Bülent Vedat AYDEMİR
Bu referandum sürecinde bu güne kadar olan bitenleri not almıştım.
Şöyle bir gözden geçirdiğimde bir de baktım ki, neler olmuş neler!
****
Beklerdik ki, özellikle siyasiler tarafından, anayasa değişikliklerinin nelerden ibret olduğu; nelerin kaldırıldığı, yerine nelerin getirildiği, bu değişikliklerin gerekçelerinin ne olduğu; özellikle “devletin bekâ”sının niçin tehlikede olduğu anlatılsın.
Değişikliğe “evet” diyenler, devletin her türlü imkânlarını dildiği gibi kullandılar. Değişikliği AKP’nin bekası olarak anlatma yoluna gittiler.
Değişikliklerin ne getirdiğini, ne götürdüğünü bir türlü anlatamadılar!
Niçin “hayır” dediklerini anlatmak isteyenlerin toplantı ve açıklamaları akıl almaz gerekçelerle engellendi.
Bazı hukukçu, gazeteci, akademisyen ve az sayıdaki siyasetçi sayesinde (tabii ki engellenmeden kurtuldukları sürece), vatandaş kısmen de olsa bilgilendirildi.
İskender Öksüz Hoca’nın son kitabında (Alt akıl- Aptallar ve Diktatörler) bahsettiği gibi; bu süreçte “kanun hâkimiyeti” değil “kanunlarla hâkimiyet” yoluna gidildiğini gördük!
****
Maalesef, bu seçimde de, daha önceki seçimlerde olduğu gibi, hakaretler bombardımanına şahit olduk: Ayrıştırmanın, ötekileştirmenin, kutuplaştırmanın, kamplaşmanın ve hainlik etiketleri yapıştırmanın kralını gördük.
Ondan sonra da sıkılmadan, çekinmeden birlik ve beraberlikten bahsettik.
Sizler tepede, ülke için bir ve beraber olamıyorsunuz ki!
Toplumdan istemeye yüzünüz kızarmıyor mu?
Bu koltuk ne koltukmuş!
Bu ne ihtiras!
Taha Akyol’un dediği gibi “orta sınıf siyasi kültür”ün, “duygusal popülizmin” zirveye ulaştığını üzülerek izledik, 16 Nisan’a kadar da kesintisiz izleyeceğiz.
****
Bu referandum süreci bizlere çok şeyler öğretti!
İnsanların, özellikle, şahsi çıkarları için siyasete soyunan insanların çok değiştiklerini gördük!
Bu tür insanlarla konuşurken çok dikkatli olmaya başladık!
Özellikle bunlarla el sıkışmak zorunda kaldıysak, el sıkıştıktan sonra beş parmağımız yerinde mi diye parmaklarımızı saymak zorunda kaldık!
Öyle hale geldik ki, profesyonelce yalan söyleyenleri dinlemekten adeta zevk almaya başladık!
Devlet kesesinden “ müjde makyajlı” öyle vaatler de bulunuldu ki, “daha önce neredeydiniz demek” zorunda kaldık.
****
Oy uğruna değerlerimizin nasıl çiğnendiğini, birkaç gün arayla hem “milliyetçi” olunduğunu, hem de bölücülere şirin görünmek için “milliyetsiz”, “tekçi” olunabileceğini hep birlikte gördük!
Bulundukları makam gereği büyük sorumluluk alması gerekenlerin; sorumluluklarını unutarak, yok sayarak, üç-beş oy uğruna, bölücülük ve vatan hainliğinden idam edilenlerden nasıl faydalanılma yoluna gidildiğine şahit olduk!
Daha dün gibi kısa bir süre önce, kendisini aklamak için “bizi kandırdılar, aldattılar” diye bangır, bangır bağıranların, şimdi “bizi kimse aldatamaz, biz kimseyi aldatmayız” diye haykırdıklarını duyduk!
Büyük üstat H. Nihal Atsız’ın “Türkümsü Türkler”inin yeniden sahneye çıktıklarını gördük.
Türk Devletini yönettikleri halde geçmişte de “Türküm” diyemeyenlerin, fikir ve görüşlerinin değişmediğini, bir türlü “ben Türküm” diyemediklerine şahit olduk!
***
Daha düne kadar Ülkücülere akla hayale sığmayan hakaretlerde bulunan, iftira atan, bir şerefsizin MHP’liler tarafından “şerefle” ağırlanmasına şahit olduk!
Bu olaydan dolayı birçok Ülkücü isyanları oynarken, ama her nedense o teşkilatta görevli görevli zatı muhteremlerin sus pus olduklarını gördük!
Çünkü “Viskici Semih Efendi” den talimat almışlardı! “Aman haaa, gıkınızı çıkarmayın!”
Ülkenin birliği, dirliği ve bekası için ölümü bile göze alan birçok Ülkücüye, hayır dedikleri için “hain” denmesine “bilge lider” tarafından sessiz kalınmasına, üstüne üstlük bu ithamlara da kısmen katılmasına da şahit olduk!
****
Peşmerge paçavrasının Ankara ve İstanbul’da devlet bayrağı gibi göndere çekilmesine şahit olduk! Akabinde Kerkük’te olanlardan kahrolduk.
Cumhurbaşkanının, kendi ülkesinde Kürtçe yazılı pankartlarla karşılanmasına isyan ettik!
Bebek katili apo itinin yoldaşı, Şivan Perver’e övgüler dizilmesini hayretle dinledik!
****
Geçmişteki beyanatlarında “Başkanlık sistemi felakettir” diyen, hem “bilge adam”ın hem de “mehdi” unvanlı, “uzum adam”da denilen “reiz”in, ne olduysa, birden bire “başkanlık” sistemine “yılana sarılır gibi sarıldıklarına” şahit olduk!
Daha düne kadar birbirlerine ağza alınmayacak hakaretler edenlerin; “şeref” yarışmasına girenlerin, “mert-namert” kavgasına tutuşanların; birbirlerini yüce divana sevk edeceklerini haykıranların ne olduysa, gurur ve haysiyetlerini sümen altı edip birbirlerine ”iltifat etme” yarışına girmelerine şahit olduk!
Birileri (herkesçe malum) yirmi yıl sonra aklına gelmiş ve Başbuğumuzun mezarını ziyaret etmiş, karanfiller koymuş, bakır ibrikle su dökmüş ve bir Fatiha okumuş!
Hayret ki, hayret!
****
Ülkücüler asla balık hafızalı değildir.
Daha önceki seçimlerde de, önce övgü yarışına girenlerin, istediklerini aldıktan sonra, defterlerinde kayıtlı hakaretlerine devam ettiklerini çok iyi biliriz
Bu hakaretler “fırışka” gibidir!
Midesi kaldıran yiyebilir!
Ne diyelim, yiyebilene afiyet olsun!
Bal-kaymak olsun!
Üstüne maden suyu da bizden olsun!