Devlet AĞDUR
Türk milleti, tarih boyunca büyük badireler atlatmış ve bu süreçlerde direnç noktasını ülkü sahibi topluluklar vermiştir.
Yakın tarihimize baktığımızda da pek çok açmaza en somut çözümler, Milliyetçi Hareket mensupları tarafından ortaya konmuştur.
Bu çok da doğal bir durumdur. Çünkü Türk milliyetçileri ve milliyetçi kuruluşlar varlık sebeplerini, milletinin varlığına adamış ve bu şuurile mücadele etmişlerdir.
Ancak son yıllarda başta Milliyetçi Hareket Partisi olmak üzere Türk milletinin asli unsurunu oluşturan yapılar anlamsız bir çekişmenin, muhteviyatsız sürtüşmelerin içinde, bir kaos ve keşmekeşliğin pençesinde bulunmaktadır.
Ülkücü iradenin beklentileri, iradeye yöneticilik yapanlar tarafından tam anlaşılamamış; aynı şekilde, söz sahipleri de tabana ne yapmak istediğini tam anlatamamıştır.
MHP Genel Merkezi, taşradaki yöneticilerinden, delegelerinden, üyelerinden veya gönüllülerinden gelen teklifleri görmezden gelmiş, bu tip taleplerin ardında başka niyetler aramıştır.
Yarım asra yaklaşan bir siyasi mücadelenin mensupları, istemiştir ki artık milletin öz evlatlarının, devletin asli unsurlarının, vatanın karşılıksız sevdalılarının oluşturduğu Milliyetçi Hareket söz sahibi olsun devlet yönetiminde.
İstemişlerdir ki;
Ezilen, üzülen, hor görülen, ekmeği çalınan, hakkı yenen ülke ve ülkü sevdalıları garip gurebanın, toprağa damla damla terini akıtanların, tarlasını satıp dirsek çürüterek dağlar aşanların da yüzü gülsün, hakkı yenmesin…
Ancak hareketin yöneticilerine tam da ulaşmamıştır bu feryatlar…
Bu durum karşısında taşradaki MHPliler de yılları bulan beklentilerine, meşru çözüm yolları arayışına girmişlerdir.
Yaşanan süreç taraflar oluşturmuş, birbirine siper olan, kan veren, can veren aynı yapının mensupları “öteki” görülmeye başlanmıştır.
Bütün bunlar yaşanırken sağ duyu yerini öfkeli açıklamalara bırakmış, şaşkınlıklar kat be kat artmış, söylemler hayretlere sebep olmuştur.
Nitekim 15 Temmuz FETÖ işgal girişiminin ardından bir kez daha memleket derdi öncelenmiş ve beklentiler ötelenmiştir.
Milliyetçi Hareket Partisi lideri ve tabi olarak milli felsefe devreye girmiş ve “Türk milleti ve Türk Devletinin istikbali söz konusu iken ikbal beklentisi de ne ola ki?” şuuru top yekun karşılık görmüştür milletten.
Lakin “At izini it izine karıştıranlar” FETÖcü ile ülkücüyü de karıştırmıştır. Bu durum karşısında beklenti ülkücü iradeden olmuş,” Asi de olsa, yaramaz da olsa evlatlarıma kimse böyle bir yakıştırmada bulunamaz” haykırışı beklenmiştir.
Evet, beklenen çıkış MHP Genel Merkezindeki bayramlaşmada olmuş, Ülkü Ocakları Başkanlığı yapanından, – eksiği gediği ile -ömrünü harekete verenine kadar hiç birini diğerinden ayırmadan hepsi için, hareket ile alakaları olmadığı ifadesi kullanılmıştır.
Ve pek çok insan Aliye İzzetbegoviç’in şu sözünü hatırlanmıştır bu söylem karşısında:
“Ve her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey; düşmanların sözleri değil, dostların sessizliği olacaktır.”
Ardından twitter üzerinden, -siyasi kariyer, başarı, toplumsal algı ne olursa olsun- Milliyetçi Hareket Partisi’ne ömrünü vermiş bir lider için kullanılan yazmayı dahi düşünemeyeceğimiz o cümle …
Tabi karşılıklı sert ifadeler…
Yazık!…
Bu hareket bunların hiç birini hak etmiyor. Yazacak çok şey var, dost incinir, düşman sevinir endişesi ile vazgeçiliyor…
Ama yine de daha önce başka arkadaşların da dillendirdiği şu yaklaşım ile tamamlayalım temennimizi:
- Ülküdaşlık hukukuna halel getirecek tavır, tutum ve söylemlerden uzak durmalıyız. Çünkü “ülküdaşlık karındaşlıktan daha ileri seviyede bir akrabalıktır.
- Ülkücüler birbirini karşılıksız bir sevgi ile sevmelidir. Çünkü iki cihan güneşi buyuruyor ki “ İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş olmazsınız.
- Ülkücüler, Türk milliyetçileri birleşmek zorundadır. Çünkü Rasulullah (SAV) buyuruyor ki “Birlikte rahmet ayrılıkta azap vardır.”