Ayakkabı Bot ve çizme Günlük ayakkabı Bot ayakkabı modelleri Çizme ayakkabı Terlik ayakkabı Sandalet Babet Spor ayakkabı Topuklu ayakkabı İç giyim Mayo Çorap Fantezi giyim İç çamaşır takımları Sütyen Gecelik Pijama takımı Gece elbisesi Plaj giyim Giyim Büyük beden Tesettür Etek Trenckot tarz eşofman takımları bayan Mont Gömlek Pantolon T-shirt Sweatshirt Kırmızı elbiseler Ceket Çanta Çanta aksesuarlar Bebek bakım çantası Spor çanta Okul çantası Laptop çantası Portföy çanta Bel çantası Postacı çantası El çantası Sırt çanta Bebek bakım çantası Omuz çantası
Tuzla azeri escort Alanya azeri escort Kayseri azeri escort Antalya azeri escort Diyarbakır azeri escort Anadolu yakası azeri escort Adana azeri escort Ataşehir azeri escort Şirinevler azeri escort Beylikdüzü azeri escort Halkalı azeri escort Maltepe azeri escort Ümraniye azeri escort Samsun azeri escort Avcılar azeri escort Pendik azeri escort Beylikdüzü azeri escort Maltepe azeri escort Ümraniye azeri escort Mersin azeri escort Avrupa yakası azeri escort Kocaeli azeri escort Bodrum azeri escort Bakırköy azeri escort Kadıköy azeri escort İzmir azeri escort bayan Beşiktaş azeri escort Eskişehir azeri escort Bursa azeri escort Şişli azeri escort Şişli escort bayan azeri escort İzmir Gaziantep azeri escort Ankara azeri escort Denizli azeri escort Samsun escort kızlar Malatya azeri escort İzmir azeri escorts Samsun azeri escort İzmir eskort bayanlar
Ali BADEMCİ
Uzun boyu düşünmenize gerek yoktur; al birini vur ötekine; hiç birbirlerinden farkı yoktur; çünkü gerçek anlamı ile siyasî hayatımızda milliyetçilik kalmamıştır! Hâlbuki bu konuda dünya, inançları da kullanarak geçen asır son yarısına dönerken biz algılarla uğraşıyoruz! Nerede hatâ yaptık hiç düşünüyor muyuz? Buna da dış alâmet ve algıları sebeb olarak mı göstereceğiz! Neden yetersizliğimizi kabul etmiyoruz? Düşünce alanında çalışmıyoruz, çok fazla ve artan ölçülerde politize olmuşuz! Kitaplarımız 2000 alıcı bulduğunda seviniyoruz; bu iflas değil midir?
MİLLİYETÇİLİĞİN ERİMESİ
Sosyolojik mânâda milliyetçilik elbette eskimez, bayatlamaz ve erimez! Çünkü sosyolojik disiplin ve kadim düşünceler kendini sürekli olarak yeniler. O sebeble ve elbette sosyoloji bir değişim ve uyum ilmidir! Bu anlamda ve çoğu zaman sosyolojinin hudûtlarını da çizemeyiz! Çünkü sosyoloji tarihtir, coğrafyadır, iktisattır, inançtır, kültürdür! Bütün bunların ötesinde tarih boyunca insan hayatında harç görevi yapan sosyoloji günümüzde aynı zamanda savaş aracı veya yeni savaş usullerinin barınağıdır! İşte bu sebeble sosyolojinin hudutlarını işaretlemek hemen hemen mümkün hâlden çıkmıştır.
Artık fizik materyalleri gibi sosyolojik olgular da birbiri ile kavga, en azından yarış halindedir. Bir sosyolojik olgu kendinden öncekileri ya kaldırıyor veya tanınmaz hâle getiriyor! Bugün modernizm veya post modernizm diye tanımlanan olgu bütün toplumsal değerleri etkilemiş, hattâ onların önüne geçmiştir! Esasında sanayileşme fizikî bir hâdisedir, fakat sonuçları veya ortaya çıkardığı olgular her zaman sosyolojinin konusudur! İslâm felsefecileri örneğinde olduğu gibi tarih boyunca “Felsefe” diye adlandırılan bilimin aynı zamanda fizikçiler tarafından açıklanması ve sahiplenilmesinin gerçek sebebi işte budur! Fakat o zaman felsefenin ana iştigâl sahası inançlar iken günümüzde ekonomik olaylardır.
Bal gibi “Tarih Sosyolojisi” tarihi, “Din Sosyolojisi” inançları bastırmıştır! Artık kadim inançların kendinden ziyade sulandırılmış, yani sosyalize olmuş formatları toplumları deriden etkilemekte ve sırf “Algı” yöntemi ile milyonlarca insan ölmekte ve devletlerin siyasi varlığı tartışılır hale gelmektedir. Savaşlarda “önce silah” görüşü de zamanını tamamlamaktadır. Uluslararası ilişkilerde şartlar ne olursa olsun ekonomi öne geçmiştir! O sebeble “Tarih Sosyolojisi”ni yeni bilim adamları “İktisat Sosyolojisi” olarak değerlendirmektedir! İlginçtir ki uydularla artık tarih de yerini “Tarihi Coğrafya”ya bırakmıştır.
Bütün bu gelişmeler kavram kargaşalığının aksine artık mefhumların yeni usul açıklamalar ve gelişmelerle yerine oturmasıdır! Bütün bu sebeplerle milletleri var eden milliyetçilik düşüncesinin de önce anlam kaybettiğini sonra da eridiğini tartışmamız gerekiyor! Öyle olmadığı halde “Modernizm” gerçek milliyetçilik olarak tanımlanıyor; halbuki yerine oturtamadığımız “Modernizm” tıpkı çaresiz bir mikrop gibi milliyetçiliği kemirmektedir. Bin yıllardan beri âile hayatının temeli olan “Bekâret” geleneğinin unutulması, hatta insan kişiliğini ortadan kaldıran kötü âdet olarak savunulması, bugün âilelerin dağılmasını hızlandırmış, sağlam âile kavramını ortadan kaldırmıştır.
Elbette kapitalizm para anlamına geldiği için toplumsal kutsalları ikinci duruma düşürmektedir, fakat sosyal anlamda kontrollü liberalizm insanîdir! İlginçtir ki insanlar modernleşme sancısı ile kişiliği koruyan kavramlar yerine her şeyi paranın yönlendirdiği bir düzene doğru koşar adım gitmektedir. Bir bürokrat nasıl olur da devasa bir servete kavuşabilir! Bunu açıklamak mümkün mü? Siyasette kullanılan servet insanların eğitimine harcansa hiçbir sosyal mesele kalır mı? Maalesef tarihi gelenek değişmiyor; en iyi insan varlıklı ve zengin insandır; ki artık servetin kaynağı katiyen sorgulanmıyor!
Sosyalizasyonun değer ölçüleri bu kadar değişince artık insan hâfızası da yanılıyor ve kötüye ilgi artıyor! Yine ilginçtir ki toplumlara bölünmüş beynelmilel düşüncelerde ölçü zenginlik değilken böyle bir illet “Milli” düşüncelerin başına belâ olmuştur! Ülkemizde her nedense milliyetçiler bu işe daha meraklı ve daha ilgilidirler! O sebeble halis milliyetçilik siyasette sürekli kaybetmektedir! Dikkate değer diğer taraf ise dünyada artan ve siyasete hakim olan “Siyasi Milliyetçilik” ülkemizde iflâsa yaklaşmıştır. Dolayısiyle ve her şeyden evvel inançlarımızın rahat ifâdesi olan “Felsefe” de iflâs etmiştir.
Uzun boyu düşünmenize gerek yoktur; al birini vur ötekine; hiç birbirlerinden farkı yoktur; çünkü gerçek anlamı ile siyasî hayatımızda milliyetçilik kalmamıştır! Hâlbuki bu konuda dünya, inançları da kullanarak geçen asır son yarısına dönerken biz algılarla uğraşıyoruz! Nerede hatâ yaptık hiç düşünüyor muyuz? Buna da dış alâmet ve algıları sebeb olarak mı göstereceğiz! Neden yetersizliğimizi kabul etmiyoruz? Düşünce alanında çalışmıyoruz, çok fazla ve artan ölçülerde politize olmuşuz! Kitaplarımız 2000 alıcı bulduğunda seviniyoruz; bu iflas değil midir?
Muhabbetle.