Ali BADEMCİ
Şahsen bizler gibi büyük olmayan bir gurup o günün şartları içinde ülkücü şahıslar olduk ve kendimizi ilgili siyasi hareket içinde bulduk! Bunda bir yanlışlık yok! Lakin artık bu düşünce şekli de iflas etmiştir, elbette geçmişi inkâr etmeyeceğiz amma asıl olan algılarla dolu yanlış geçmişimiz değil, bilimsel yolların kesiştiği gerçek geçmiştir! Şurada veya burada yazı yazmamızdan ziyade ne yazdığımız daha önemli değil mi? Eğitim görenler ve eğitenler böyle düşünürse daha sağlam yolda gideriz! Her düşüncenin yararlı tarafları, varsa zararlı taraflarından fazladır. Bilimde ve eğitimde yeni oluşumları yakalamak varken sakın politize olma yoluna gitmeyelim! Çünkü bu ülkede en vasıfsız ve tanımı yapılmayan oluşum siyasetçiler ve siyaset müessesesidir.
BENİM PARTİM
Ne yazık ki çok feci şekilde politize bir toplum olduk; mutlaka elli yıl evvele göre durum epeyce değişti ama, yine de dozumuz yüksek! Yeni kuşakların bu derece ülke meseleleri ile kaynaşması elbette kötü bir şey değildir; lakin ufkumuzu bu derece siyasete odaklamak hiç de doğru değildir! Seçmen yaşının düşmesi herkesi siyaset çemberinin içine çekmektedir; fakat çoğu zaman siyaseti hayatın yegane belirleyeni olarak görmek ne kadar doğrudur? Siyasete hizipleşmek ve karşı kutuplar oluşturmak tarafsız düşünce karşısında mutlak bir engel, hatta çıkmazdır!
Yaşı yetmişe varan bizler çok kuvvetli ideolojik ortamlardan geldik; sağ sol telâkkisi yüzünden hocalarımızla aramıza mesafe girdi, çünkü onları da bu kısır döngünün tam göbeğinde gördük! Yıllar sonra o zamanın hatalarını anlıyor ve “marksist” diye dünyamızdan ayırdığımız hocalarımıza geri dönüyor ve hiç de öyle olmadığını görüyoruz! Batı “marksizm”i bir sosyoloji okulu görürken bizler neden bu kadar mesafeyi açtık anlamak mümkün değildir! O sebeble çok sonraları Kemal Tahir, Mustafa Akdağ ve benim de hocam olan Sencer Divitçioğlu’nu doğru fotoğrafları ile tanımaya başladık! Hâlâ Nâzım Hikmet’i siyasi kişilik olarak görüyor, Doğan Avcıoğlu’nu itici buluyoruz! Yani iş bu kadar basit miydi? Hocalar ve öğrencilerin bu derece birbirinden ayrılmasının zararlarını yine bizler yaşadık! Attila İlhan ve Cemil Meriç gibi yol göstericileri de fikrinin dönenleri olarak görmedik mi?
Düşünce hayatımızda bu kargaşalık ve yanlış algılar hâlâ devam ediyor! Sol sağcı diye nitelenen, sağ da solcu diye adlandırılan düşünce adamları ve ürünlerini tanımıyor. Bu nasıl ölçümleme, düşüncenin ve fikrin kamplaşması ideolojilerin zararlı hâle gelmesidir ki geçtiğimiz soğuk savaş yıllarında bunları yaşadık. Halbuki bir düşünce adamı için siyaset ve ideolojilerde mutlak olarak arada kalın duvarlar bulunmaktadır. Bir anda duygusal davranarak ölçüyü kaçırdığınız gibi ürününüzün hiç değeri kalmaz! Doğru ve ilmi şeyler yazmak yazanın çizgisinden ayrıldığı anlama gelmez! Böyle bir düşünce kişiyi aydın olmaktan çıkarır ve siyaset militanı haline getirir.
Elbette hepimizin bir siyasi görüşü ve desteklediği bir siyasi parti vardır. Aslında bilimsel yollardan ayrılmadıktan sonra her düşünce adamı doğru şeyler yazar, yeter ki bizler okurken bunun fakına varalım. Son beş yıldan beri kurumlar-üniversiteler- önemli sivil toplum kuruluşları-liseler gibi mekanlara konferans ve etkinlikler için gidiyoruz! Hiçbir şekilde bu çalışmaları bir siyasi parti veya politik düşüncenin ürünü olmak görmek mümkün değildir! Bu hususta yetkili idarecilerin peşin hükümle hareket etmeleri etkinlik sonunda onların yüzlerini kızartacak kadar pişman bir duruma sokmaktadır.
Bizler yoksul Anadolu çocukları idik, özel bir eğitim alacak âile durumumuz zaten yoktu, tamamen devlet imkânları ile herşeyi ancak bir miktar öğrenebildik; üstelik kalabalık âilelerden geliyorduk! Cumhuriyetten evvel insanın eğitimi ve yetişmesine devletten ziyade özel kurumlar, şahıslar ve vakıf gibi müesseseler yoğun katkı yapıyor, dolayısiyle çok donanımlı insanlar yetişiyordu! Elbette bizim zamanımız eğitimi, o güne kadar gitmeyen Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar götürdü! Dolayısiyle insan zor yetişti ve sayılar eskilerden çok düşük oranlarda kaldı! Belki ulus devlet olmanın en büyük handikabı da buydu! O eski ve mükemmel aydın devri tarihe karışmıştı; bizler ancak onların küllerine yetiştik! 1960’dan sonra da tamamen kurudu!
Şimdilerde durum değişiyor, artık ihtisaslaşma orta öğretimden başlamaktadır; bunun en güzel örneği meyvelerini toplamaya başladığımız Anadolu Liseleri ve belki on yıl sonra daha iyi görebileceğimiz Sosyal Bilimler Liseleri’dir! Matematikte korkunç bir yığılma oluşmuştu; halbuki toplumu bilinçlendiren ve devlete şekil veren sosyal bilimlerdi! Artık coğrafyanın ülkenin bölgeleri, tarihin kronolojik bir sistem, arkeolojinin antropoloji ve etnelojiye açılan büyük akıl kapıları olduğunu görmeyen “harabeler bilimi” hafızalardan silinmektedir! Geçen asırda bir sonuç olan ideolojiler yerine düğümün, düşünceleri ortaya çıkaran okullar olduğunu kavrayabiliyoruz! Elbette tarihi sosyoloji ve iktisattan sonra fizik bilimi ile ilişkilendireceğiz!
Şahsen bizler gibi büyük olmayan bir gurup o günün şartları içinde ülkücü şahıslar olduk ve kendimizi ilgili siyasi hareket içinde bulduk! Bunda bir yanlışlık yok! Lakin artık bu düşünce şekli de iflas etmiştir, elbette geçmişi inkâr etmeyeceğiz amma asıl olan algılarla dolu yanlış geçmişimiz değil, bilimsel yolların kesiştiği gerçek geçmiştir! Şurada veya burada yazı yazmamızdan ziyade ne yazdığımız daha önemli değil mi? Eğitim görenler ve eğitenler böyle düşünürse daha sağlam yolda gideriz! Her düşüncenin yararlı tarafları, varsa zararlı taraflarından fazladır. Bilimde ve eğitimde yeni oluşumları yakalamak varken sakın politize olma yoluna gitmeyelim! Çünkü bu ülkede en vasıfsız ve tanımı yapılmayan oluşum siyasetçiler ve siyaset müessesesidir.
Hoşçakalın.