
Ali BADEMCİ
Ülkede yıllardan beri, bir anayasa beklentisi vardır; bu husus sadece Kürtler için değil herkes için geçerlidir. Fakat bilhassa ayrılıkçı hareketten değişik düşünen Kürtler’in tatmin olması için yeni bir anayasa istenmektedir. İşte burada MHP’ye çok büyük ihtiyaç olduğu açık seçik söylenmektedir. Elbette Türkiye’nin yol ayrımında MHP’nin tavrı ve hareket tarzı çok önemlidir. Ötesini bekleyip göreceğiz; siyasi hareket olarak MHP’nin geleceğini tahmin etmek elbette siyasetçi işidir. Fakat bizim ülkücülüğümüze hiçbirşey olmaz. Çünkü her zaman yepyeni ve dip diriyiz.
Bizler çok farkında değiliz ve ülkücülüğün kıymetini de pek iyi bilmiyoruz! İşin ve meselenin daima hamasetindeyiz! Şöyle bir geçmişimizi nedense realist ölçülerde değerlendiremiyoruz. Vatan, millet nutukları her yerde kendini gösteriyor! İnanın ki bunlar işin teferruatıdır! Soğuk savaş döneminin başından beri dünyanın başı olmaya talip ülkelerin ehliyetli uzmanları ülkelerin potansiyelini, tamamen siyasi bir ortamda, toplumsal gruplaşma ve ideolojileşmeleri incelemektedirler! Mesele İslâmiyet ve Müslüman ülkeler olunca tabiî olarak bu incelemelerin ana merkezine dinî eksenli siyaset bulunmaktadır.
Soğuk savaş döneminde, Türkiye’de son savaşlar mutlaka 1980 öncesi toplumsal olaylardır. İşte “Ülkücülük” de tam bu olaylara bir hazırlık olarak 1965 sonrası böyle ortaya çıktı! Bu sosyal ve siyasi hadiselerde ülkücülüğün nerede bulunduğunu inceleyen olmamıştır. Yazılan günlükler genellikle işkence edebiyatını aşamamıştır. Halbuki böyle söylemler siyasette çok kalıcı olmuyor ve doğru tesbit yapmamızı da engellemektedir. En azından önümüzü açmamaktadır. 12 Mart’da solculara uygulanan benzer muameleler bile unutulup gitmiştir ve bugün adını bile anan yoktur.
1980 öncesi olaylarda içinde bulunduğumuz uluslararası bloku, diğer bloka karşı elbette ülkücüler korumuştur. Sovyetler’in dağılmasından, ülkücülerin sadece Türkiye’nin değil, Ortadoğu’yu koruyan bir anahtar olduğu bugün daha iyi anlaşılmaktadır. Hiç şüphe edilmiyor ki Türkiye’de ülkücüler olmasaydı kolaylıkla peyk olacak ve belki de Sovyetler dağılmayacaktı! İşte 12 Eylül “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar” sorgulama ve dâvâlarında neden ülkücülerin üzerine gidildiğini rahatlıkla çözebiliyoruz! Türkiye kurtarılmış, Sovyet yayılması önlenmişti; işte bu sebeble potansiyel gücün zayıflatılması ve mümkün mertebe fazla parçalara bölünmesinin sebebleri de burada yatmaktadır. Bu çarede mecburiyet vardı; ya devleti ele geçirirlerse!
12 Eylül İhtilâli’nin ilk sivil hükümeti ANAP ile başlayan Turgut Özal iktidarıdır. Elbette komiteciler gibi Özal’ın da toplumun zinde güçleri arasında bir karşılığı yoktu. İşte bu sebeble Türkiye’ye karşı özellikle Ermeni Diyaaspora’sının tehdit ve terörü, bu partiye çağrılarak kişilik ve görev verilen ülkücülere yüklenmiştir! Bu zaman içinde ülkücülerin ocağı MHP ve doğal lider Türkeş sefillere oynamış, iktidar başı tarafından muhatap bile alınmamıştır.
İhtilalciler ve Turgut Özal Süleyman Demirel’li iktidarlara çok büyük bir mesele devretmişti; ki o öteden beri Ermeniler’le birlikte çalışan Kürtçü terör örgütü PKK! Daha başından itibaren gerek PKK ve gerekse Ermeni Diyasporası hem Rusya ve hem de AB’nin onayını almıştı! Üstelik PKK’nın ana ideolojisi Marksizm’di! Dolayısıyla yine ülkücülere ihtiyaç vardı ve DYP hükümetleri “Özel Kuvvetler” adı verilen ve resmen ülkücülerden oluşan birlikler kurarak Güneydoğu’da PKK’yı bitirdiler! O sebeble 2000’lerden itibaren İslâmcı iktidarlara devredilen ülke idaresine içte meselesiz ve güvenli bir ortam sağlanmıştı.
Üst üste Irak’a ABD hareketleri herşeyden evvel Kuzey Irak Kürtlüğü’nü dirilttiği gibi, aynı ülke topraklarında PKK’nin yeniden örgütlenerek daha profesyonel hâle gelmesi sağlanmıştır. Bunlar tamamen anlaşmalı olarak Irak topraklarını boşalttılar ve bütün güçlerini “Açılım” döneminde ülke içinde tanzim ettiler. 2011’de Suriye hadiseleri başlayınca Irak’daki Kürt birlikleri Türkiye ve burada yoğunlaştılar. İşte şimdi devletimizin başında en büyük belâ ve aşılması gereken ABD-Rus destekli handikap budur.
Komplo teorisi üretmenin hiç anlamı yoktur; ülkücülük Türkiye siyasetinde hâlâ en büyük zinde güç olma özelliğini korumaktadır. Belki de bu konuda partimiz ve hareketimiz bir yol ayrımındadır. “Devlet Bey devleti için partisini feda etti.” gibi, kulağa ve gönüllere hoş gelmeyen seslerin resmi ağızlardan telâffuz edilmesidir. Hatta MHP yönetiminin böyle çabalara yol açma teşebbüslerini de camiaya anlatmak çok zordur. Kesinlikle MHP gurubunda Bahçeli’ye karşı bir sıkıntı oluşmaz, meseleleri tabana anlatmakta güçlük çekilir. İşte bitiş senaryoları da bu kurgular üzerine bina ediliyor! Yol ayrımında olan ülkücüler değil MHP yönetimidir.
Hepsinin ötesinde Suriye işi ile tam tam anlamı ile entegre olan PKK-PYD-ABD-RUS diretmeleri karşısında Türkiye de bir yol ayırımında bulunmaktadır. İktidar ve anamuhalefet partilerinde zinde güçler olmadığı içi tabanları da oldukça kaygan bir zemin üzerine oturmuştur ki bunlar ideoloji partileri değildir. Hatta PKK’nın bile elinde bulunan silâhlı gücün hiçbir zaman bütün Kürtler’i yanında bulunduramadığı da bir gerçektir. Hâlâ AKP ve CHP’nin saflarında küçümsenmeyecek kadar Kürt taraftar da vardır.
Ülkede yıllardan beri, bir anayasa beklentisi vardır; bu husus sadece Kürtler için değil herkes için geçerlidir. Fakat bilhassa ayrılıkçı hareketten değişik düşünen Kürtler’in tatmin olması için yeni bir anayasa istenmektedir. İşte burada MHP’ye çok büyük ihtiyaç olduğu açık seçik söylenmektedir. Elbette Türkiye’nin yol ayrımında MHP’nin tavrı ve hareket tarzı çok önemlidir. Ötesini bekleyip göreceğiz; siyasi hareket olarak MHP’nin geleceğini tahmin etmek elbette siyasetçi işidir. Fakat bizim ülkücülüğümüze hiçbirşey olmaz. Çünkü her zaman yepyeni ve dip diriyiz. Ülkücüler birbirini ve milletini daha fazla sevmelidir.
Muhabbetle.