Ali BADEMCİ
Bundan böyle haftada iki gün Çarşamba ve Pazar günleri, biraz daha hacimli sohbet yazıları yazacağım. Hafta içini “Çarşamba Yazısı”, sonunu ise “Pazar Yazısı” köşe başlığı altında vereceğiz! Tabiî olarak tamamen tarihi ve kültürel olan seri yazılar hariç! Bu yazılar umûmî ikaz ve istek üzerine mümkün mertebe gündelik siyasetten uzak olacak; söz, saldırganlık da yok! Ayrıca bir kalıp da tutturmuş olacağız! Biraz da böyle deneyelim, ne dersiniz?
Vallâhi ülkenin havası pek kasvetli; Çukurova’da yaz mevsiminin sıcağı ve rutûbeti nefes aldırmıyor, tıpkı büyük şehirlerdeki siyasette olduğu gibi! Başımıza 15 Temmuz âfeti çökmüş, kiminle karşılaşsan aynı şeyi soruyor: Ne olacak memleketin hâli? Kafalı Hoca’ya “Nasılsınız” diye sorduğunuz zaman, “Memleket kadar iyiyiz” diye cevap alırsınız! İşte öyle, keyifli olmak mümkün değil! Bizim ülkücüler hemen dönüvermiş ”Cumhurbaşkanının arkasındayız” diyorlar! Eh kötü de değil, başarabilen için suretle uğraşılacağına işin aslına bakmak! Kolay da değil bizim ülkücülükte elli yıl geçmişimiz var, “devlet devlet” diyoruz ama geçmişe bakarak geleceğe intibak zor! CHP’liler bir türlü devlet başkanına ısınamıyorlar; Kürtler pek tereddütlü, Araplar sessiz! İşte Adana, işte Çukurova’nın sıcak ve nemli havası! Klimasız yatılmıyor; sabah kalkıyorsunuz, her tarafınız ağrıyor, turşu gibi olmuşsunuz! Ayda beşyüz lira da işin cabası emekli maaşının üçte biri! Çukurova’da derler ki Adana’ya yaratan Allah, yaylaları da yaratmış! Bu durumda en azından Perşembe’den kaçıp kurtulacaksın! Hoş Adana’nın yaylaları da yakın değil ki; şu sıcakta en az bir saat yol çekilir mi? Hele bizim külüstür arabada olduğu gibi kliman çalışmazsa! En iyisi rüya görür gibi bir mersedese kurulacak, klimayı açacak yaylana da öyle gideceksin! O da kolay değil, vermemiş Mâbud ne yapsın Mahmud!
Yaylaya vardınız mı, eğer akşama kalmışsanız duş aldıktan sonra bir zaman dışarıya çıkamazsınız ve Çukurova’nın garip ikliminden uzaklaşmaya çalışırsınız! Yani dışarıya falan gidemezsiniz! Gerçi bir yere çıkmayız da, birbirini rahat bırakmayan dostlar yine vatan-millet konuşmaktan imtinâ etmezler! Halbûki o gece dinlendikten sonra sabah TRT müzik kanalını açacaksın da, gel keyfim gel! Ne engin, ne derin kültürü olan bir milletiz! Şöyle beş on tane Bektaşi Türküsü, bir o kadar da Bayat ezgi veya uzun hava dinlediniz mi, gel keyfe diyecek yok! Fransız Roux’un, Türkler’in büyüklüğü kültürlerinden, dillerinden, Türkülerinden gibi, “Kanun hükmündeki” sözler aklınıza geldi mi Türk olmaktan ne kadar hoşlanırsınız değil mi? Adeta başka bir milletden olmayı istemezsiniz; bu da normal mi bilmem!
TV’de şu Melik Gökçek’den başka insanı çileden çıkaran, asabını bozan kimse yok gibi! Kanal A’dan sonra Pazar gecesi ATV Haber’de ötüyordu! Meral Akşener Hocaefendi’nin Başbakan adayıydı diye! İnsanoğlu bu derece heybeden atar mı, belge yok bilgi yok! Ona “İ. Melih” dediler diye hep kızardık, demek E. Çölaşan ne kadar haklı imiş! Anlaşılan “Pişmaniye” satıcılarından haberi yok! Eski Meclis Başkanı, bu adamı yalanlıyor ve “Suçun %90’ı bizde” diyor! Hadi buyurun cenaze namazına, güler misin ağlar mısın! Bari şu işe “Kendimiz ettik kendimiz bulduk” deyin sana! İsterseniz şarkısını da söyleyebilirsiniz! Söyleyemiyorsanız en azından Neşet Ertaş’ı hatırlamalısınız! Fakat iyi bir musiki dinlemek istiyorsanız bu Türküyü Zara’ya söyletmelisiniz!
Yaz mevsiminde musikiyi yaylada dinleyeceksiniz; şöyle bir kaval sesi veya keman taksimi, yahut ustaların konuşan sazları! Cidden insana herşeyi unutturuyor; tamamen kültüre yöneliyorsunuz! Hiç denediniz mi; işte büyük şehrin kasvetinden kurtulma buna derler! Hayallere dalarsanız, tarih veya tarih öncesine giderseniz; hep mensup olduğunuz halkı; soy, boy, kabilenizi düşünürsünüz! Irkınızın hasletleri ile mest olursunuz! Aslında “Ermek” buna denir! Türk kültüründe “Erenler”i dağda veya bayırda arayacaksınız; çölü çok sevmezler ama, komşularından evvel ve çok büyük bir maharetle Göbi veya Taklamakan’ı geçmişlerdir! Aman çöl deyip geçmeyin; atlar koşturmaktan çatlayıp öldüğü için çöllere hep iki atla girilmiştir! Canım at deyince de Türk’ü hatırlayacaksınız! Geçen gün Gülbanu Hoca “Köpekler’in Türk olmadığını” yazmıştı da biz de “Atlar kesinlikle Türkdür” dedik! Öyle Türkler’de at sevgisi bir Allah vergisidir; şahsen köpek ve kedileri hiç sevmem; küçük torunum da her sabah ”Dede bana beyaz bir at al” diye yalvarır durur!
Torun dedik de, Sayın Akşener geçen gün, bizim de tasdik ettiğimiz gibi, “Torun bambaşka bir şeydir hocam” demez mi? Yüce Tanrı’ye çok şükür ki o bakımdan zenginiz, biri kız dört torunumuz var; ikisi kızdan ikisi de oğlandan! Allahım, Yarabbi biz bunları bir gün görmeyince deliye döneriz! Nasıl bir tutku, nasıl bir iksir? Elbet Türk’e has, Türk aile yapısına has! Maalesef Türk insanı çıkarıp sokağa atmıyor ve 18’e gelince nüfusundan silmiyor; eş, evlât, torun mezara kadar birlikte; işte aile dediğimiz yıkılamayan kurum! “Hatun” deyimi Çince’de de varmış, Türkçe’den ödünç alınmış! Ne anlama geliyormuş biliyor musunuz? Tek kadın! O sebeble İslâmi yıllarda kültürümüzde “Başhatun” deyimi ortaya çıkmış! Acaba İslam’dan evvel “Çokeşlilik”e ne deniyormuş; sanıyorum başka bir isim varmış ki, tek veya ilk kadından sonrakiler töreye göre miras hukukundan tam olarak faydalanamıyorlar ki, İslâmi dönemde “Vasiyet” geleneği gelmiş!
Türk’ün fiziki temizliği de başlıbaşına bir gelenekler zinciridir; çok yakın zamana kadar komşu Moğollar da Çibliler de fare yermiş; Türkler’in böyle bir gelenekleri olduğuna dair hiçbir bilgi yoktur! Esasında hep birlikle yaşamış Batı Moğollar’ın Türklükten uzak olanlarına “Pis Moğol” denirmiş; bunlar Cengiz zamanında bile yıkanmazlarmış! Tabii olarak Moğollar’a nasıl Türk dediğimizi de şöyle bir mercek altına yatırmamız gerekmiyor mu?
Sahi “Dereden Tepeden” derken, şu günde, şu dünya ve Türkiye’de biz ne durumdayız! “Kartondan Teyyare” sandığımız “Dua” ve “Bedduacılar” ihtilale kalkışmışlar! Tıpkı Özal’ın PKK’lılar için “Gafil çocuklar” dediği gibi şu bizim “Mazlumlar”ı görüyor musunuz? Halbuki bizde “Sultan Sencer” olayında olduğu gibi devleti hep “Oğuz”un salladığına dair bir “Devlet” inancı vardır! Osmanlı’nın “Duraklama-Gerileme” devrinde bu görüş kendi kendini ortadan kaldırdı ve “Devşirme” ocaklarını topa tuttuk! Fakat günümüze teşmil edilen Cumhuriyet devrinde hala devlette “Oğuz-Türkmen” korkusu vardır!
Şöyle derin teneffüs ve şükürle Türk çocuğu olduğunuzu söylüyorsanız, var halinize, hemen “o…..” çocukları size “Irkçı” damgasını basar ki bir daha kurtulamaz, kendinize gelemezsiniz! Halbuki bir insanın gerek kendisi, gerek başkalarını, en azından akrabalıklardan dolayı çeşitli şekillerde adlandırmanın hangi kötü yanı vardır? Hiçbir Allah’ın kulunun ana-baba ve atasını seçme imkanı yoktur ! Osmanlı Türkiyesi’nde Arnavut, Boşnak, Arap, Kürt, Çerkez, Çeçen, Abaza vs. anasır Türk olabiliyor, Türküm diyebiliyordu da bunu kınayan mı vardı? İşte Mehmet Akif, Şemseddin Sami! Ya Hüseyin Cahid Yalçın, Türk olmanın ötesinde “Türkçüyüm” diyordu! Kim aksini söyleyebilir kim kınayabilir? Gerçek milliyetçilik ve Türkçülük bu değil midir?
Muhabbetle.