Ali BADEMCİ
Bilsin cihan ki ben bu cihanın nesindeyim,
Bir ülkünün mehabetinin zirvesindeyim.
Dünya denen mezellete dalsın her isteyen,
Ben ırkımın şeref taşan efsanesindeyim.
Herkes bir özleyişle yaşar… bende öylece
Altaylar’ın ve Tanrıdağ’ın çevresindeyim.
Merdanelikle şöyle bakıp ayrılıklara
Son menzilin hüzün dolu kaşanesindeyim.
Artık veda zamanına pek fazla kalmadı;
Yorgun ve kimsesiz ölümün bahçesindeyim…
BAYRAM GELMİŞ NEYİME!
Bugün Ramazan Bayramı; 1 Şevval 1438; inanç dünyamızın yeni bir idraki! Elbette güzel şeyler konuşmak, güzel temenilerde bulunmak gerekiyor! Fakat en önemlisi yaşadığımız koca bir ömrün muhasebesi hiç mi önemli değildir? “Züğürt Tüccar”ı çoktan geçtik; çalış çalış aynı yerdesin; elbette bizler bir dâvâ adamıyız; ölüm bile bizi bu dünyadan ayırmıyor; fikirlerimiz soyumuzla birlikte devam ediyor! Keşke şu tarih olmasaydı; herkes kurtlar, kuşlar gibi gözünü kapar kapamaz unutulur gitseydi! Lâkin insanlık ve onun geçmişi olan tarih bir hakikattir; hiç ölmez ve nihayeti yoktur; kendi başına devam eder gider!
Geçtiğimiz hafta “Çarşamba Yazısı” yazmadım; çünkü okuma çok düşük; yazının başlık antetinde sayaç var, lütfen buraya ara-sıra bakın; aynalar gibi kendi kendimizi görün! Okumayan bir camia olduğumuz görüşlerine katılmam; lâkin zamanın esiri olduğumuz hususuna çok ehemmiyet veririm! Elbette yaşadığımız zaman da çok önemlidir; fakat bu zamanda dik durmamız ve kendimizi korumamız gerekmiyor mu? Âilemizi, çevremizi, câmiamızı, milletimizi bir basamak daha ileriye taşımayı düşünmemizin hiç mi önemi yoktur? Bu yazı uzun bir yazı olacak; zamanı iyi anlayıp geleceği görmenin vakti geçip gidiyor; ömür dediğiniz nedir ki? Bir göz açıp kapayıncaya kadar geçip gidiyor! İşte bu noktadan itibaren hâlimiz geleceğin tarihi oluyor! Bu yazıda bir geçmiş muhasebesi yapacağım; yeri ve zamanı mıdır çok iyi kestiremedim ama, mekân değişikliğinin kaderi etkilediği bizim çok eski geleneklerimizdendir; o sebeble dünyanın her tarafına dağılmışız!
Bizim kuşak sokaklarda “İdeoloji” öğrendi ve bir ömür boyu da bu çizgiden ayrılmadı! “Sağ” ve “Sol” elbette yapay mefhumlardır; siz işin aslına ve özüne bakın! Öyle bir imtihan ki insanlar hesabı canları ile verdiler; nice masum insan çınarlar gibi büyük rüzgara dayanamadı! İşte sonradan “68 Kuşağı” denilen nesil budur! Bendeniz bir “Çoban Ailesi”nin, bir dağ başında dünyaya getirdiği, ırkının medfunu birisi olarak kendimi cemiyetin içinde buldum! O yıllar ülkemizin ve milletimizin elbette bunalımlı yılları idi; artık sıcak savaşlar bitmiş, dünyayı “Siyaset” tanzim etmeye başlamıştı! Ortaokul ve lise yıllarımız hep bir “Beyin Fırtınası” veya “Düşünce Yılları” oldu! İşte o sebeble 18 yaşından beri bu ellerim kalem tutar, gözlerim meskukat arar, gönlüm özlemlerle canlı kalır!
Ömrümün ikinci mekanı Adana idi; İstanbul ve Ankara sokaklarında hiç de keramet göremedim! Çünkü sokaklardan kan akıyordu; artık rüzgar savurmuş Adana’yı mekan tutmuştuk! Yıllarca sokaklar saymak bitmedi; lakin birden beş, beşten beşyüz, beşyüzden beşyüzbin olduk! Acaba iş bitmiş miydi? Siyaset çok dalgalı bir uğraş, kimin ne zaman ne olacağını bir türlü bilemezsiniz! Bu evreye elbette sokak lâmbaları ışığında kitap okuyup ders çalışarak gelmiştik! O yıllarda en nemli uğrak yerimiz hapishaneler ve mezarlıklardı; ata yadigarı bu verimli topraklarda nice çiçekler söndü, kurudu gitti! Şimdi daha iyi görüyoruz! Lâkin toplum hafızası bunları taşıyamadı ve unutuldu, gitti!
Elbette ırkımızdan bahsediyoruz; kahir ekseriyetimiz Müslümandır; acaba her Türk adam gibi bayram yapıyor mu? Mutlaka Anadolu’da muktedir olması gereken ve bin yıldan beri istiklâlini kaybetmemiş bir devletimiz var! Sürekli bu devletin varlığı, birliği, dirliği için övünürüz de neden sağlam bir ufuk yakalayamayız? Hepsinden ötesi devletin varlığı ve birliğinin yeminli insanları neden aralarındaki meseleyi halledip de daha etkin olamazlar? İşte bütün mesele budur! Ölüme, kırıma, kıyıma kader deyip geçiyoruz; olağan dışı olaylar bir günde unutuluyor da neden bu duruma geldik! Yedi iklim dört kıtada ecdadımız tırnaklarıyla kazıyarak bir mekân bırakmışlar; bu kadar küçülmek ve adeta hapishane hayatı yaşamak bize göre miydi? Böyle önemli günlerde neden bu meseleleri lâyıkı ile düşünmeyiz?
Tarih kendini “Türkler”le izah ediyor; o büyük vatanımızda hiçbir milliyet Türk mefhumu kullanmadan kendini ortaya koyamıyor! Çin kaynakları cesaretle söylüyor;” Mücadeleyi Hunlar’dan öğrendik” diyorlar! Entari giyen insanlar savaşmayı Türkler’i taklid ederek bir milliyet yaratmanın idrakindedirler! Ruslar için hiçbir şey söylemeye gerek yoktur; ”İlk devletimiz Cengiz Han Çarlığıdır” gerçeğini biliyorlar! Bunlar hamaset değil ilmin gerçekleri! İran, Hindistan ve Ortadoğu’da Türk ırkının engin tezhâgından geçmeyen milliyet var mı? İki Cihan Savaşı da dünyada Türkleri sınırlandırmak için yapılmadı mı? Ve şimdi masada yine Türkler, Türk Dünyası ve müslümanlar var; bunun idrakinde miyiz?
Elbette devletimiz ver devletlerimiz güçlü olmalı; dünyada sözleri geçmelidir! Artık bu realiteyi hamaset olmaktan çıkarmalıyız! Milliyetçiler daha akıllı, daha muktedir olmak zorundadır! Çevremizde vidalar tek tek sıkılıyor, devletimize hareket imkânı bırakılmıyor! Ruslar Kırım ve Karedeniz’e aşarak Ortadoğu’ya geldiler; Batı ve ABD bütün hesaplarını Orta Asya üzerine kurmuş! Çin işgal altındaki Uygur yurtlarında görülmemiş bir jenosid uygulayarak tarihi yanıltmaya devam ediyor! Çin’de Müslümanlar 200 milyon sınırını aşmıştır; “Düngenler” Güney Çin’de Çinlileşmiş Hunlar’dır! Bunlarla Uygurlar arasına fesat sokuluyor ve tarihi Çin politikası devam ediyor! Rusya’da umumi bir siyaset deyimi olan “Tatarlar” devletin zirvesinde; Türkistan’da Kıpçaklar Rus devletinin hakiki ortağıdır! Günümüzdeki yoğun siyaset de gösteriyor ki çok milliyetli devletlerin geleceği yoktur! Çünkü dünya sür’atle milliyetlere göre ayrışıyor!
Böyle bir dünyada elimiz kolumuz bağlı durabilir miyiz? O şık olmayan, tatsız tuzsuz “Turan” nağmeleri de bizim elimize verilmiş bir elmalı şekerden farklı mı? Kendi tarifimizi yapmadan nasıl “Turan” diyebiliriz? Önce ilmen ve cismen kendimizi tanıyacak, ondan sonra böyle bir mekân arayacağız! Bilgi çağında yaşıyoruz; internetin sağladığı tarih-coğrafya-etnoloji-jeopolik-demografi vs. imkânları ile herşey iki tuşa basmaya bağlı! Çarlık devrinden beri Rusya’da yapılan Türkoloji çalışmaları ve Çin kaynaklarını tanımada ancak %10’lardayız! Ülkemiz ve devletlerimizin bilgi alanı dışında devasa bir “Türklük Bilimi” var da muhayyel sloganlarla ne uğraşıyorsunuz? Milliyetçiliğin liderliğini deruhte edenler “Mafya Babaları” gibi Türklük tarifi yapıyorlar! Milliyetçilik böyle mi olur? Düşünceler tasavvur olmaktan çıkmıştır, herşey sahada; beğenip alacaksın! Allahaşkına kaç devlet adamı Türk milliyetçiliğini tarif edebilir? Siyasetçide bilgi ve birikim olmayınca beceri de olmuyor, kör-topal yürüyoruz!
Hakikatten bayram bizim neyimize mi? Gerçekten garip miyiz? Asla ve kat’a! Biz varız; biz! Yepyeni, dipdiri ve taptaze olmalıyız! “Sona Doğru”da ne diyor Atsız:
Bilsin cihan ki ben bu cihanın nesindeyim,
Bir ülkünün mehabetinin zirvesindeyim.
Dünya denen mezellete dalsın her isteyen,
Ben ırkımın şeref taşan efsanesindeyim.
Herkes bir özleyişle yaşar… bende öylece
Altaylar’ın ve Tanrıdağ’ın çevresindeyim.
Merdanelikle şöyle bakıp ayrılıklara
Son menzilin hüzün dolu kaşanesindeyim.
Artık veda zamanına pek fazla kalmadı;
Yorgun ve kimsesiz ölümün bahçesindeyim…
Bu duygularla hayırlı bayramlar diliyoruz efendim, Tanrı Türkü Korsun!