil, ıtır gibi güzel kokan çiçekler de dikilir. Bayramlarda da aynı şekilde bu çiçek ve su işi tekrarlanır. Çok eskilerde olduğu gibi artık mezar içine ölenin sevdiği eşyaların bazıları da mezara gömme âdeti yoktur. Ancak ölenin altın dişleri varsa buna bile dokunulmaz, bu sebeble sık sık mezarların açıldığı ve altın dişlerin söküldüğünü işitiriz. Fakat şimdilerde altın diş geleneği de kalmadığı için böyle olaylar duyulmamaktadır.
Taziye işi de tıpkı bayramlarda olduğu gibi önce mezarlık çıkışında sonra da evlerde devam eder. Başta oğullar olmak üzere yakın akrabalar taziye sırasında en başta dururlar ve her önlerinden geçen ile “Musahafa” yaparak “Allah Rahmet Eylesin, Mekânı cennet olsun.” diyerek duada bulunulur. Cenaze evlerindeki taziyeler de kullanılan zaman dilimleri de Türkler’de çok eskidir. 3-7-40-52. günlerde bir prosedür dahilinde icra edilen gelenekler başka hiçbir Müslüman millet de görülmez. Cenaze evine yemek getirilmesi geleneği de pek eskidir. İlgili günlerde yapılan yemekler ve Mevlid geleneği de İslâmiyet ile çok alâkalı değildir.
Cenaze çıkan hanenin reisi ise, miras meseleleri yıllarca sürer; hatta bazen kardeşler birbirini bile öldürür. En küçük evlâda bırakma âdeti günümüzde hızlı şehirleşme ve medenî hukuktan ötürü artık terkedilmiştir. Halbuki en küçük evlâdın baba yerine geçmesi ve düzenin bozulmaması ne kadar güzel ve medenî bir gelenektir. Bu durumda mirasçılar ancak hasat mevsimi sonunda elde edilen irattan pay alırlar. Dolayısıyla mamur yerler parçalanmaz ve bütünlüğünü muhafaza eder. İşte şimdiki durumda güzelim köyler bu parçalanmalar sebebiyle boşaldıkça boşalıyor.
Muhabbetle.