Ali BADEMCİ
İttihad-ı Terakki Rus Çarlığı’nın çökmesine sebeb olmuştu, ülkücülük de Bolşevizmin dağılması sonucunu ortaya koydu! Elbette emperyal güçlerin yakın ve uzak hedefleri bulunuyordu; Rusya sırf İttihatçılar ve ülkücüler gibi iki ana föktörden ötürü sıcak denizlere inemediği için dağılmak zorunda kaldılar. Elbette Türkeş milliyetçileri ve milliyetçiliği toparladı, lâkin onları müttehid bir cephede toplamak için geç kalındığından ömrü yetmedi! Doğrudur birçok insan ve insanlar yetişti! Halk nezdinde sayıyı milyonlarla da ifâde edebiliriz; fakat bunlardan bir kadro oluşması için önderleri kendi hallerine bırakmadılar! O sebeble yetişmiş, dört başı mamur bir “Ülkücü Kadro” dan nasıl bahsedebiliriz! Tamam ihtilâl yapmayalım ama “Cemaat” gibi bir kadro var mı? Atatürkçü cephede de yok; bu konuda en yoksul insanlar maalesef “Cumhuriyet” ideologyasında buluşan ülkücüler ve geniş “Ulusalcı” cephedir! İşte kadro kadro derken durum budur, aziz dostum Sabahattin Çenet!
KADRO
İlkeleri, amacı, geleceği ve ülküleri olan, aynı zamanda mâzide derinlikleri bulunan ve yarınlar için hedefleri belirlenmiş, asrî anlamda donanımlı ve yetişkin insanlara biz o hareketin kadrosu diyoruz. Bu ölçülere uyan hareketler mutlaka başarıya ulaşır; fikirler ve düşünceler siyasileşir ve ülkede iktidar olur. Cumhuriyet nesli böyledir be kökü İttihad Terakki’dir; bütün çabalaravbe başarılara rağmen bu hareketin orta kuşağı maalesef başarılı olamamıştır. Elbette İttihat Terakki’nin kökü “Yeni Osmanlılar” idi ve nihaî amaç imparatorluğun kurtarılmasıydı. İttihad-ı Anasır böyle doğdu! Ne yazık ki bu hareket çok iç içe girmiş ideallerden oluştuğu ve yetişenlerde bir ülkü birliği olmadığı için hareket tutmadı ve kısa zamanda dağıldı! Bunun asıl nedeni artık şahıslardan ziyade imparatorlukların miadını tamamlamış olmasıydı.
Gazeteci, siyaset adamı ve İttihad Terakki’nin güçlü adamı Hüseyin Cahid Yalçın İmparatorluğu gayri müslîm anasırın değil müslim unsurların dağıttığı kanaatindedir. Bu görüşe katılmamak mümkün değildir; çünkü Osmanlı’nın Rum ve Ermeni teb’asından önce Arnavut ve Arap ayrılıkçıları ayrı yol tutturdular! Dolayısıyla kuvvetli zamanda Osmanlı’nın lokomotifi olan bu gayri müslim unsurlar “Hasta Adam”ı diri diri, ilk harp sonunda toprağa gömdüler! Gayri müslim unsurlar devlete, müslim unsurlar da ülkeler ve demografiye dayanıyordu. Bu şartlar altında “İslâmcılık” çok sakat bir zemine oturdu ve netice olarak kendini ifâde edecek “Mütareke Basını”ndan başka sahipçi ve temel bulamadı! İşte aradan koca bir Cumhuriyet devri geçmesine rağmen hâlâ bu görüş ve kadroların sıkıntısını çekmekteyiz!
Osmanlı’nın hastalığı çok ilerlemeden evvel (XIX. yüzyıl), aydınların tamamı İslâmcıydı, fakat bi-hakkın “Türk” olduklarını ifâde ederlerdi ve hiçbir zaman bu ad etnisite ifade etmedi, hep kültür olarak kaldı! İşte bu yüzden ifâde edilen asır boyunca müslim veya gayri müslim unsurlardan birçok anlı şanlı “Türkçü” çıkmıştır! Bunlardan Türk kültür; dil ve tarih üzerine birçok ilmî eserler de ortaya koymuş olan büyük âlimler bulunmaktadır. Mezkûr zamanda etnisite anlamında “Türk” Anadolu’’da yaşıyordu ve halk deyimini karşılıyordu! Fakat Aydınlar, âlimler ve fikir adamları nezdinde “Türk” bir kültürün adıydı; bu aydınlar kültür anlamında “Türklük”den heyecan bile duyuyorlardı!
Elbette, düzeni İttihad-ı Terakki’nin sarılmak zorunda kaldığı “Türkçülük” bozdu! İttihad-ı Anasır ve İttihad-ı İslâm devlet destekli milli bir ülküydü; fakat ters doğan Türkçülük evvelâ batı sonra da kuzeyden inmeye başladı! Maalesef bu yeni akım içinde “İslâm” motifleri çok eksikti; yani oryantalistler Türk kültürünü ne kadar İslâmcı ifâde ediyorsa, Kafkas ve Deşt-i Kıpçak’dan gelen “Türkçüler” de aynı durumdaydı. Elbette “İdeal ve İdeoloji” Osmanlı’dan evvel Rus müstemlekelerinde gelişmişti! Çünkü Kafkasya’da Azeriler, Kıpçak’da Tatarlar arasında Rus ideolojilerine büyük bir ilgi vardı; Bolşevik İhtilali’ni başaranlara bakın, tabanı iyice tetkik edin, devlette Çarlığın her tarafına yayılmış Türk asıllılar göreceksiniz! Rusya’da Bolşevizm’den kaçan Kafkas ve Kırım Türkçüleri İstanbul’a taşındılar! Cumhuriyet sırf çekinceleri ve korkusu olduğu için, İttihad-ı Terakki kadrolarına tedbirli yaklaşınca, Çarlığın her unsuruna yapışmış din aleyhtarlığı maalesef Türkiye’ye iltica etti, harf inkılabında Osmanlı harfleri ikinci alfabe olarak kalsaydı dünyanın sonu mu gelirdi?
Türkçülüğün menşeinde ihanet değil gaflet olmasına karşılık “İslâmcılık”, ta Cemaleddin Afganî’den itibaren ihanet üzerine kurulmuş bir “İstanbul İdeolojisi”dir. Cumhuriyeti ve Milli Mücadele’yi Türkçüler sahiplenirken “İslâmcılar” belli bir tefekkür oluşturup legal-illegal teşkilâtlanma ile halka indiler ve büyük kadrolar yarattılar! Maalesef Cumhuriyetin bilimsel anlamda halka indiğini ve bir halk kadrosu oluşturduğunu söylemek mümkün müdür? DP-AP mutlaka Cumhuriyetçi önderlr çıkardı; ama bunlar iktidarın dışında içtimai anlamda gözlerinin önünü bile görmediler! O sebeble Adnan Menderes ile Süleyman Demirel arasında çok farklılık yoktur! Her ikisi de zarar ve faydayı nazara almadan “Devlet” gururu içinde boğuldular!
Bazı çevrelerin şansızlık diye tenkit ettiği Albay Türkeş’in 27 Mayıs’a müdahil olması aslında bir şanstı ve Türkeş ideallerin halka inmesini hesaba katmayan “Cumhuriyet” iktidarlarının eksikliğini gördü ve milliyetçiliğin kadrolaşması ihtiyacı böyle ortaya çıktı. Bir “Anadolu Hareketi” olarak “Ülkücülük” ortaya çıktı! Lâkin ülkücülük Türk siyasi hayatında çok geç kalmış bir harekettir; çünkü “İslâmcılar” demokrasi devrinde iktidarlar içinde derin yuvalanma oluştururken “Sol” Atatürk’ün CHP’sini ele geçirmişti! Dolayısıyla Cumhuriyetin fiilen “Sağ-Sol” olarak bölündüğünü rahatlıkla ifâde edebiliriz!
İttihad-ı Terakki Rus Çarlığı’nın çökmesine sebeb olmuştu, ülkücülük de Bolşevizmin dağılması sonucunu ortaya koydu! Elbette emperyal güçlerin yakın ve uzak hedefleri bulunuyordu; Rusya sırf İttihatçılar ve ülkücüler gibi iki ana faktörden ötürü sıcak denizlere inemediği için dağılmak zorunda kaldılar. Elbette Türkeş milliyetçileri ve milliyetçiliği toparladı, lâkin onları müttehid bir cephede toplamak içi geç kalındığından ömrü yetmedi! Doğrudur birçok insan ve insanlar yetişti! Halk nezdinde sayıyı milyonlarla da ifâde edebiliriz; fakat bunlardan bir kadro oluşması için önderleri kendi hallerine bırakmadılar! O sebeble yetişmiş, dört başı mamur bir “Ülkücü Kadro” dan nasıl bahsedebiliriz! Tamam ihtilâl yapmayalım ama “Cemaat” gibi bir kadro var mı? Atatürkçü cephede de yok; bu konuda en yoksul insanlar maalesef “Cumhuriyet” ideologyasında buluşan ülkücüler ve geniş “Ulusalcı” cephedir! İşte kadro kadro derken durum budur, aziz dostum Sabahattin Çenet!
Sağlıcakla kalın.