Ali Bademci
AKP Hükümeti’nin, Osmanlıcayı liselerde mecburi ders haline getirme isteği çok değişik mecralara çekilerek, sırf iktidara tepkiden kaynaklan düşünceler, Osmanlı düşmanlığına kadar gitmektedir. Aslında Türk mefhumu ile barışık olmayan insanların yapmak istediği de, işte tam budur. İran’da da birçok milliyetçi genç, Fars jenosidi sebebi ile Farslar Müslüman olduğu için İslâm’ı inkâr çizgisine kadar çekilmişlerdir. Hatta Fars ajanlarının ve yabancı İran uzmanlarının tahrikleri ile“Farsların Tanrı’sına da itimadımız yoktur” gibi saçma sloganlara da aldanıyorlar. İfrat bir yana, Türkiye’nin yarısı kadar Türkmen’in yaşadığı İran’da, ağır kültürel baskılardan ötürü Fars İdeolojisine tepkiyi belki makul karşılamak gerekiyor ama bunu Türklükle kaynaşmış İslâmi değerlere uygulamak ve münkirliğe varan resimler sergilemek pek yanlıştır.
Son yıllarda AKP’nin “Neo-Osmanlıcılığı” da, bizim Türk Milliyetçilerini aynı çizgiye çekmeye çalışmaktadır. Elbette arkadaşlarımız çok güzel şeyler yazıyor ve Cumhuriyet kazanımlarını fevkalade savunuyorlar; bu çok güzel bir gelişme ve dik duruştur. Fakat ifrat ölçülerini kullanmak ne milli değerlerimiz, ne de Türkçülüğün kazanımları ile kabili telif değildir. Çünkü Cumhuriyeti ve onun kazanımlarını savunmak hakkı, geçmiş kültür ve tarihi değerlerimize karşı çıkmayı gerektirmez. AKP’nin Osmanlıcılığı ve İslâmcılığı ile Fars Milliyetçilerinin şovenizmi arasında netice olarak hiçbir farklılık yoktur. Ruslar ve Çinliler, Türkistan’da Fars veya Arap kültürü ile değil Türk kültürü ile savaşmışlardır ve bugün de bu uğraş devam etmektedir. İşte bu bakımdan İslâmcılık içindeki bu gizli gündem ile Hristiyanların Haçlı zihniyeti arasında hiçbir fark yoktur.
AKP’nin “Neo-Osmanlıcılığı” gibi uydurma düşüncelerden Türk Milliyetçilerinin etkilenmesi ve ilgisiz mecralarda fikir serdetmesini şahsen doğru bulmuyorum. Çünkü bu düşünce, İmparatorluğu kurtarmak için II. Abdülhamid-İttihat Terakki çizgisinde kurtuluş reçetesi olarak kullanılmış ve hiçbir yarar sağlamadığı anlaşılmıştır. Hatta Hilafet makamının bile kullanılması hiç düşünülmemiş, I. Cihan Savaşı’nın “Cihad” çağrıları da hiçbir işe yaramamıştır.
Böyle bir şey gerçekle yüzleşmemize engel değildir. Dün olduğu gibi bugün de, başta “Osmanlı Ailesi” Osmanlıcı değil aksine Cumhuriyetçidir. İslâmcılık için de aynı şeyler söylenebilir. Fakat bu hususlar, nasıl ki İslâm ve İslamcılığı inkâr etmememizi gerektiriyorsa, tarih olmuş bir Osmanlıcılık için bizi Cumhuriyetle Osmanlı’nın hesaplaşmasına götürmemelidir. Çünkü zaten “Neo-Osmanlıcı-İslâmcı” geçinenlerin gerçek gayeleri ve geri plânları budur.
Türk Milliyetçileri olarak, şimdi burada çok önemli bir mesele ile karşı karşıyayız: AKP’nin “Osmanlıca-Neo Osmanlıcılık” gibi sahte aşklarından ötürü biz, tarihimize ve özellikle Osmanlı’ya sırt mı dönelim? Cumhuriyet’in ilk on yılından itibaren Türkçülüğün ideoloğu Nihal Atsız, II. Abdülhamid’i “Gök Sultan” olarak nitelendirip ”Toplumun en büyük haksızlığına uğramış tarihi şahsiyetlerinden biri” olduğunu ifade etmektedir. Hatta o, İttihatçıların II. Abdülhamid hakkındaki düşünceleri ve 1908 İnkılabı’nı da katiyen tasvip etmez ve kendinden sonra gelişen İttihatçı sevgisine de oldukça tepkilidir. Atsız Beğ Abdülhamid ile ilgili olarak son devir şehzadelerinden birine ait olan “Bu dünyada herkes birçok şeyin cahilidir. Yeter ki kendi işinin cahili olmasın.” sözünü ele alarak ”Kendi işinin ehli olduğunu binbir delille ispat etmiş bulunan Sultan Hamid ise asla cahil değildir.” demektedir. (Abdülhamid Han (Gök Sultan, Ocak S.II,11 Mayıs 1956)Atsız Beğ, sırf İngilizlere sığındığı için son Osmanlı Padişahı VI. Mehmed Vahideddin için hain ithamlarına karşılık; ”Osmanlı padişahlarının en talihsizidir. Bu yüzden kendisine hain damgası vurulmuştur. Fakat hain değil, bütün Osmanlı padişahları gibi vatanseverdir. Veliaht iken Almanya’ya gittiği zaman, batı cephesinde ateş hattı siperlerini gezmiş, herhangi bir umulmadık tehlikeye karşı başını eğmesi söylendiği zaman: ‘Türk başı düşman karşısında eğilmez!’ cevabını vermiştir.” (Osmanlı Padişahları, Tanrıdağ, S.10-11,10-17 Temmuz 1942) görüşlerini ısrarla savunmuştur. Hatta aynı yazıda daha da ileri giderek, ”Bununla beraber, bu meseleler, henüz objektif bir tarih görüşüyle incelenmediği için, bugünlük daha kesin bir hüküm verilemez. Şimdiden varacağımız sonuç şudur: Yanlışları ne olursa olsun, Sultan Vahideddin, bir hain değildir ve olamaz da.. Çünkü o bir Osmanoğludur.” görüşlerini savunmuştur. Atsız Beğ’in, nihai kanaatini şu satırlar daha güzel ifade eder: “Osmanlı hanedanı, Türk tarihindeki ailelerin en büyüğüdür. Tarihi vazifesini şerefle yapıp çekilmiştir” (Tanrıdağ). Atsız Beğ’in bu yazıları, son yıllarda Ötüken tarafından kitaplaştırıldı mutlaka okumanızı tavsiye ederim.
En büyük Türkçü Atsız Beğ’in bu görüşlerine katılmamak mümkün mü? Bu görüşlerin Osmanlıcılıktan başka ne anlamı vardır? Şunu da söyleyelim ki Atsız, İttihatçıları hiç sevmez; fakat köküne kadar Cumhuriyetçidir. İktidarın uyduruk, mukallit “Neo-İslâmcılığı”na tepki göstererek “Osmanlıca” tartışmaları üzerinden AKP’nin Türkçülüğü vurma heveslerine âlet olmanın da hiçbir manası yoktur. Tartışma “Alfabe” odaklıdır ve bunu milliyetçiliğin ana umdelerine teşmil etmek pek yanlıştır. Özellikle eski Sovyet Cumhuriyetleri’nin Türk Cumhuriyetleri şekline dönüşmesinden (1991) sonra hızlanan “Türkçe Alfabe” tartışmaları Tanzimat’tan beri aydınlarımız ve ilim adamlarımızın en önemli konusudur.
Elbette arkadaşlarımızın görüş ve düşünceleri, bizim için çok büyük kıymet ifade etmektedir; fakat bizim de açıkça fikirlerimizi ortaya koymamız şarttır. Sakın bu görüşlerden kimse alınmasın, bunlar benim tamamen şahsi görüşlerimdir. Bizim de Türkçülük ve Milliyetçilik anlayışımız budur.
Sağlıcakla kalın.
(ilk yayını 12/12/2014)