Ali BADEMCİ
Akademiler artık sade tarihçi ve edebiyatçı değil, kadim Türk ilimleri tedris ediliyor, “Felsefe-Sosyolog-İlâhiyatçı” dallarında donanımlı ilim adamları yetişiyor! Bu husus önemli değil mi? Yazarımız az, olanlar da genel duruma uyum sağlayamıyor! İlim adamı namzetlerinin de “Siyasileşmek” gibi hataları var! Şu siyasileşme de aslında önemli; evet ilim adamı siyasi söylemlerden mutlak olarak uzak durmalı! Bırakın bu işleri “Yazarlar” yapsın; çünkü onlar siyasete daha yatkındır! Anadolu’nun nadir yazarlarına, akademik ölçüler dahilinde siyaset yasağı koymamalıyız! Çünkü siyasete tahvil olmayan düşüncelerin çok kıymeti olmuyor! Siyaset iyi bir yayıcı veya tartışma ortamdır; bırakın bu işleri akademisyenler değil onlar adına “Yazarlar” yapsın! Daha akılcı bir yol değil mi? Elbette yazar için bu işin kuralını koymak gerekli; demagoji ve polemik yok! Daha donanımlı bir sonuç için, daha akıllı bir strateji! Fakat her halükârda “Milliyetçi” çizgideki yazarlar âlimlerden ayrılmamalı, birbirini tamamlayıcı olmalıdır.
YAZAR VE ÂLİM
Cumhuriyet devri kültür hayatımızda en önemli handikaplardan birisi, belki de en önemlisi kavram kargaşalığıdır. Maşallah boş işlerde mahir, demagojide usta, polemikte pek başarılıyız! Onun için siyaset şeytan çuvalı, âlim yetersiz aydın cahildir! Dünyada belki ülkemizin dışında böyle bir örnek yok; çünkü batıda herkes işin ciddiyetinde ve konumunun farkında; bu durumdan çok memnundur, çünkü yaşadığı toplumla fevkâlede entegre olmuştur! Bizde siyasetçi şaşkın, âlim pek mağrur, yazar şaşkındır! Ne güzel değil mi? Bir de arada bulunan ve sesi pek çıkmayan, hattâ görüşleri yayılmayan, bir nesli tükenmişler de bulunmaktadır! Bunlar ilim ve âlimi iyi tanır, görüşlerine pek kiymet verir, onların yolundan ayrılmaz; işte bize göre “Yazar” denmesi gerekenler bunlardır! Bunlardan âlim olmaz, dolayısiyle ilim adamı da çıkmaz! Yazarın önünü açıktır, elbette bir ucu siyasete dayalıdır; fakat ilim adam böyle değildir; mutlaka, ilim adamı yazar olabilir ama hududlarını aşmamak, seviyesini düşürmemek kaydı ile! Fakat yazarın ilim adamı olmasını düşünmek bile cehâlettir! Onun için ölçüleri doğru koymak gerekiyor!
Eskiden ilim adamı medreseden gelir ve bu işe ömrünü verirdi; şimdi ise bu işin mekânı üniversiteler veya kısaca akademilerdir. Halbuki “Yazar” daha serbest konumu ile halk adamıdır; birikimine dayanır ve bununla öne çıkar! Bu ölçüler içinde elbette “Yazar”ın da en az lisans ölçüleri dahilinde modern bir eğitimi olması gereklidir! Her zaman tamamen alaylı bir kafa sağlam kafa değildir! İşte burada ölçüyü sağlam koymamız gerekiyor; “Yazar” hatâ yapabilir, fakat ilim adamının asla yanlış yapma gibi bir lüksü yoktur! İşte adam gibi ölçü budur, bu kurallara uygun ölçüleri bulabilirsek “Âlim”i daha rahat tarif edebiliriz! Yeni ve uyduruk kavramlar var; “Araştırmacı-Yazar”; böyle içi boş, başı ve sonu belli olmayan mefhum olur mu? “Araştırmacı” mutlak olarak ilim adamıdır, “Yazar” ilim adamı olamayacağı gibi “Araştırmacı” da olamaz! İstisnaları yok mudur, elbette vardır ve sayıları bir elin parmakları kadardır! Elbette “Âlim” yazar olabilir; meselâ Fuat Köprülü böyle yüksek bir değerdir; fakat Necip Fazıl sâdece bir yazardır! Nihal Atsız elbette hem âlim hem de yazar, hatta bir ideologtur; bu bakımdan da gerçek hayatta olduğu gibi kültür hayatımızda da Köprülü’nün öğrencisidir! Biraz değişik ama Gölpınarlı’yı da aynı kategoriye koymak gerekmiyor mu?
Osmanlı bize bir “İstanbul Aydını” devretti; onların çoğu da işgal yıllarında “Mütareke Basını” içinde eridi ve kendini rezil etti! İşte Halide Edip ve Ali Kemal! Bugün onlara “Vatansever” demekte tereddütlüyüz; fakat bir çok ilim adamı gibi “Yazar” olarak Hüseyin Cahid kendini korudu ve “İstanbul Efendisi” olarak kalmayı başardı! Tartışabilirsiniz ama 82 yıllık hayatında çizgi değiştirmedi, doğrusu bu değil mi? Gazeteci, yazar, çevirmen, siyaset adamı olarak kendi kendini korudu, beğenir veya beğenmezsiniz, lâkin mesleğini ve konumunu en iyi taşıyan insandır! Elbette Anadolu askerdi, âlimi ve müellifi yok denecek kadar azdır! Bunların da çoğu asker menşeyli bürokratlardı! Karabekir Paşa tam bir “Müellif” yani yeni deyimle “Yazar”dı; hiç ona ilim adamı diyebilir miyiz?
Osmanlı’dan bugüne çok şey değişti; ilim yuvaları Anadolu’nun ilçelerine kadar indi! Bunu hiç önemsemiyor muyuz? Dünya kadar ilim adamı yetişiyor, hem de coğrafya ve insanımızla bütünleşerek! Evet Anadolu irfanının bir hayli zorlukları vardır, fakat mahallî çalışmaların çoğu “Ulusal” düzeydedir! Şahsen bunları çok önemsiyoruz; davetlerde onlarla haşir-neşir oluyoruz; Allah gösterirse çok değil on yıl sonra büyük bir patlama olacak! Bu sebeble Anadolu irfanı gerek biz fertler, gerekse devlet tarafından desteklenmelidir! Masa başı değil, ilmî ölçülerde saha çalışmaları yapıyorlar; bu çalışmalar son on yıldan beri Anadolu’dan Türk Cumhuriyetleri’ne yönelmiştir; uzak ellerde onlar çalışma yapıyor! İşte ne güzel ki Anadolu ışığı ile Türk dünyası aydınlanıyor!
Akademiler artık sade tarihçi ve edebiyatçı değil, kadim Türk ilimleri tedris ediliyor, “Felsefe-Sosyolog-İlâhiyatçı” dallarında donanımlı ilim adamları yetişiyor! Bu husus önemli değil mi? Yazarımız az, olanlar da genel duruma uyum sağlayamıyor! İlim adamı namzetlerinin de “Siyasileşmek” gibi hataları var! Şu siyasileşme de aslında önemli; evet ilim adamı siyasi söylemlerden mutlak olarak uzak durmalı! Bırakın bu işleri “Yazarlar” yapsın; çünkü onlar siyasete daha yatkındır! Anadolu’nun nadir yazarlarına, akademik ölçüler dahilinde siyaset yasağı koymamalıyız! Çünkü siyasete tahvil olmayan düşüncelerin çok kiymeti olmuyor! Siyaset iyi bir yayıcı veya tartışma ortamdır; bırakın bu işleri akademisyenler değil onlar adına “Yazarlar” yapsın! Daha akılcı bir yol değil mi? Elbette yazar için bu işin kuralını koymak gerekli; demagoji ve polemik yok! Daha donanımlı bir sonuç için, daha akıllı bir strateji! Fakat her halükârda “Milliyetçi” çizgideki yazarlar âlimlerden ayrılmamalı, birbirini tamamlayıcı olmalıdır.
Saygı ve Sevgi ile.