H. Nurcan YAZICI
Çocuklar ve gençlerle ilgili ‘iç acıtıcı bir konuyu’ açık açık ve çok rahat bir şekilde konuşamıyorsunuz, lâkin sussanız da bu kez gönlünüz râzı gelmiyor…
Bugünlere adım adım gelirken, 8 Mart dedik, kadınları konuştuk. 14 Şubat dedik, kadınları konuştuk. Anneler günü dedik, kadınları konuştuk. Kadın üzerine ne varsa “kadın nasıl mutlu edilir, nasıl özgür olur, nasıl ifade edilir, kadın şiddetine nasıl son verilir, kadın sokağa nasıl çıkar, nasıl örtünür, kadının çalışma hayatı ve siyasetteki varlığı” ve benzeri konuları yazdık çizdik, bol bol nutuk attık, bol nutuk dinledik, alkışlar, övgüler aldık… Ne var ki en az konuşulan yanıydı kadının ailede yüklendiği sorumluluğu… Neredeyse hiç konuşulmadı, aile içi iletişim ve çocuk…
Olmadı olamadı, ailenin erkeğin ve kadının toplumdaki yerini tanımlayamadık. Olması gerekenleri, olup bitenleri doğru tespitlerle ortaya getirebilseydik eğer;şimdi çocuklarımızın iç acıtan yaşanmışlıkları yerine daha farklı konuları tartışıyor olabilirdik.
Toplumu değiştirmek ve dönüştürmek adına “aile ve kadın üzerine” uygulamaya konulan “projeleri” hafife almanın ötesinde, fark edemedik bile…Bazı yapıların (Vakıfların, örgütlerin) “kendi yollarını” açmak adına, kadın ve çocuklar üzerine yaptıkları “dönüştürme-değiştirme” çalışmalarını görmezden geldik, göremedik.
Dahası, neler olup bittiği “görülemediği” için de, “aile ve kadın” üzerinde “hâkimiyet kurmaya çalışan bazı yapıların çalışmalarına” sessiz kaldık ne yazık ki..
Bu “görmeyen-duymayan- hadiseleri doğru okuyamayışın ortaya çıkardığı sessizliktir”…
Yaşananları izlemek, hatta toplumsal proje senaristlerinin oyunlarında “figüran” olmak, Türk milletinin bütünlüğüne ve değerlerine karşı hesapları olanları cesaretlendirdi. Haliyle de “çözülen aile kurumunda yalnızlaşan çocuklarımıza” ulaşmakta hiç güçlük çekmediler… Ulaştılar ve zehirlerini akıttılar…
(Dolayısıyla, Batının “kadın kimliğinin kırılması”, ailesine ve toplumuna “yabancılaştırılması” böylelikle değerlerimizin yozlaşması yönünde yaptığı projeler amacına ulaşmış görünüyor.)
Geldiğimiz noktada boşanmalar artmış, aile fertlerinin arasında iletişim bağı kopmuş durumda… Çocuklarımız ve gençlerimiz ebeveynlerinden uzakta bir yaşama yönlendirilmiş ya da farklı mekânlarda bir yaşam oluşturma derdindeler… Onlar, “özgürleşmek isterlerken bazı hesaplara sıkıştıklarının, köle olduklarının” farkında bile değiller. Netice; aidiyet duygusu dönüştürülürken, “aile içinde” istenmeyen değer olmuş…
Anne, “toparlayıcı-bütünleştirici” özelliğini yitirmiş, baba saygınlığını ve otoritesini kaybetmiş, birbirinden haberi olmayan ilişkiler içinde, “aile yaşamı” yaşıyoruz ama, onun bile farkında değiliz.
Bu yaşananlar, “kendine ait” kültürü kaybetme noktasında, “kendi olmaktan çıkartılmış” sözde dini yapıların- kimliklerin toplumsal yapımızı bataklığa dönüştürmesidir. Elbette bütün bunlar, “İslam dininde kabul edilebilecek şeyler değil!” İçimizi en çok acıtan, işte bu kırılmışlıkta çocuklarımızın ve kadınlarımızın tedavisi çok zor olan aldıkları yaralardır…
Nihayetinde, sokaklarda yaşamaya çalışan, madde bağımlısı, küçücük yaşta evlendirilen, küçük bedenlerin ağır işçileri olarak çalıştırılan ve en acısı her an cinsel şiddete uğrama tehlikesiyle karşı karşıya olan kız-erkek çocuklarımız için hâlâ bir şeyler yapamayan büyüklerin(!) mutlaka verecekleri hesapları, konuşacak daha akıllı sözleri olmalı.
Akil büyüklerimize tekraren hatırlatayım, göremediklerini söyleyeyim:“ülkemize uygulanan projelerle ortaya çıkan “bugünkü-yeni aile ve kadın yapımız”, toplumsal bütünlüğümüzü ve devamlılığımızı “tehdit eder” bir konuma gelmiş bulunmaktadır… Kadın ve çocuklarımız üzerinden “çok tehlikeli bir parçalanmanın eşiğindeyiz” biline…
Aksi taktirde akıbetiniz çok kötü olacak!..