Ali BADEMCİ
MÂTURÎDÎLİK VE KÜBREVÎLİK
Araştırmacılar İran’ı mezhep ve tarikat fabrikası gözü ile görürler; gerçekte bu fabrika bizim bildiğimiz İran coğrafyası değil Türkistan Buhârâ’dır! Mezhep meselesinde İran işâreti belki doğrudur; ama tarikat işinde Buhârâ ve Harezm’e yetişilmesi mümkün değildir. Bu açıdan bakılırsa Bağdat-Suriye-Mısır bile Harezm ve Buhârâ’nın arka bahçesidir. Hazar Denizi güneyinde Deylem biraz Buhârâ özelliğine hâizdir; lâkin bu çevrenin görüşleri Harezm’i aşarak Buhârâ’ya tam intikali sağlayamamıştır! O sebeble Maveraünnhr’de Deylem düşüncesi alâmeti Şiîlik;Sünnî de olsa Şafiî Mezhebi fazla nüfûz edememiştir; işte bunun gerçek sebebi Maturidilik’tir!Bu yazıda “Maturidilik ve Kübrevilik”i bir makale boyutunda inceleyeceğiz; lâkin bu mülâhazaları dinî kural ve prensipler nazarı ile görmeyiniz. Elbette bu husus din tarihçileri, islâmi ilimler ve âlimlerin işidir. Rica ederiz ki, bu yazıyı İslâmi derinliği olan ilmî yazı olarak değerlendirmeyin; sadece sosyal din tarihimiz ve kültürümüz açısından değerlendirin ve mesajlarınızda bilemeyeceğimiz İslâmi derinliği olan sorular sormayın!
Tam adı Ebu Mansur Muhammed b. Mumhammed b.Mahmud Uluğ Türkistan’ın Semerkand şehri Mâtûrîd köyünde milâdi 852 senesinde doğmuş, 944 tarihinde de vefat etmiştir. O sebeble Semerkand şehrine nisbetle Semerkandî, Maturidi köy adına izafen de Maturidî diye tesmiye edilmiştir. İslâmi ilim olarak Kelâmı esas alan ekole Madrudiyye ismi de verilmiştir. Mâturîdî, takipçileri tarafından İmâmü’l-hüdâ (hidayet önderi), alemü’l-hüdâ (hidayet meşalesi), imâmü’l-mütekellimîn (kelâmcıların lideri), musahhihu akâi-di’l-müslimîn (Müslümanların inançlarını yanlışlardan arındıran), reîsü ehli’s-sünne (Ehl-i sünnet’in reisi) gibi lakaplarla da nitelendirilmiştir. (Bekir Topaloğlu, Ebu Mansur el- Mâtûridi, Kitabü’ı Tevhid Tercümesi, Ankara 2002, s.XVII.) Lakaplarından da hemen anlıyoruz ki Maturidi İslâm dininin esas aldığı Kur’an kaideleri üzerinde çalışmış, verilmek istenen mesajları anlaşılır biçimde izaha kavuşturmuş; tarihî, dinî, sosyolojik, felsefî açılımlara kavuşturmuştur. Dolayısiyle deyimleri akli delillerle daha kolay anlaşılır şekle getirmiştir; o sebeble İslâm düşüncesinde “Kelâm Âlimi” olarak anılmıştır. Yaşadığı devrin İslam sosyolojisine uyarak ilk mezheplerden olan Mu’ezile’nin (M.Watt, İslâm Düşüncesi’nin Teşekkül Devri, Ankara 1981,s.167.) akıl mı, nakil mi sorusunu bî-hakkın cevaplamıştır.
Yaşadığı asırda; Mâtûridî’nin Türk asıllı olmasından ziyâde Türkçe yazması ona Maveraünnehr’de, zamanın en canlı İslâmî hareketi olan Türk müslümanları nezdinde pek haklı bir şöhret kazandırmış ve bu şöhret evvela kadim Asya sonra da İslâm dünyasına yayılmıştır. Araştırmacılar Maturidi Arapçasında Türk cümle yapısı ve aksan hakimiyetini mutlaka ortaya koymuşlardır. Maturidi’nin Türkler açısından önemli bir yönü de annesinin Türk olduğu ileri sürülen veya en azından Türk coğrafyasında neşvü nema bulan İmâm-Âzâm Ebû Hanîfe’nin açtığı yol üzerinde yürümesi ve Hanefi Mezhebi’nin Türkistan’da geniş kütlelere yayılmasını sağlamasıdır. İşte bu sebeble Türk insanı İtikatta Mâturidi Amelde Hanefiyiz görüşünü sosyal hayatta ilk umde olarak kullanır!
Maturidilik bir “Tarikat” değil, “Mezhep”tir; eki ve kökü ile düşüncenin aslı Hanefiyye’dir! Bilhassa meseleye geniş vukfu olmayanlar bu hususa çok dikkat etmelidir. Şüphesiz ki kendinden sonra gelen Türk âlim ve mutasavvıflarını etkilemiş, özellikle tarikatların yoldan çıkmamasına çok büyük etkisi olmuştur. Bugün Türk dünyasındaki Sünni-Hanefi mezhep hakimiyeti şüphesiz ki İmam Maturidi ile ilgilidir. Zamanından bugüne kadar Doğu ve Batı Türkistan (Kaşgar), İdil-Ural(Kazan), Afganistan (Horasan), Pencab (Pakistan-Hind-Bengaldeş) gibi geniş İslâm dünyasında Maturidilik itikadi mezhep olarak yayılmıştır.(Mustafa Koçar, Maturidi’de Allah-Âlem İlişikisi, İstanbul 2004, s.15).
Kübrevîlik ve Necmüddin Kübra’ya gelince, onun da tam adı Ebu’l-Cenab Ahmed b.Ömer b.Muhammed b.Abdullah, Harezm’in Hayvek’de (Hive-Hivek-Hıyve) doğduğu için nisbesi Hîvekî veya Hayvekî ‘dir. O milâdi 1145 yılında dünyaya gelmiş ve 1221’de Moğol istilâsi önünde çarpışarak şehid olmuştur. Kendisi neslen Türktür ve büyük ihtimalle Kanglı’dır.(Bkz.Osman Yorulmaz, Kanglı Türkleri, İstanbul 2012).Türkistan’da kurulmuş en büyük ve en medenî Türk devleti olan Harezmşahlar devrinde o zamanın yaygın olan geleneklerine uyarak çocukluğundan itibaren tasavvuf içinde kendini bulmuştur. Yetişkin bir delikanlı hâline gelince de önemli İslâm merkezlerine gitmiş ve buralarda kendini yetiştirmişdir. İskenderiye’de zamanın Şafiî muhaddislerinden Ebu Tahir’den önemli derece faydalanmıştır. Nişabur’da zamanın kelâm âlimi Fahreddin Razî’den dersler almıştır. Moğol İstilâsı gibi Türkistan ve Türk tarihinin çok bunalımlı döneminde çektiği eziyetlerden dolayı kendisine Tammetü’l- Kübra lakabı takılmıştır ki, Kur’an-ı Kerim’de de geçen bu deyimin Türkçedeki tam karşılığı Felâket Adam’dır.(Necmeddün Kübra, Tasavvufî Hayat, Çev.M.Kara, İstanbul 2013, s.12.). Türk mutasavvıf sanıyoruz ilk İslâm dünyası gezisinde bir süre yine büyük mutasavvıflardan sayılan Ruzbihan Kebir Mısri’nin müridi olmuş ve onun kızı ile evlenmiştir İşte bu seyahatler ve evlendikten sonra büyük mutasavvıf Kübra, ulaştığı mertebeyi ”Hamdım, piştim, yandım” kelimeleri ile ifâde etmiştir.
Necmüddin Kübra bir mutasavvuf olduğu için kuruluşuna önderlik ettiği ekol de bir tarikattır ve Kübreviyye olarak adlandırılmıştır. Şeyhlik ve olgunluk dönemi Hive veya Köhne Ürgenç’de geçmiş, devlet ile yakın teması olmuş ve Harezmşah Muhammed’in annesi Terken Hatun’dan büyük hürmet ve himaye görmüştür. Moğol istilâsında bizzat Cengiz Han’ın vasıtalı davetlerine kanmamış ve “Halkım ölürken ben yaşayamam” mealinde cevaplar vererek çarpışmak suretiyle şehid olmuş ve can verdikden sonra zorla açılan sağ avucunda çarpıştığı Moğol askerine ait bir tutam saç görülmüştür. Sünnî Şafiî mezhebini esas alan Necmüddin Kübra’ın silsilesi Hz.Muhammed’e dayanmakta ve kendisi bu silsilede 21. olarak zikredilmektedir.(A.g.e.,16)
Necmüddin Kübra’nın en dikkate değer müridi Hz.Mevlâna’nın mürşidi Şems-i Tebrizi, en çok etkilendiği de Hâce Ahmed Yesevî ve Yeseviyye’dir. Ayrıca sıradan bir dedikoduya ihtimal vererek Harezmşah Muhammed tarafından 1210 tarihinde hunharca katledilen Necdeddin Bağdadî’nin de ona yakınlığı ve müridliği bilinmektedir. Ayrıca bugünkü Kadirilik’den Rufailiğe, Mevlevilik’den Bektaşiliğe kadar birçok Türk tarikati içinde Necmüddin Kübra izlerini görebiliriz.
Muhabbetle.