
SAFTER TANIK
1967 Yılının Gözden Kaçan Önemli Olayı
1967’nin en önemli olayı; 25 Mart 1967’de, Türkiye ile SSCB arasında imzalanan Ekonomik-Teknik İşbirliği Anlaşması’dır.
Türk-Sovyet Ekonomik-Teknik İşbirliği Anlaşması; Türkiye’ye, “Aliağa Petrol Rafinerisi, İskenderun Demir Çelik Fabrikaları, Seydişehir Alüminyum Fabrikası, Bandırma Sülfürik Asit Fabrikası, Artvin Levha Fabrikası” gibi çoğu ağır sanayi ile ilgili tesisleri kazandırdı. Ancak; bu anlaşma ile Demirel, ABD nezdindeki güvenirliğini kaybetti.
Dünyada Değişim Talebinin İvme Kazanması
ABD; II Dünya Savaşı sonrasında, dünyanın en büyük mali ve ekonomik gücü olarak ortaya çıktı. 1960’a kadar; hızlı bir büyüme süreci yaşadı, 1960’tan itibaren; büyüme hızı düştü, 1960’ın ikinci yarısından itibaren de ekonomik durgunluğa girdi.
SSCB’nin artan ekonomik rekabeti, Almanya ve Japonya’nın yeni bir ekonomik güç olarak ortaya çıkışı, sayıları gittikçe artan ülkenin kontrollü kapitalizm ve karma ekonomik sistemi milli çıkarlarını koruyan bir mekanizma gibi kullanması ise bunun nedeni idi.
Gerek Doğu, gerekse Batı Bloğunda yaşayan halk; mevcut sistemden memnun değildi ve yeni bir düzen arayışı içindeydi. Bunun başında ise üniversite gençliği geliyordu. Ancak, bunların, eleştiri dışında; hayal edilen düzen hakkında, ciddi bir cevabı yoktu. Bu da; tıkanan sisteme çözüm bulamayan hâkim güçlere, aradığı zaman ve fırsatı sundu.
Küba yenilgisi ve Vietnam direnişi; ABD’nin dünyadaki egemenliğini, sorgulanır hale getirdi. Bu da; “Vietkong, nasıl zalim düşmana karşı başa çıkıyorsa; onlar da ABD ve SSCB’nin tahakkümüne rağmen, ülkelerindeki adaletsiz düzene son verebilirdi” düşüncesini doğurdu.
Doğu bloğunda; SSCB’ne kafa tutan Dubçek, Batı bloğunda ise; Küba ve Vietnam direnişinin liderleri olan Fidel Castro, Ernesto Che Guevara ve Ho Şi Minh sembolleştirilen isimler oldu.
68 Olaylarına Doğru
1 Şubat 1968’de, Güney Vietnam Polis Şefi Nguyen Loan’ın; Vietkong gerillası olduğundan şüphelendiği bir genci, sokak ortasında; kafasına tabanca ile ateş ederek öldürmesini görüntüleyen fotoğraf, gazetelerin başköşesinde yer aldı.
16 Mart 1968’de; Amerikan askerlerinin “Mai Lai Katliamı”, Vietnam Savaşı ile ilgili ikinci sansasyonel haber oldu. Tecavüz edilmiş kızlar, napalm bombası ile yanmış, öldürülmüş kadın ve çocuk fotoğrafları ise kamuoyunda geniş bir yankı buldu.
1968’in başından itibaren; Vietnam Savaşı ile ilgili haberlerin, bir dizi halinde, gazetelerin başköşesinde yer almasına ise Fransız basını öncülük etti. Ancak; buna, alışılmışın dışında; bazı ABD gazetelerinin de yer verdiği görüldü. Bu da; Fransa’da başlayan, diğer Avrupa ülkelerine sıçrayan; ABD’de bile yaygınlaşan, “Vietnam Savaşı karşıtı” eylemleri doğurdu.
ABD’de; siyah-beyaz ayrımcılığı, Amerikan toplumunu her an patlamaya hazır bir bomba haline getirmişti.
4 Nisan 1968’de; Martin Luther King, Memphis’te kaldığı otelin balkonunda, uzaktan atılan tek kurşunla öldürüldü. Öldürülmesi ardından, ABD’nin birçok şehrinde; siyahlar ayaklandı, sokaklar savaş alanına döndü, Columbia üniversitesi işgal edildi.
Kaliforniya Berkeley Üniversitesi; daha sonra Berlin Hür Üniversitesi ve Nanterre Üniversitesi’nde taraftar bulan, bizde de devrimci öğrenciler tarafından slogan olarak kullanılan, öğrenci olaylarına yasal bir dayanak sağlayan “Demokratik Üniversite” tezini ortaya attı.
Paris 68 Olayları
1968’in 22 Mart gecesinde, Paris’teki American Express Bank şubeleri bir dizi saldırıya uğradı. Saldırıya karıştığı iddiası ile de Nanterre Üniversitesi öğrencilerinden biri tutuklandı.
Tutuklamayı protesto eden 300 öğrenci; Nanterre Üniversitesi amfisinde, bir toplantı yaptı. Toplantı sonrasında; 142 kişi, Konsey Odası’nı işgal etti; daha sonra bir öğrenci lideri olarak ortaya çıkacak olan Daniel Marc Cohn-Bendit’in (Kızıl Danny) de yer aldığı, Troçkist ve Anarşistlerden oluşan M22 örgütünü kurdu.
Bundan sonra, gruba; diğer üniversitelerden gelen yaklaşık 1200 Marksist-Leninist ve Maoist öğrenci katıldı. Artan gösteriler ve sağ-sol kavgası ile de Üniversite; 1 Nisan’da, kapatıldı.
Bu, Nanterre Üniversitesi’ndeki ilk olay değildi. Öyle ki bir yıl önce; yasak olmasına rağmen, kız öğrenci yurduna giren 150 erkek öğrenci; yurdun çatısına çıkarak polise direniş göstermiş, polis; öğrencilerin toplu direnişi karşısında da geri çekilmek zorunda kalmıştı.
Nanterre Üniversitesi; 1 Nisan’da, öğretime açıldı. Ancak; solcu öğretim görevlileri ile Fransız Komünist Partisi’nin önde gelen kişilerinin eleştiri ve ikna gayretine rağmen, değişen bir şey olmadı. Haliyle Üniversite’nin; 2 Mayıs’ta, ikinci kez kapatılmasına gidildi.
3 Mayıs’ta, Paris Sorbonne Üniversitesi’nde toplanan yaklaşık 300 öğrenci; Nanterre Üniversitesi’nin kapatılması protesto etti, Daniel Marc Cohn-Bendit ve 7 arkadaşına verilen disiplin cezasının kaldırılmasını istedi.
Gösterilerin devam etmesi üzerine; dekan, polisi Üniversite’ye davet etti. Polisin Üniversite’ye girmesi ise Fransa tarihinde görülen ender bir olaydı. Bu da; öğrenci kesiminde büyük bir tepkiye yol açtı. Polis; artan tepkinin önüne bir an önce geçebilmek için de, gelişigüzel bir şekilde 400 erkek öğrenciyi tutukladı.
6 Mayıs’ta; M22 ve Fransa Öğrencileri Ulusal Birliği’nin (UNEF) çağrısı üzerine toplanan, yükseköğretim gençliği ve öğretim görevlilerinden oluşan 20.000 kişi, Sorbonne Üniversitesi’ne doğru yürüyüşe geçti. Kalabalık; lise öğrencileri ve işsizlerin katılımı ile 45.000’e kadar ulaştı, polisin müdahalesiyle de çatışmalar başladı.
Sorbonne Üniversitesi çevresinde yoğunlaşan polis-gösterici çatışması; Paris’in ana cadde ve sokaklarına yayıldı, ülkenin diğer şehirlerine sıçradı. Aralıklarla günlerce süren çatışmalar sonucunda; birçok polis ile gösterici yaralandı, yüzlerce gösterici tutuklandı.
11 Mayıs’ta, Paris ve ülkenin önde gelen birçok şehrinde; öğrenciler, öğrenci aileleri, genç işçiler ile Kuzey Afrika kökenli kişilerden oluşan binlerce kişinin katıldığı gösteriler yapıldı. Medya, aydın ve sanatçılar da buna destek verdi.
Fransız Komünist Partisi ise “Devrim yapılacaksa, devrimi biz yaparız” diyordu.
13 Mayıs’ta; sokak eylemlerine karşı çıkan Fransız Komünist Partisi, “göstericilere, kerhen destek verme” kararı aldı. Başta Fransız Komünist Partisi’ne yakın Genel İş Konfederasyonu (CGT) olmak üzere, içinde bazı polis sendikalarının da yer aldığı tüm işçi sendikaları, genel grev ve gösteri kararı aldı.
1 milyon kişi, Paris caddelerinde yürüdü.
Fransa Başbakanı Georges Pompidou; “ Polis, Sorbonne Üniversitesi’nden çekilecektir, Sorbonne Üniversitesi tekrar öğretime açılacaktır, tutuklu göstericiler serbest bırakılacaktır” dedi ise de, buna; aldırış eden olmadı, aksine gösteriler ivme kazandı.
Genel greve katılanların sayısı; 10 milyona ulaştı, öğrenciler; Sorbonne Üniversitesi’ni işgal etti, işçiler; fabrika işgallerine girişti, Paris’te 500.000 kişi; Başkanlık Sarayı’na (Elysee) doğru yürüyerek Başkan Charles De Gaulle’ün istifasını istedi.
Saray’dan helikopter ile ayrılmak zorunda kalan De Gaulle; Almanya’nın Baden kentindeki Fransız askeri üssünde, General Jacgues Massu ile görüştü ve Ordu’nun desteğini aldı.
“Ya seçim, ya olağanüstü hal”
30 Mayıs’ta, De Gaulle; “ya 23 Haziran’da seçim, ya da olağanüstü hal” dedi. Demesi ile birlikte Fransız Komünist Partisi, sendikalar, kurumsal öğrenci örgütleri; göstericilere verdiği desteği kesti, gösteriler durdu, üniversite ve fabrika işgalleri sona erdi.
De Gaulle’e destek veren 700.000 kişi; Fransa bayrağı altında, Paris-Şanzelize’de yürüdü.
De Gaulle; kaybetmek için girdiği seçimi, istemeyerek de olsa kazandı. Ancak; 1969’da, öğrenci gösterileri ve işçi grevlerinin tekrar yaygınlaşması ile de istifa etti.
Olayın Arka Planı
De Gaulle; Fransa’nın Cezayir kaosunu yaşadığı bir ortamda, General Jacgues Massu’nun desteği ile tekrar siyasete girdi. Cumhurbaşkanının olağanüstü yetkilerle donatıldığı yarı başkanlık sistemini kabul ettirdi, 1959’da da devlet başkanı oldu.
1962’de; milliyetçilerin beklentisinin aksine, Cezayir’in bağımsızlığını kabul etti. Haliyle milliyetçilerin desteğini kaybetti.
De Gaulle; Fransa için, imparatorluk döneminin kapandığını biliyordu. 1956’da; Fransa’nın, İngiltere ve İsrail ile birlikte Mısır-Süveyş’e yaptığı müdahalede; SSCB’nin nükleer tehdidi karşısında, ABD’nin sessiz kalması; bunu, O’na öğretmişti.
Kıta Avrupası’nda, “Birleşik Avrupa’yı” hayal ediyordu. Bunun için Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (AET), ABD’den bağımsız, siyasi bir birliğe dönüştürmek istiyordu.
Büyük hedefine karşılık, 1946’dan beri ülke siyasetine damga vurmuş bir siyasetçi olarak; yıpranmıştı, değişim isteyen halk için de gitmesi gereken bir isimdi.
SSCB ile bir yakınlaşma politikası izledi, ABD’nin köstebeği olarak gördüğü İngiltere’nin AET’ye girişini iki kez veto etti.
ABD’nin “Bretton Woods Anlaşması” hükümlerine uymasını, daha da ileri giderek “Fransa Merkez Bankası’nda rezerv para olarak tutulan dolarların altın ile takasının yapılmasını” istedi. O’na tek destek veren ise Federal Almanya oldu.
Kızıl Danny ve Marjinal Grupların Rolü
Adeta bir devrime dönüşen, De Gaulle’ün istifasını getiren olaylar zincirinin ilk ateşleyici; Nanterre Üniversitesi’nde 142 kişi tarafından kurulan, Anarşist ve Troçkist M22 grubu. Marksist-Leninist ve Maoist grupların katılımı ise daha sonra. M22’de öne çıkan isim de Daniel Marc Cohn-Bendit (Kızıl Danny).
Kızıl Danny; kurulu düzene ve muhafazakâr Fransız toplumunun yasaklarına karşı çıktı, cinsel özgürlük ile bireysel hakları savundu.
Düşünce temelinde, Anarşisti; azınlığın çoğunluğa olan tahakkümünü reddedişi dışında, Marksizm ile bir ilgisi olmadı. Haliyle kendisine “Kızıl Danny” denilmesi de saçının renginden öteye gidemedi.
Alman Yahudi’si olması nedeniyle milliyetçilerin; ajan, Fransız Komünist Partisi’nin de “Alman Anarşist” suçlamasına maruz kaldı.
İleriki yıllarda; çevreci oldu, “Yeşiller Hareketi” lideri konumuna geldi.
Troçkist, Marksist-Leninist ve Maoist gruplara gelince. Bunlar; kendilerini bağımsız olarak tanımlayan, Fransız Komünist Partisi dışında kalan, SSCB’ni Stalinist sapma ile eleştiren, ancak SSCB karşıtı fazlaca bir tutum ve davranış sergilemeyen, “ABD ve Vietnam Savaşı Karşıtı” gösteriler ile öne çıkan, şiddetten kaçınmayan ütopik gruplardı.
Fransız Komünist Partisi lideri Georges Marchais’e göre, bunlar; ” kısa sürede devrim bayrağını unutacak, babalarının şirketi başına geçerek işçileri ezecek, üst burjuva sınıfının çocukları idi.”. Nitekim de öyle oldu.
Berlin 68 Olayları
Almanya’da; öğrenci olayları, Fransa’dan önce başladı. İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin, Batı Almanya ziyareti esnasında ortaya çıkan olaylar ise bunun fitilini ateşledi.
Şah; Batı Almanya ziyaretinde, sık-sık sürgündeki İranlıların protestosu ile karşılaştı.
2 Haziran 1967’de; Berlin Opera binasını ziyaret ettiği esnada, sadece sürgündeki İranlıların değil, buna katılan Almanya Sosyalist Öğrenciler Birliği’ne (SDS) bağlı öğrencilerin de protestosuna maruz kaldı.
Polis ile göstericiler arasında çıkan çatışmada; “Benno Ohnesorg” adlı bir öğrenci, polis kurşunu ile hayatını kaybetti.
Benno Ohnesorg’un polisin ateş açması sonucu hayatını kaybetmesi; Almanya Sosyalist Öğrenciler Birliği (SDS) tarafından, ivme kazanan gösteriler ile protesto edildi. Haliyle daha önce “Vietnam Savaşı Karşıtı” şeklinde görülen gösteriler de “NATO’ya Hayır” ve “Demokratik Üniversite” gibi gösterilere dönüştü.
Ateş eden polisin; Doğu Almanya Gizli Polisi (Stasi) mensubu olduğunun açıklanması bile, gösterileri durdurmaya yetmedi.
2 Haziran olayı sonrasında yaşanan öğrenci gösterileri; Berlin Hür Üniversitesi’nde yoğunlaşırken, Berlin Teknik Üniversitesi’ne sıçradı. Bu da; öğrenci protestolarına destek veren Berlin Hür Üniversitesi öğretim görevlisi Rudi Dutschke’yi (Kızıl Rudi) öne çıkarırken, “2 Haziran Hareketi” adlı bir grubu doğurdu
2 Haziran Hareketi; Latin Amerika gerilla taktiklerini benimseyen, terör ve şiddeti bir propaganda aracı olarak kullanan bir yapılanmaya gitti.
2 Nisan 1968’de; grubun önde gelen isimlerinden Thorwald Proll, Horst Schönlein, Gudrun Ensslin ve Andreas Baader; Alman alışveriş merkezlerine saldırı yapacağı gerekçesi ile Frankfurt’ta tutuklandı.
2 Haziran Hareketi’nden doğan Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF), J2M, SHK anarşist gruplar ise; varlığını 1998’e kadar sürdürdü, Alman kamuoyu ile iç güvenliğini meşgul etti.
11 Nisan 1968’de; Rudi Dutschke (Kızıl Rudi), aşırı sağcı olduğu söylenen Josef Bachmann’ın silahlı saldırısı sonucu, beyninden ağır bir hasar alacak şekilde yaralandı.
Rudi Dutschke (Kızıl Rudi) kimdir?
Rudi Dutschke; 1940’ta, Schönefeld’de (Doğu Almanya); bir postacının, dördüncü oğlu olarak dünyaya geldi.
Gençliğinin ilk yıllarında; dinsel sosyalizm (Protestanlık-Sosyalizm sentezi) savunucusu, Protestan Cemaati’nin aktif bir üyesi olarak çalıştı.
1956’da; Özgür Alman Gençliği (FDI) örgütüne katıldı, “Demokratik Almanya, üçüncü dünya ülkeleri arasında yer almalıdır” sözü nedeni ile tepki aldı.
1957’de; SSCB’nin Macar Halk Ayaklanmasını bastırmak için Macaristan’a girmesini eleştirdi, isteğe bağlı askerliği reddetti, seyahat hürriyetini savundu.
Daha sonra; Batı Berlin’e gidip, gelmeye başladı; lise diploması Batı’da kabul görmediğinden, Askan Lisesi’nden diploma almak zorunda kaldı.
1961’de; Berlin Duvarı bitmeden, Batı Berlin’e geçti, Berlin Hür Üniversitesi sosyoloji bölümüne kaydını yaptırdı, Axel Springer Yayınevi’ne ait B.Z. gazetesinde spor muhabiri olarak çalıştı.
1962’de; Bern Rabehl ile birlikte, Anarşist Uluslararası Durumcular’ın bir parçası olan Huzur Bozucu Eylem grubunun Berlin grubunu kurdu.
1965’te; kendisi ve grubu Almanya Sosyalist Öğrenciler Birliği’ne (SDS) katıldı, SDS yönetimine seçildi.
1966’da; ABD vatandaşı ilahiyat öğrencisi Gretchen Klotz ile evlendi, O’nun da etkisi ile dinsel sosyalizmi terk etti, Marksist temelli “Yeni Sol” düşünceyi benimsedi, SDS’nin düzenlediği “Vietnam Savaşı Karşıtı” ve “Üniversite Reformu” toplantı ve gösterilerde SDS’nin sözcüsü oldu.
2 Haziran 1967 ’de; Berlin Hür Üniversitesi’nde yapılan öğrenci gösterilerine, bir öğretim görevlisi olarak destek verdi. Bu da; O’nu, öğrenci toplantı ve gösterilerinin vazgeçilmez adamı yaptı.
Mart 1968’de, Prag Baharı’na katılmak için Prag’a gitti.
11 Nisan 1968’de; aşırı sağcı olduğu söylenen Josef Bachmann’ın silahlı saldırısı sonucu, beyninden ağır bir hasar alacak şekilde yaralandı.
1969’da; tedavi olmak için İsviçre, İtalya ve İngiltere’ye gitti.
1970’te; Cambridge Üniversitesi’nde doktora çalışması yaptı, ardından Danimarka’ya geçerek Arhus Üniversitesi sosyoloji bölümünde misafir doçent olarak görev aldı.
1972’de; önce Batı Berlin’e, sonra da Doğu Berlin’e geçti, Wolf Biermann ve rejim muhalifi çevreler ile görüştü.
1974’te; “SSCB ve Doğu Bloku Ülkelerinde insan hakları” ile “Soljenitsin ve Sol” adlı oturumları yönetti. SDS’nin dağılması sonucu ortaya çıkan sol ve yeşillerden oluşan bir partinin kuruluşunda çalıştı.
1977’de; Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nde yer aldı, rejim muhalifi Rudolf Bahro’nun Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde 8 yıl cezaya çarptırılmasını protesto etti.
24 Aralık 1979’da; geçirdiği sara sonucu, evindeki küvette boğularak öldü.
Sonuç olarak; Rudi Dutschke (Kızıl Rudi), girift ilişkileri olan; dinsel sosyalizmden, anarşizme; anarşizmden, Marksist temelli yeni sola; yeni soldan, çevreciliğe varan düşünce çizgisi ile kafası karışık, kendisiyle bile kavgalı bir görüntü sergiliyor.
O da; Kızıl Danny gibi, azınlığın çoğunluğa olan tahakkümüne karşı çıktı. Ancak; kontrollü kapitalizme karşı çıkarken, küresel patronların hâkim olduğu yeni bir dünya düzeninin, yani “Küresel Kapitalizmin” yolunu açan isimler oldular.
DEVAM EDECEK