Ali BADEMCİ
Ülkede Hükümet değişmiyor ama daha evvel Dışişleri Bakanı olan Başbakan Davutoğlu’nun çekilmesiyle Suriye meselesinde daha sakin düşünmek için en azından bir fırsat yakalanmış durumdadır. Suriye iç savaşının artık bir mezhep savaşı olmadığının farkına varmalıyız. Suriye bütün insanları ile birlikte elbette Sünnî bir ülkedir. Böyle bir silâh yeni politika düzenlemesiyle telâfi edilebilir. Türkiye kabul ettiği üç milyona yakın Suriye’linin durumuna bakarak dengeli bir şekilde bu ülke insanına sahip çıkmalıdır. En az Türkiye rakamlarına yakın Nusayri nüfusunu bu ülkede karşımıza almamalıyız. Bunlarla Lazkiye, Hama, Humus, Şam gibi büyük şehirlerde eski Türk bürokrasisi ve Türkler’in temiz bir geçmişleri bulunmaktadır. Bu yakınlık bilhassa Şam’da sürmektedir ve Türk insanından veya Türk gibi düşünenlerden IŞİD saflarında insan bulunmamaktadır. Bu durum Şam’da hükümetin hala tutunmasının sebebi olduğunu bilmeliyiz. Dış politikada Türkiye’nin elbette Suriye meselelerinin dışında kalması ve sınırlarına beton dökmesi meseleyi halletmiyor. Suriye iç savaşının PKK’yı tetiklediği ve Irak’dan daha fazla yataklık yaptığını devletmiz bilmektedir. Daha akıllı hareket edersek Cumhurbaşkanı’nın da işaret ettiği bunalımdan kolayca çıkarız.
Türkiye belki de tarihinin en büyük, en şiddetli ve bunalımlı bir dönemden geçmektedir. Cumhurbaşkanı da sanki daha evvel bu ülkeyi başkaları idâre ediyormuş gibi iyi olmayan durumu son konuşmalarında ısrarla vurgulamaktadır. Böyle bunalımlı zamanlarda milletin devletine sahip çıktığı gibi sosyolojik bir zaaf elbette iktidar tarafından kullanılmak istenmektedir fakat gele gele iş devlet başkanının “Başkanlık” özlemine dönüşmüştür. Hiç hesapta yokken “Başbakan” bunalımı da bu sebeble sün’i olarak ortaya çıkarılmıştır. Önemli ikinci iç bir mesele olarak MHP içindeki bunalımlar dalgalanmaya bırakılmış ve taraftarları ile satranç oynanmaktadır. Ne yazık ki MHP camiası fiilen yaşanan bu olaylardan habersiz akıntıya doğru hareket içindedir. Hesaba alınmayan husus MHP camiasının yapıştırıcı unsuru olan “Ülkücülük”ün çok kaale alınmaması bir yana çirkin siyasi emellere kurban olarak hazırlanmasıdır. Belki daha bu durum devam edecektir ama ülkücüler mutlaka çıkış yolunu bulacaktır. Aslında MHP’deki dört boyutlu mücadele sadece görünen yüzlerdir; asıl mesele ülkücü olanlarla olmayanların kıyasıya savaşıdır. Mutlaka bu mücadeleden ülkücülük muzaffer çıkacak ve siyasi oyunlara malzeme olmayacaktır. Ülkede başka türlü bir savaş bulunmamaktadır.
Suriye meselesi ile ilgili açıklama yapmaya gerek yoktur; PKK meselesi de bir iç mesele veya iç savaş değildir. Meselenin dış boyutlarını sadece hükümet edenler değil bu hareketin Suriye koluna yardım edenler de açık seçik ifâde etmektedirler. PKK hareketinin yeraltı tünelleri ile Suriye PYD’sine bağlandığını ve sürekli oradan lojistik sağlandığını bilmeyen var mıdır? Böyle bir savaşa nasıl iç savaş diyebiliriz? Zamanında Irak da böyle değil miydi; şimdi aynı uzantılarla mücadele edilmektedir. Elbette Türk ordusu ile Suriye hudutlarından savaşmak daha kolaydır. Onun için böyle bir yol seçilmiştir! O sebeble Türkiye şu günlerde adı konmamış bir dış savaş vermektedir! Bir taraftan Kilis’e atılan roketatarlarla ordumuz Suriye içlerine doğru çekilmeye çalışılırken, diğer yandan PKK tarafından arkadan vurulmaktadır. Böyle bir ortamda Türkiye’nin IŞİD ile mücadelesini bekleyenler elbette yaptıklarının farkında değildir. Türkiye İslâm’ın tek koruyucusu değildir; önce ülkenin bütünlüğünü korumak zorundadır. Zaten şu anda yapılan da budur ve çok doğru hareket edilmektedir. Türkiye tahriklere kapılıp PKK hareketini bertaraf etmeden Suriye ve hatta IŞİD işine girmemelidir. Hele ikinci mesele bize ait ve bizim ortaya çıkardığımız bir mesele değildir. Bu işi kim ortaya çıkarıp Suriye’yi paramparça ettiyse meseleyi yine o çözmelidir. Yanlış veya doğru hareket ederler, bu kendilerinin bileceği iştir.
Fakat PKK meselesi öyle değildir; bu iş dünya savasındaki Ermeni meselesine dönmüştür; iç görülen dış mihraklar ordumuzu ve güvenlik kuvvetlerimizi kalleşçe arkadan vurmaktadır. Bu ayrılıkçı örgüt tamamen ortadan kaldırılmadan özellikle doğu cephesinde her hareket başarısızlıkla sonuçlanır. Halep’den aldığımız haberlere göre mahalle savaşları Türkler ve aklı selim Araplar bir cephede, Kürtler diğer taraftadır. Havadan koalisyon güçleri ile hükümet kuvvetlerinin saldırıları bu mahalle çarpışmalarının önünü alamamaktadır ve fiilen Haleb’in %60’ı Türk ve Arap dediğimiz “Osmanlı” güçlerinin elindedir. Devlet güçlerimiz Afrin’in de bir numarası olmadığını bilmeli, yakın şehirleri hem Kürt hem de IŞİD’den korumaya devam etmelidir. Rusya Suriye işinde eridiğini kabul ederek geri çekilmiştir. ABD yanlış işlerine devam etmektedir, ama gün geçikçe Türk devletinin gücünü kabul etmektedir.
Ülkede Hükümet değişmiyor ama daha evvel Dışişleri Bakanı ılan Başbakan Davutoğlu’nun çekilmesiyle Suriye meselesinde daha sakin düşünmek için en azından bir fırsat yakalanmış durumdadır. Suriye iç savaşının artık bir mezhep savaşı olmadığının farkına varmalıyız. Suriye bütün insanları ile birlikte elbette Sünnî bir ülkedir. Böyle bir silâh yeni politika düzenlemesiyle telâfi edilebilir. Türkiye kabul ettiği üç milyona yakın Suriye’linin durumuna bakarak dengeli bir şekilde bu ülke insanına sahip çıkmalıdır. En az Türkiye rakamlarına yakın Nusayri nüfusunu bu ülkede karşımıza almamalıyız. Bunlarla Lazkiye, Hama, Humus, Şam gibi büyük şehirlerde eski Türk bürokrasisi ve Türkler’in temiz bir geçmişleri bulunmaktadır. Bu yakınlık bilhassa Şam’da sürmektedir ve Türk insanından veya Türk gibi düşünenlerden IŞİD saflarında insan bulunmamaktadır. Bu durum Şam’da hükümetin hala tutunmasının sebebi olduğunu bilmeliyiz. Dış politikada Türkiye’nin elbette Suriye meselelerinin dışında kalması ve sınırlarına beton dökmesi meseleyi halletmiyor. Suriye iç savaşının PKK’yı tetiklediği ve Irak’dan daha fazla yataklık yaptığını devletimiz bilmektedir. Daha akıllı hareket edersek Cumhurbaşkanı’nın da işaret ettiği bunalımdan kolayca çıkarız.
Muhabbetle.