Dr.Yılmaz SOYYER
Biz üniversitede hasbelkader bulunan zevat akademik yükseltmelerimiz için hakemli dergilerde yazı yazmak mecburiyetindeyiz. Bu dergiler bizim söylediğimiz her sözün karşılığını dipnotla gösterdiğimiz yazılar yazmamızı isterler ve kendimiz uzmanı olduğumuz konularda dahi bir tek cümle etsek hemen hakemlerden gelen “nereden aldığı gösterilmemiş” ikazıyla karşılaşırız. Bu bir bakıma iyidir, makalenin özgün ve nitelikli olmasını temin eder ancak ülkemizde bu konu fazlasıyla abartılmakta ve yazarın “yeni bir tez” sunmasını imkânsız kılmaktadır. Mesela geçenlerde ismi VII-IX. YÜZYILLARDA, EBEDÎ TAŞLARA KAZILI VERİLER IŞIĞINDA, TANRI-KAĞANLIK-BUDUN MÜNASEBETLERİ olan bir makale yazmıştım. Hakem “yayınlanamaz” raporu veriyor ve sebep olarak da makalede bengü taşlara dayanılarak ortaya konulmuş olan “kut ve töre” meselesinin Kutatgu Bilig’e bakılmamış olmasını gösteriyor. Bengü taşlar yani Orhun ve Yenisey anıtları Kutadgu Bilig yazılmadan 200 sene dikilmiştir. Elbette genel Türk tarihine dayanan bir tez ileri sunuyorsanız Kutadgu Bilig’e de bakabilirsiniz. Nitekim Dr. Sait Başer’in Kutadgu Bilig’e Göre Kut ve Töre adlı eseri Bengü taşlardaki kut ve töre kavramlarından da bahsetmektedir. Makalemde bu kitaptan iktibas da mevcuttur üstelik. Hakemlerin böylesine keyfi tutumlarını şikayet edeceğiniz bir müessese de bulunmamaktadır. Akademisyen tam anlamıyla bir demir cenderenin içerisine sıkıştırılmış bulunmaktadır.
Bilim dünyası bu uygulama sebebiyle artık özgün düşünce üretememektedir. Özgün düşünce üretmek “bir şeyi ilk defa ve hiçbir kaynaktan almadan” yazmak anlamına gelir. Yukardaki akademik makale kurallarına göre böyle bir yazı yazamazsınız, çünkü hakemler tarafından “yayınlanabilir” raporu alamazsınız. Geçenlerde sosyal bilimci Theodor Wiesengrund Adorno’nun bir kitabını okuyordum. Kitapta dip not olmaması dikkatimi çekti ve dikkatlice eseri gözden geçirdim. Kitap boyunca beş tane dip not vardı ve o da itiraz ettiği sosyologların kitaplarıyla ilgiliydi. Demek ki Adorno’nu yazıları bizim hakemli dergi hakemlerimizden “yayınlanabilir” raporu alamaz. Hatta Sokrates, Descartes, Durkhaim ya da Ziya Gökalp bile bu dergilerde yazı yayınlatamaz.
Bu cendereyi kırmamız mümkün değildir. O zaman fikir dergileri aracılığı ile biz de bu demir çemberi kırmalıyız. Ancak fikir dergileri de artık hakemli olmuşlar. Türk Yurdu dergisine makale yolladım. Değerli editör, derginize hiç bir yerde yayınlanmamış bu makalemi yolluyorum. Yayınlanıp yayınlanmadığı konusunda bilgi verirseniz memnun olurum, saygılarımla…” dedim. Bana: Sayın Hocam, çok teşekkür ederiz. Hakemlerimizin değerlendirmesinden sonra bilgi verebiliriz. Selam ve saygımızla Türk Yurdu” cevabını aldım. Benim de canım sıkıldı ve makaleyi geri çekmek istedim ve şu yazıyı yolladım: “Değerli Editör ben Türk Yurdu’nun Üniversite dergileri gibi hakemli olduğunu bilmiyordum. Daha önce Türk Yurdu bir fikir dergisiydi. Böyle bir hakemler sürecine tâbi olmak istemiyorum ve yazımı geri çekiyorum. Saygılarımla… A.Yılmaz Soyyer” Cevap olarak şu yazı geldi: Bana “Sayın Hocam, isteğiniz üzerine yazınız yayımlanma sürecine girmemiştir. Selam ve saygımızla…Türk Yurdu” şeklinde bir cevap geldi.
Ben bu yazışmadan Türk Yurdu’nun hakemli bir dergi olduğunu zannetmiştim. Oysa bilimsel üniversite dergileri gibi bir hakemlilik durumunun olmadığını sonradan anladım. “Hakeme göndereceğiz” ibaresi yazı heyetince değerlendireceğiz anlamındaymış.
Mesele bundan ibaret. Yâni Ziya Gökalp Türk Yurdu’na artık hakemler önünde hesap vermeden yazı yazamaz. Ört ki ölem…