Ali BADEMCİ
O sebeble milli kimlik oranını yakalamak için milletin düşüncelerini tam olarak sahiplenmeliyiz. İşte o zaman Türklük gibi Türkçülük de ihya olacaktır. Kulağımızı tıkamak, oldukça radikal görüşleri kabullenmek iyi Türkçü olmanın metodu değildir. İyi Türkçüyü Türk insanına entegre olmasını sağladıktan sonra ancak tartışabiliriz. Bunun yolu da bilgili ve donanımlı olmaktan geçiyor. Siyaset müessesesi ile çekişmek yerine uzlaşmak zorunluluğu vardır. İyi Türkçü olmak için herşeyden evvel sosyolojik olarak Türklüğün güncelliğini takib etmek ve kafalarımızı da güncellemek zamanı gelmedi mi?
Türkçülük, Türk insanının, milletini her şeyin üstünde tutan ve ona canı, kanı bütün varlığı ile sevmesi demektir. Bu yönü ile Türkçülük elbette sosyolojik bir kavramdır ve sürekli olarak değişim, gelişme hâlindedir. Herşeyden evvel sevgi ve aşk mefhumu yerinde durmaz, çünkü uçucudur ve sürekli tehdit altındadır. İşin bu yönünü görmemezlikten gelirsek çok büyük hatalar yaparız. Çünkü milletler de netice itibariyle biyolojik bir duruşa sahiptir ve edinilen her yeni kazanımlarla kendi düşüncelerini yenilerler ve sağlam katkılar yaparlar. Bu düşüncelerden bünyeye uymayanlarını da daima geri atarlar ve kabul görmeyen kuramlar kültür çöplüğünde zaman içinde kaybolup giderler. Asli değerler ise unutulsa bile bir süre sonra yeniden dirilir ve müktesebat haline gelirler. Önemli olan zamanında bu gelişmenin farkına varmak ve kafalarımızı ona göre ayarlamaktır. Bu ayarı sağlam yapamadığımız zaman kırıklar ve çürükler oluşur.
Elbette Türkçülüğün ana kaynakları efsanelerimizdir; bunlara bir kültür deyimi olarak bizler “Destanlarımız” diyoruz! O sebeble Dede Korkud gibi Oğuz destanlarını anlamadan Türk tarihini izah etmemiz, hatta Türklüğü tarif etmemiz katiyetle mümkün değildir! Ergenekon, Yaratılış ve Türeyiş, Bozkurt destanları da aynı silsilede milli bünyenin yapıtaşlarıdır. Bunları kıymetsiz addetmek, hatta hayal ürünü diye değerlendirmek, onlarla dalga geçmek inkârcılıktır. Elbette milliyeti din gibi düşüneceksiniz; çünkü ilâhi kavramlar ancak böyle sosyolojide anlam kazanır. Herşeyi olduğu gibi kabul etmek daima hareket halinde bulunan sosyolojik kavramları durağan hale getirmek, hatta yuvarlamak olarak düşünüleceği için ilmî temellere oturmak mümkün değildir. O sebeble sosyal hayatta mitolojik kavramları inkâr etmek hatta toplumun yan ürünleri olarak göstermek dini inkâr etmekle eşdeğerdedir. Milliyetin inkârı toplumların başına dinin inkârından daha büyük belâlar açarlar! O sebeble din kaynaklı düşünceler bir ideoloji oluşturamıyor ve ilgili toplumlarda yeni yeni bunalımlar yaratıyor.
Netice itibariyle inançlar da birer kültür kazanımdır; bunları dışlayarak milliyet tarifi yapmak imkânı var mıdır? Önemli olan ölçüleri sağlam koyabilmektir. İslâmiyet öncesi tarih ve kültürümüzde bunca zaman din ihtiyacımızı gideren şaman din adamlarından, yani hiçbir “Kam” dan devlet adamı olan ve siyaset yapan tek kişi göstermezsiniz. Selçuklular’ın Oğuzluk’dan Türkmenliğe terfisi bir sosyal ve siyasi gelişmeydi. Üç aşağı beş yukarı Ahmed Yesevi ile Kınık Oğuz oluşumu çağdaşdır; fakat Türkmen ideolojik kavramının teşekkülünde özellikle ilk asırlarda önderler arasında “ Yesevizade” gösteremezsiniz! Hatta Yesevi’nin tamamen siyasi bir kavram olan “Türkmen” deyimini kullandığına dair sağlam bilgilerimiz de yoktur! Konar göçer ideolojinin kullandığı ana motif Türk veya Oğuz’dur. Türkmen deyimi bir iki kuşak sonra kültürümüzde ancak Yunus Emreler ile telâffuz edilmeye başlanmıştır. Köprülü’nün Ahmed Yesevi’yi örnek göstererek vurguladığı “Türk Müslümanlığı” İslâmi dönemde kazanımımızdır ve katiyen siyasi bir anlamı yoktur. Dolayısıyla İslâm öncesi Türkçülük ile İslâmi dönem Türkçülüğü’nü birbirinden ayıramazsınız; tabii siyaseti mutlaka bir kenara bırakmak kaydı ile!
Türkler’in İranı, işte böyle bir hamur ortaya çıkarmıştır; çünkü yine üstat Köprülü’ye göre Türk ırkı İslam’ı mütecaviz, yağmacı, soykırımcı Araplar’dan değil Farslar’dan öğrendi! En hafif deyimle tamamen siyasi donatıları olan “Türkmen” etnomimi böyle ortaya çıktı! Bugün bu deyimi İslam öncesi müktesebatımız ile izah edemeyiz; böyle bir görüşüşe sahip olursak; Selçuklu ve Osmanlı gibi devirleri ve Emir Timur’un dünyasına da sırtımızı dönmüş oluruz. Destanlar ve mitolojiler ancak toplumlara yön verebiliyor, doktrin taratma gücü yoktur.
Bugün din veya İslâm olmadıktan sonra, Türkçülük pek mesnetsiz iddialar olarak sırıtır. Nihal Atsız’ın “Milletimiz Müslüman olduğu için böyleyiz” demek, asabiyetle söylenmiş ve çok amacını aşan bir ifadedir. Türk insanını lütfen Müslüman görülmeye davet etmenin neresi doğrudur? Bugün Türkçülük Atsız Bey zamanındaki yerde durmuyor; elbette sosyolojik bir gelişme vardır, bu durumu rahatlıkla açıklayabilmeliyiz. Siyaset de ayrı bir meseledir; çünkü milletin %85’i milliyetçi iken siyaset ancak %10’u sürüklemekte, anlatamadığımız Türkçülüğün de bu orandaki hissesini %l ile belki doğrulayamayız. O sebeble milli kimlik oranını yakalamak için milletin düşüncelerini tam olarak sahiplenmeliyiz. İşte o zaman Türklük gibi Türkçülük da ihya olacaktır. Kulağımızı tıkamak, oldukça radikal görüşleri kabullenmek iyi Türkçü olmanın metodu değildir. İyi Türkçüyü Türk insanına entegre olmasını sağladıktan sonra ancak tartışabiliriz. Bunun yolu da bilgili ve donanımlı olmaktan geçiyor. Siyaset müessesesi ile çekişmek yerine uzlaşmak zorunluluğu vardır. İyi Türkçü olmak için herşeyden evvel sosyolojik olarak Türklüğün güncelliğini takib etmek ve kafalarımızı da güncellemek zamanı gelmedi mi?
Muhabbetle.