Ali BADEMCİ
Antakya içinde 1539’da 40’a yakın Bektaşi Tekkesi bulunmaktadır, akıbetleri nice olmuştur. Bunları akademik ortamda iyice incelenmesi gerekmektedir! Din tarihi birçok meseleye açıklama getiremiyor; sosyoloji ve etnoloji bizlere mutlaka yol gösterecektir. Bunun dışında bölgenin insanları kendi toplumları üzerinde ciddi çalışmalar yapmalıdır. Dolayısiyle hem akademilere kapı açılmış hem de siyasete sağlam melzeme temin edilmiş olacaktır. Elbette zamanın meskukatı önemlidir; lâkin bugün tarihi coğrafyanın konuşması şarttır. Suriye’de en büyük Sünni kale İdlip’in Hatay’a sarkan köyleri neden Nusayri’dir? İdlip ve Kuseyr’de mutlaka Suriye’de ilk Türklük ifadesi olan Karluk ve Kıpçaklar incelenmelidir. O bakımdan etnolojiye de bir hayli ihtiyacımız bulunmaktadır. Buradan jeokültür yapıya girmemiz şarttır. Tarihi meselelerde efsaneler ancak yol gösterir, bunlar tarihi belge olamaz.Son altı yılda Suriye’ye bu kadar ilgi bizim jeopoliği de sorgulamamızı gerektiriyor! Popülist bilgiler gibi politik ve algı yayan bilgileri de meselenin içinden ayıklamalıyız. Bize göre Nusayrilik çok önemli bir meseledir; bu işi imamlara bırakırsak kültür hayatımız bir anda kendini beynelmilel görüşlerin ve örgütlerin içinde bulur. En güzelini bizler yapabiliriz ve bu konuda elimizde yeterli bilgi, belge ve arşiv kaynakları da bulunmaktadır
NUSAYRÎ ARAŞTIRMALARI
Çarşamba yazısı bir hayli ilgi gördü; daha ilk gün 2000 okumayı devirdi; hâlâ okunmaya devam ediliyor! Altı yıldan beri devam eden Suriye olayları bu konuya yeterince dikkatleri çevirmiştir; zaten Nusayrilik’in evveliyat olarak elimizde ilk harbten sonra ortaya çıkan benzer ilgiden başka düzgün bir siyasi ve sosyolojik tarihi bulunmuyor! Bizim bölge insanı olmamızdan başka ilmi sayılabilecek bir aşinalığımız da yoktur! Nusayriler ile ayrı inançlarda olmasak da aynı havayı teneffüs ettik ve aynı okullarda okuduk; birbirimizi de çok sevdik! Tıpkı 1920-40 arası dönemde olduğu gibi psikolojik baskı dolu araştırmalar ve devletimize karşı kışkırtmaların hiçbir faydasının olmadığı Cumhuriyet tarihimiz boyunca görülmüştür. Hatta Türkiye Nusayrileri’nin bizlere üstünlüğü o dur ki Cumhuriyetçi ve sıkı Atatürkçü’dürler! O sebeble üç güney ilimizde CHP’nin hâlâ en büyük sermayesi onlardır. 1939 Hatay Plebisiti’nde de Nusayriler Türkiye lehinde oy kullanmışlardır! Tıpkı Vakıflı Ermenileri gibi! Maalesef bizlerden de bol bol isyancılar çıktı, Suriye lehine oy kullandı ve Suriye’ye kaçtılar; ilginçtir ki günümüzde Şam’da kimliksiz olarak yaşamaktadırlar! Bu sonuncular Türklüğe ve Hılafete “Evet” derken, “Cumhuriyet” ve “Atatürk” e “Hayır” dediler!
Nusayri ve Nusayriler ile ilgili bir hayli serbest yayın var; bunlardan bir şey anlamak mümkün değildir! Lois Massignon ile başlayan tarih ve inanç izahları da tatmin edici olmaktan uzaktır. Oryantalistler’in çalışmaları ve ortaya koyduğu ürünler de oldukça siyasidir! Din tarihçilerinin yayımlarına gelince bunların ilmi olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Kufe ve çevresi olarak gösterilen ilk Nusayri coğrafyasında bugün bir Nusayri bulunmaması ilginç değil mi? Muhammed İbn Nusayr’in doğum ve ölüm tarihleri belli değildir ve kişiliği ile ilmi tamamen efsanelere dayanmaktadır. Bildiğimiz odur ki, Muhammed İbn Nusayr İsnaaşeriye imamlarından Ali en-Naki (829-868) ile çağdaşdır ve Irak-Kufe-Sincar civarında yaşamıştır. Massignon’a göre 884 yılında ölmüştür. Kesinlikle milliyeti belli değidir; görüşlerine bakılırsa Arap olmaktan ziyade ilk Suriye ahalisindendir. Aynı müellife göre İmam Hasan el-Askeri’ye biat etmiş, onuın ölümünden sonra “Mehdilik”ini ilân etmiştir.
1876 yılında Kitabü’l-Mecmuu’yu mehaz göstererek Beyrut’ta yayımlanan el-Adenî’nin el-Bâkuratu’s-Süleymaniyye fî keşfi esrâri diyanetu’n-Nusayriyye adlı eserini önemsiyoruz. Bu kaynağa göre Muhammed İbn Nusayr, Hasan el-Askeri’nin babıdır, ki aynı hususu Galib-et Tavil de teyid ederek zatın son “Bab” olduğunu yazmıştır. Bu duruma göre demek ki inanç esaslarının evvelki dönem veya dönemleri de bulunmaktadır. İlginçtir ki el-Adenî önce Nusayri iken sonradan inançlarına daha yakın bulduğu Musevilik ve Hiristiyanlığa intisab etmiştir. Muhammed İbn Nusayr’a izafe edilen düşüncelerin kaynağı ve ayrıntılarının bugünkü Nusayriler’de karşılığı yoktur. “Haramları helâl saydığından, livatayı tevazu göstergesi güzel bir iş olarak gördüğünden, tenâsühu ve hulûl görüşünü savunduğundan ve imamları ilâh kabul ettiğinden bahsedilmektedir.” ki bu görüşler ya kaynaklandırılmalı veya saha çalışmaları ile Nusayri toplumundaki karşılıkları bulunmalıdır. İddialar harcıalemdir.
Kaynaklara göre Muhammed el-Nusayr Arap değil Fars’tır; dolayısiyle Farslılığının temellendirildiği bölge Huzistan olunca mesele tartışmalı hale gelmektedir. Çünkü Muhammed el-Nusayr’a bazı kaynaklarda “Hazari” denmektedir ki, zaman ve devir, Türk Hazarlar’ın kuvvetli olduğu tarihi dönemle örtüşmektedir. O sebeble Arap ve Farslığı yanında Türk olduğu da düşünülebilir ve bunun için Me’mun-Mu’tasım döneminde yeteri kadar sebebler bulunmakta ve daha sonra Selçuklu tarihlerinde aksülameli görülmektedir. Şiirlerinin dışında Şah İsmail’e hangi sebeble Türk diyorsak pek ala bunu Muhammed İbni Nusayr için de düşünebiliriz. Nusayr’ın ölümünden sonra cemaatın başına geçen ve yine Farslı olduğu düşünülen Muhammed el-Cünbülani’nin kişiliği de tartışılmaktadır. Mısır’da 1990 yılında yayımlanan el-Fil adlı bir müellifin en-Nusayriyye isimli eserine göre Cünbülani ikinci halifedir ve 900 yıllarında yaşamıştır.
Massignon’a göre Cunbülanî Mısır’da tanıştığı el-Hasibi’yi Nuseyriliğe celbetmiştir, ki bu zat da aynı kaynağı göre 957 veya 969 yıllarında yaşamıştır. Kaynakların hemen hemen hepsinde el-Hasibi’nin de kendinden evvel Cünbülani ve İbn Nusayr gibi Farslı olduğu husus yer almaktadır. Hasibi zamanında Nusayriler Fırat’ın batısına geçmişler ve tedricen bugünkjü coğrafyaya doğru hareket etmişler. Hasibi efsane şeklinde olan Nusayrilik düşüncesini sistemleştirmiş, böylece gerçek kurucu haline gelmiş, bugün elimizde bulunan Kitabul-Mecmuu dahil birçok eser yazmıştır. Hasibi’nin de yaşadığı dönem (873-957) olarak ifade edilse de yerine oturmayan kısımlar bulunmakta ve silsileye uymamaktadır. Sanki elli yıllık bir dönem içinde yoğun değişimler yaşanmıştır. Hasibi’nin Kitabul-Mecmuu adlı 16 surelik eseri bugün Nusayriler’in kutsal kitabı mahiyetindedir.
Hasibi’nin ölümünden sonra iyice Suriyelileşen Nusayrilik’n başına onun öğrencisi olan Muhammed b.Ali el-Cilli geçmiştir. Bu zat Massignon’s göre Samandağı ile Harbiye arasında bulunan Cilliya köyündendir ve 994 yılında hayattadır. Günümizde bu adla bir köy bulunmuyorsa da Cilli’lerin soyu devam etmektedir; Abdullah Cilli (1906-1991) Samandağı Belediye Başkanlığı ve Cumhuriyet hükümetlerinde milletvekilliği yapmıştır. Suriye Nusayriliği’nde bu dönem çok ilginçtir; çünkü bölge Fatimiler’in elindedir ve Ebu Mansur Abuştekin ed-Dezberi el-Cili adlı Buhârâlı bir Türk komutan Halep ve Şam Valilliği yapmıştır. Bunların ikisi aynı şahıs mıdır, tam olarak bilmiyoruz! Fakat zaman ve devir örtüşmektedir. Memluk tarihçisi el-Makrizi’de bu şahıs ve faaliyetleri hakkında geniş bilgi bulunmaktadır. Anuştekin Memluk ve Gulamlar’ın eğitildiği “el –Hucre” de yetiştirilmiştir. En azından çağdaşı Cilli gibi tabanı bölgenin eski sakinleri olan Suriyeliller-Karluklar ve Kıpçaklardır. Bugün Tacikistan hudutları içinde kalan Şarkı Buhârâ’nın Cilliköl-Cilligöl Türkmenleri de onlardandır. Harbiye’de başlayıp Karaköse’de biten dağlık bölgelerde yaşayan Döver Türkmenleri de F.Sümer’e göre Selçuklu iskanıdır ve 15.yüzyılda Şii inançları sebebiyle çoğu İran’a göçmüşlerdir. Elbette bunlar “Şamlular” dediğimiz Halep Türkmenleri’dir. Bu Türk boyları Nusayrilik ile ne kadar ilgilidir? Suriye Yesevileri içinde Şafii veya Alevi mezhebinden dünya kadar mutasavvıf bulunmaktadır.
Antakya içinde 1539’da 40’a yakın Bektaşi Tekkesi bulunmaktadır, akıbetleri nice olmuştur. Bunları akademik ortamda iyice incelenmesi gerekmektedir! Din tarihi birçok meseleye açıklama getiremiyor; sosyoloji ve etnoloji bizlere mutlaka yol gösterecektir. Bunun dışında bölgenin insanları kendi toplumları üzerinde ciddi çalışmalar yapmalıdır. Dolayısiyle hem akademilere kapı açılmış hem de siyasete sağlam melzeme temin edilmiş olacaktır. Elbette zamanın meskukatı önemlidir; lâkin bugün tarihi coğrafyanın konuşması şarttır. Suriye’de en büyük Sünni kale İdlip’in Hatay’a sarkan köyleri neden Nusayri’dir? İdlip ve Kuseyr’de mutlaka Suriyede ilk Türklük ifadesi olan Karluk ve Kıpçaklar incelenmelidir. O bakımdan etnolojiye de bir hayli ihtiyacımız bulunmaktadır. Buradan jeokültür yapıya girmemiz şarttır. Tarihi meselelerde efsaneler ancak yol gösterir, bunlar tarihi belge olamaz.Son altı yılda Suriye’ye bu kadar ilgi bizim jeopoliği de sorgulamamızı gerektiriyor! Popülist bilgiler gibi politik ve algı yayan bilgileri de meselenin içinden ayıklamalız. Bize göre Nusayrilik çok önemli bir meseledir; bu işi imamlara bırakırsak kültür hayatımız bir anda kendini beynelmilel görüşlerin ve örgütlerin içinde bulur. En güzelini bizler yapabiliriz ve bu konuda elimizde yeterli bilgi, belge ve arşiv kaynakları da bulunmaktadır
Esen kalın.