Ali BADEMCİ
Milliyetçilerin önüne bir “referandum” sandığı konuyor; “Evet” diyenler milliyetçi “Hayır” diyenler hain, şeklinde içi boş görüşler var! Devlet böyle boş bir kutu için milliyetçileri ikiye bölmemeli; çünkü bir daha bir daha ihtiyaç olacaktır! Dikkat ediniz ki büyüklü küçüklü Suriye olaylarına müdahil olan devlet, hatta örgütler içinde Türkiye’den başka bu ülkenin samimi olarak bölünmesini istemeyen yoktur. Milliyetçiler herhangi bir yönlendirmeye veya asabiyete kapılmadan akıllı hareket etmelidirler.
MİLLİYETÇİLİĞİN HANDİKABI
Geniş anlamda milliyetçilik milletlerin devlet ideolojisidir; o sebeble milletler mücâdelesinde en yumuşak ifâde ile bir rekabet söz konusu ise, hedef devletlerin ilk oynayacağı şey milliyetçiliktir.Güçsüz ülkelerde milliyetçilik zaman zaman istenmeyen ideoloji haline gelir, milliyetçiler ezilir ve devletler milli hedeflerden yoksun hâle getirilir. Sebeb zaman zaman milliyetçi duyguların frenlenememesi! İşte bu durumlar o ülkelerde milletlerin düşünce olarak bunalım yıllarıdır. Müslüman ülkelerde sık sık din milliyetçilik ile karşı karşıya getirilir ve yeni bunalımlar sahnelenir. Bunlar denenmiş ve başarılı olunmuş projelerdir; ki bazen de Arap ülkelerde olduğu gibi din azla ileriye gittiği zaman etnik ve şoven milliyetçilik ile önü kesilir. Dolayısiyle milliyetçilik iki ileri bir geri daima ayakta tutulmaya çalışılır! Bu düşüncelerin örneklerini içinde ülkemizin de bulunduğu “İslâm Dünyası” coğrafyasının tarihinde sıkça ve rahatlıkla görebiliriz.
Atatürk dönemi Türk milliyetçiliğine hudut çizilemiyen bir dönemdir; ki evvelki asrın Kinross ve Armstrong gibi batılı düşünürler bile bu çemberin içine girmişlerdir. Üç aşağı beş yukarı bu dönem öncesi oryatalizm de aynı tezahürlerden ibarettir. Bu dönemde Türk Milliyetçiliği sadece himaye değil aynı zamanda geniş bir ifâde ortamı bulmuştur. Elbette İmparatorluk sonrası “Ulus Devlet” ideolojisi de bu münbit bahçelerde yeşermiştir.
II. Dünya Savaşı Türkiye’de milliyetçiliği aksiyon alanında bloke etti ve milliyetçiler milli mücadele kahramanı devlet başkanı tarafından eziyete tabi tutuldu; fakat ilginçtir ki devletten tasfiyelere gidilmedi. 19560-60 dönemi devlet ideolojisinde “İslâmi” fantaziler ve bir iç politika tezahürü olarak değerlendirilmişse de bu görüş doğru değildir; doğrusu İslâmcılar’ın da Milliyetçiler’in de ipleri ABD’nin eline geçmiştir. Dolayısiyle legaliteye dönen ve Cumhuriyete karşı olan İslâmcılar, milliyetçiliği “Türkçüler” ve “Büyük Doğucular” diye ikiye böldüler. Fakat İslâm’ın dozu kaçırıldığı fark edilince, 1960-70 döneminde ABD ve CIA milliyetçilerin yanında oldular ve önünü açtılar. Bunun da sebebi komünist hareketlerin önlenemez yükselişi idi.
1970-80 dönemi tam anlamı ile, “Sağ-Sol” saflarına ayrılan gençlerin savaşa sürüklenmesiydi; İslâmcı görüş sahipleri bu ortamı sadece seyretmekle yetindiler ve bir hayli zengin oldular; çünkü ellerine geçen “Koalisyon” imkânlarını böyle değerlendirdiler. “Sağ Cephe”nin suiistimale dayanan hırsızlık politikaları silâhlı mücadelede bulunan milliyetçilere bulaşmadı ama, ABD güdümlü 1980 İhtilali suçlu suçsuz demeden yüzlerce milliyetçi gence işkence uygulayarak, canlarından bıktırıldılar ve milliyetçi tepkiyi sindirerek, genel olmamakla birlikte “Mafya”ya yönlendirdiler. Hatta o yıllarda bu “Mafya” unsurları ANAP ve DYP himayesinde Ermeni Diasporası’nın cinayetlerine karşı devletin hizmetine çağrıldılar; herhalde başarılı hizmetler de yaptılar! Fakat 1970-80 arasında milliyetçiliğin yakaladığı disipline hareketi dağıttılar. Sonradan anlaşıldı ki kurulan tezgâh “Etnik Irkçılık” ve “İslâmi Fundamentalizm”dir. CIA güdümlü bu sürecin herhalde 15 Temmuz Başkaldırısı’nda farkına vardık.
Milliyetçiler ABD Tezgahı’na gelmemek için dua ediyor; lâkin milliyetçilerin yine “Devlet” hizmetine çağrılması cidden çok düşündürücüdür. Elbette 15 Temmuz sonrası FETÖ operasyonlarında devlette fevkalade bir saha açılmıştır. Acaba bu alan milliyetçilere mi yoksa fikren bir FETÖ ardıcı olan “İslâmi” görüş sahiplerine mi tahsis edilecek? Cumhuriyet tarihinde Kıbrıs’dan sonra Türkiye’nin milli onurunu kurtaran Suriye ve yurt içinde PKK operasyonlarında gönüllü olarak canlarını verenler milliyetçi âilelerin çocuklardır. Milliyetçiler devlet hizmetine koşarken acaba bu inceliğin farkındalar mı? Bu konuda istihbarat ne kadar güçlü ve bağımsızdır?
“Suriye’de ne işimiz var, dünya savaşı mı çıkaracaksınız” diyenler şimdi susuyorlar! Bu sefer “Münbiç’e girilirse ABD ve Rusya dünyayı başımıza yıkar” deniliyor! Yani bu ülkeler ordumuza karşı silâh mı çekecek; hiç de böyle olmaz fakat yurtiçi ve yurt dışı provokasyonlar sahnelenir! Bunlar zaten Avrupa’da başlamış durumdadır; önemli olan mukabele şeklini sağlam temellere oturtmak!
Milliyetçilerin önüne bir “referandum” sandığı konuyor; “Evet” diyenler milliyetçi “Hayır” diyenler hain, şeklinde içi boş görüşler var! Devlet böyle boş bir kutu için milliyetçileri ikiye bölmemeli; çünkü bir daha bir daha ihtiyaç olacaktır! Dikkat ediniz ki büyüklü küçüklü Suriye olaylarına müdahil olan devlet, hatta örgütler içinde Türkiye’den başka bu ülkenin samimi olarak bölünmesini istemeyen yoktur. Milliyetçiler herhangi bir yönlendirmeye veya asabiyete kapılmadan akıllı hareket etmelidirler.
Hoşçakalın.