Ali BADEMCİ
En iyisi ülkede aydın, politikacı; aklı eren, akil veya akil olmayanlar, ellerini başları arasına koyup devletin ve hükümetin yanında saf tutmalı meseleye çözüm aramalıdır. Fakat her halükârda eşkıyaya taviz vermeden, herkesi eşkıya konumuna yerleştirmeden, namuslu ile namussuzu ayırt ederek bir tedbir düşünmek gerekiyor. Böyle bir çare bulabiliyor muyuz, bulamıyor muyuz? İşte mesele burada düğümlenmektedir! Mutlaka çare tükenmiş değildir ve her türlü azgınlıktan bir çıkış yolu bulunmaktadır.
Son katliam olayının halkımız üzerinde açtığı yaranın elbette telâfisi mümkün değildir. Öyle bir nefret ve üzüntü ortaya çıktı ki kimse televizyonu açmak haber seyretmek istemiyor. İsyan ve gözyaşlarını dindirmek çok zorlaştı! Fakat ne yapalım, ne yapmak lâzım, millet-devlet-partiler ne yapsın ki bu kan dursun! Elbette denenip de başarılı olamayan, “Çözüm” gibi usulü laflardan da netice alınmıyor! Aydınlar masa başında ahkâm kesmeye devam ediyor! Soruluyor ki bunlar bir kere bölgeye gidip durumu gördü mü? Hiç sanmıyoruz, kendileri kurban olsa yine farkında olacakları da düşünülmüyor! Dün Ankara’da idik arabalar Kızılay’dan geçmek istemiyor; hocalar işin kolayını bulmuş da okulları tatil ediyorlar! Elbette onlara da söylenecek bir şey yoktur; sorumluluk taşıyorlar!
Bu vahşet olayı devleti ve güvenlik güçlerini de tedirgin ediyor; artık haksızlık ve hata yapılacak boyutlara yaklaşılmıştır! Bu ülkenin insanları olarak elbette böyle şeyler istemiyoruz! Fakat keskin sirke kübüne zarar vermeye başladı! Vahşetten etkilenmeme imkânı yoktur; güvenlik güçleri de bu toplumun fertleri ve netice olarak insandırlar! Devleti ve hükümeti de bu kadar çaresiz durumda bırakmaya ve germeye de kimsenin hakkı yoktur! Devlet kesinlikle sorumluğunun şuurundadır; bunu çarpık görüşlerle ifâde etmekle vahşetin yanında olmanın hiçbir farkı yoktur. Bu meselede düşünen insanlara çok görev düşmektedir. Artık afakî, duygusal hatta şahsî sebeplerle devlet adamı kanalı ile devlet düşmanlığı yapmanın zamanı değildir. Maalesef gazetelerimiz ve yazarlarımız bu işi sürdürüyor; hâlbuki gidecek yerimiz yoktur! Toplumsal meseleleri ile toplumun kendisi çözer! Bu failler yurt dışından gelmiyor; intihar objesi olacak kadar zıvanadan çıkmışsa hocalarının hiç mi kabahati yoktur! Dikkat ediniz adam Diyarbakır’da değil Kütahya’da okumuş!
Bu işleri mutlaka düzeltmek zorundayız; şöyle veya böyle, gözü dönmüş insanları yanlış yoldan çevirmek gerekiyor! Eşbaşkan “dağa çıkışı hızlandırıyorsunuz” diyerek millete gözdağı vermeye çalışıyor! Bunlar basit şark kurnazlığı lâflardır. Hiç kimse meseleyi anladıktan sonra dağa bayıra gitmez! Her insanoğlu bir kere dünyaya geliyor; kim bir ömrü dağda bayırda geçirmek ister, çok mu iyi bir şey!
Irkçılık dediğimiz hastalık geçen asra gömülmüştür; insanlar mesut, varlıklı ve rahat bir hayat sürmek istiyor! Nereden bakarsanız bakın iç ve dış terörün temel sebebleri şahsî ve uluslararası ranta dayanmaktadır. Uluslararası silâh tüccarlarının açıklamalarına göre son yıllarda dünyada üretilen silâhların çoğunluğunun alıcıları Orta Doğu örgütleri imiş. Yakalananlarda ele geçirilen silâhlar her ülke ve milletin patentini taşıyor! Diyorlar ki parayı bastırdın mı silâh ve cephane ayağına kadar geliyor! Yani iş bu kadar açık ve kolay! Kıyılan canların vebalini ise bir kişi düşünmüyor; çünkü ateş düştüğü yeri yakıyor!
Türkiye Kürtleri duygusallıktan ve komplekslerden sıyrılmak zorundadır; demokrasilerde herkes birinci sınıf vatandaştır. Kimsenin bir başkasını aşağılama hakkı yoktur; sanki böyle bir şey varmış gibi hislere kapılmanın, kompleksten başka şeylerle izah edilmesi mümkün değildir. Artık aydın Kürt insanın bu duygulardan sıyrılması gerekiyor! Bu ülkenin dört bir yanında kendini emanet hissetmek, misafir veya yabancı gibi görmek akılsızlıktan başka anlama gelmemektedir.
Hâlbuki Kürtler bu memlekette ne emanet ne de misafirdir. Aksine her Türk vatandaşının sahip olduğu bütün haklara haizdir. Onların sırtından geçinen, hatta siyaset yapanlar yatlarda katlarda gezerken bir takım insanların dağlara çıkması, büyük şehirlerde sansasyonel eylemlere kalkması ne kadar acınacak bir haldir. Fakat ne yazıktır ki bu safhada yapacak bir şey yoktur. Bunu biraz da kendilerinin ve siyaset yapanlarının düşünmesi gerekiyor. Devletin görevi kamu düzeni ve halkın huzurunu sağlamaktır. Bu bakımdan devletin de durduğu yerde yapacak bir işi bulunmamaktadır.
En iyisi ülkede aydın, politikacı; aklı eren, akil veya akil olmayanlar, ellerini başları arasına koyup devletin ve hükümetin yanında saf tutmalı meseleye çözüm aramalıdır. Fakat her halükârda eşkıyaya taviz vermeden, herkesi eşkıya konumuna yerleştirmeden, namuslu ile namussuzu ayırt ederek bir tedbir düşünmek gerekiyor. Böyle bir çare bulabiliyor muyuz, bulamıyor muyuz? İşte mesele burada düğümlenmektedir! Mutlaka çare tükenmiş değildir ve her türlü azgınlıktan bir çıkış yolu bulunmaktadır.
Muhabbetle.