Ali BADEMCİ
Yarım kalan Irak Seferi için sınıra ne kadar yığınak yapmışız; elbette bilmiyoruz! “Yıldırım Orduları” Suriye’ye girdi de dünyanın sonu mu geldi? Hani III. Dünya Savaşı çıkacaktı, yoksa kapıda mı? Korkmayın hiçbir şey olmaz; böyle bir cesareti Türkler’den başkası gösteremez ki, o da dünyanın sonu olur! Siz intihar komandosu görmemişsiniz; elbette Cengiz’in gözleri önünde, kendi haremini kendi eliyle temizledikten sonra vücudunu azgın Sind Nehri’ne salıverip o cehennemden sağ çıkan Celâleddin Mengüberdi’yi hiç tanımıyorsunuz! Ölmek de kurtulmak da işte böyle olur; yeter ki şeytana uymayın, ihânete aldırmayın!
100 YIL SONRA YENİ YIL
Tarih elbette tekerrürlerden ibarettir; bakınız yine küçültülmüş serhaddimizin topraklarında savaşıyoruz! Yine Oğuz delikanlılarının hazan mevsimi; Anadolu ezeli bir vatan, yiğitleri topağa veriyoruz, yürekler dayanmıyor! Yanıyor, figan yükseliyor! Ateş her tarafı yakıyor, zavallı analar ve babalar! ”Burası Muştur Yolu Yokuştur” türküsü eskimiş midir? Çanakkale elbette geçilemedi, Sarıkamış yarılamadı, Mustafa Kemal Yıldırım Orduları’nı Adana’ya çekti, ağırlıklarımız Musul hattında duruyor! Elbette büyük savaşın odaklarından ikisi Çanakkale ve Sarıkamış ise üçüncüsü Musul idi! Fakat tıpkı Çanakkale gibi 29 Nisan 1916’da Irak-Musul Cephesi sustu! Aradan 100 yıl geçmiş düşman o günden beri bir kurşun atamadı! “Mustafa Kemal’in Askerleri” diye haykırıyoruz ama o askerlerin şimdi Halep kapılarında olduğunu ne kadar biliyoruz?
Evet 100 yıl sonra bir yılbaşında yine 100 yıl önceki gibi “Mustafa Kemal’in Askerleri” aynı yerde değil mi? İşte tarihin tekerrürü bu! Bir asır önce yine bir asır sonra! Bu ilâhi hikmeti tartabiliyor muyuz, meseleye ince ve derin bir şuurla bakabiliyor muyuz? Canım şu şiir okumayı da bırakın artık; “Makber” bir edebiyat kasidesi değil, tarihtir tarih! İstiklâl Marşımız, hattâ Arif Nihat’ın Fetih Marşı da edebiyat değil savaştır savaş! Bizim gibi bir milleti edebiyat coşturuyor, türküler şevklendiriyor, ama yetmiyor yetmiyor! Az geliyor! Gönlümüz soğumuyor, ince ince bir kar bekliyor! İşte bunun için bu yıl karlı geçiyor ve incecikten Mehmetçiğin yüzünü ağartıyor! Tıpkı Elif gibi!
Artık geçmişimize bühtanları bırakalım; Büyük Devletimiz’i yargılamaktan da vazgeçelim! Bunlar ne denli bir hikâyedir daha anlamadık mı? Lozan’ın masaya yatırılmasının ne anlamı var? Elbette yarım kalmış bir hikâye! Siz er meydanında “Er” bulamasanız da savaşa bakın savaşa! Lozan’dan eziklik değil, sonuç çıkarın! Irak Devleti’nin garantörü değil misiniz? Muhatapları bu görevi yapmaya çağırın! 100. yılında Irak Devleti nerede? Şimdi bu topraklarda fiilen üç devlet yok mu; ABD, DEAŞ, BARZANİ! Nerede Irak devleti, bir avuç eskimiş ve kokuşmuş mezhep bürokrasisi! Merak ederiz acaba telefonda ne gibi azar yedi de “İlişkilerimiz düzelecek” diyor! Artık anlıyoruz, Türkiye bölgede ve dünyada “Demir Yumruk” olmalı! Edebiyatı kendi beyaz sayfalarına bırakın da savaştan bahsedin savaştan! Bu coğrafyada yaşamak için devamlı savaş hâlinde olmamız gerektiğini hâlâ anlayamadık mı? Bakın artık Cengiz de yok, Emir Timur da! Düzeninizi ancak siz bozabilirsiniz? Hep öyle olmadı mı? Oyun kurucu da oyunun baş aktörü de siz olmalısınız!
Yarım kalan Irak Seferi için sınıra ne kadar yığınak yapmışız; elbette bilmiyoruz! “Yıldırım Orduları” Suriye’ye girdi de dünyanın sonu mu geldi? Hani III. Dünya Savaşı çıkacaktı, yoksa kapıda mı? Korkmayın hiçbir şey olmaz; böyle bir cesareti Türkler’den başkası gösteremez ki, o da dünyanın sonu olur! Siz intihar komandosu görmemişsiniz; elbette Cengiz’in gözleri önünde, kendi haremini kendi eliyle temizledikten sonra vücudunu azgın Sind Nehri’ne salıverip o cehennemden sağ çıkan Celâleddin Mengüberdi’yi hiç tanımıyorsunuz! Ölmek de kurtulmak da işte böyle olur; yeter ki şeytana uymayın, ihânete aldırmayın!
Türkler elbette Suriye’ye girmekte geç kaldı; son yüz yılda gördük ve öğrendik ki cetvelle çizilen sınır tutmuyor; kanla çizilmesi gerekiyor! Bizim yüz evvel kanla çizdiğimiz hududlar hâlâ aynı yerde duruyor! Kan bizi oralara çekiyor, gördüklerimiz mezar taşları değil, hudut taşları! Lâkin bir adım öteye giderseniz yeni hudut taşları görmüyor musunuz? İşte “Kızıl Elma” dediğiniz budur! Yeni ve üzeri yosunlaşmamış sınır taşları! Elbette yeni bir çağda ve yeni bir konsept ile karşı karşıyayız! Hayal de görmüyoruz; ama bunlar hiçbir şey yapamaz! Sorularla beyin jimnastiği yapın; ne zaman Musul’a giriyor muyuz siz ondan haber verin! Esasında 90’larda orda olmamız gerekiyordu, şühedaya verilen randevu bu değil miydi! Yine mi geç kaldık?
Bakınız Suriye’de 90 x 40 km. bir alan açtınız da Güneydoğu’da bölücülüğün ayak sesleri yarı yarıya düştü! Demek ki hudutlarınızı tam güvene almaya kalksanız yaprak kıpırdayamaz! Kandil eskidi de Sincar’a izin verecek misiniz? İşte o zaman “Yandı Gülüm” yandı ülkem! Şehit kanı üzerinde değil gölgesinde cenk edilir! Herhalde sondan ikinci mısra A. Nihat’a naziredir ama ”Delikanlım, işaret aldığın gün atandan Yürüyeceksin… Türklük yürüyecek arkandan! Sana selâm getirdim Ulubatlı Hasandan ….” mısraları bizlere neyi ifâde ediyor? Ve, ” Sen ne geçebilirsin yardan, anadan, serden.. Senin de destanını okuyalım ezberden… Haberin yok gibidir taşıdığın değerden…” İyi pazarlar, iyi yıllar efendim; hoşçakalın; huzurlu olun; dua edin; bol bol şehadet getirin, Türklüğe güvenin, dört elle sarılın! Hüdâ demiş ki “Ben getirdim ben koruyacağım!”