Ali BADEMCİ
Faruk Sümer hocamız “Avşar Nadir’de kavmî şuur ağır basar” derken ifâde edilmek istenen gerçek işte budur; esasen ister “kağan” ister “sultan” veya “emir” olsun bütün Türk önderleri veya hakanlarının özel hayatından devlet adamlığına kadar şahsiyetleri tetkik edilirse aynı gerçeği görürüz. Farkına varmadığımız ve görmediğimiz husus ise nerede ve hangi rejimde yaşarsa yaşasın Türkler’in soy düşüncesinin daima bayrak olduğudur. Bu hususta sadece Radloff’u okumamız yeterlidir; o büyük âlim bir avuç kalmış “Şaman” “Televütler”in bile aynı durumda olduğunu gözlemleri ile ilim dünyasının önüne koymuştur. O sebeble Hıristiyan Çuvaşlar’ın Şaman Yakutlar’dan, Özbekler’in Oğuzlar’dan daha az soyuna bağlılığını söyleyemeyiz. Çünkü Türkler’de ırk düşüncesi genetiktir ve asla değiştirilemez!
TÜRKOLOJİ VE GENETİK DURUŞUMUZ
“Türkoloji”nin deyim olarak anlamı elbette “Türklük Bilimi”dir; evvelce sadece “Türk Dili” karşılığı kullanılan bu deyim zamanımızda Türklük ile ilgili her türlü bilim, bilgi ve çalışmayı içermektedir. Dolayısiyle Türklük bilimi sadece dil bulguları ve evrelerini değil aynı zamanda Türkler’in yaşayışı, iktisadi hayatları, gelenekleri, kültürü ve tamamen bir siyasi süreçten ibaret olan tarihi de ifâde etmektedir. İşte bu genişlik içerisinde öne çıkan ve hiçbir şekilde değişmesi veya değiştirilmesi söz konusu olmayan tamamen millî hasletler bulunmaktadır. Bu olgu zamanla elde edilmiş değildir, tamamen genetik bir husus ve kültür ana kütlesinin tezahürüdür.
Elbette her ırkın bir takım genetik özellikleri ve bu durumun ortaya çıkardığı bir duruşu vardır. Son yıllarda iktisadî uğraşlardan sonra artık fizik bilimi de evvelce sosyolojinin şubesi gibi duran “etnoloji”ye uyarlanmaya ve bu bilimden sosyal bilimlerde faydalanılmaya başlanmıştır. O sebeble ayrı ayrı olan her ırkın genetik duruşu zamanın ve değişmelerin değiştiremediği bir olgu olarak karşımızda durmaktadır. Bu genetik duruş veya özellikler halklar arasında benzerlikler gösterebilir fakat asla birinin diğerinin aynı olması mümkün değildir.
Gelinen nokta şüphesiz ki arkeoloji ile başladı; 18. asırdan beri özellikle ilk medeniyet bölgelerinde uluslararası arkeolojik çalışmalar zamanımızda hızını kesmeden devam etmektedir. Ülkemizde henüz yasalarla belirlemiş milli bir arkeoloji politikası bulunmamaktadır ve ne yazıktır ki Cumhuriyet devri çalışmaları üzerine taş konmamıştır! Bu devir ise Anadolu ile başlamış ve orada durmuştur; tek tük bilim adamımız eski yaradılış veya medeniyet coğrafyamızdaki arkeolojik kazılara iştirak etmiştir. Dolayısiyle “etonolji” ve “antropoloji” bilimleri bizim üniversitelerimizde fazla genişliği olmayan bir ders olmaktan ileri gidememiştir.
Hemen hemen bir asırdan beri “Marksizm”i komünizm olarak algıladık; öyle olunca batıdan aldığımız tarihçiliğe uygun olarak bir sosyoloji geliştiremedik! Halbuki Fransa’da Marc Bloch ve Lucien Febvre Annales Okulu ile bu işi başardılar ve sosyal bilimleri tarihe uyardılar. Köprülü’de bu tarafa doğru bir yönelme görüldü ise de sonu gelmedi ve bu önemli mesele Avrupa’da marksist kontrolden çıktığı halde Türkiye’de aynı zamanda “komünist” denen bilim adamlarının uhdesinde kaldı! Öyle olunca siyasetin “antikomünist” rüzgârları bilimi de savurdu, attı! Halbuki Avrupa kaynaklı marksizm sadece bir ideolojik salgın değil, aynı zamanda sosyoloji, ekonomi, kültür ve tarihdi! Avrupa bile bu olguyu tam olarak kavrayıp değerlendiremeyince iş Amerika’ya geçti! İşte şimdi ABD bilim adamları bunları kullanmakta ve dış siyasete küresel bilgiler üretmektedir.
Sovyetler devrinde Türk coğrafyası veya medeniyet alanında yapılan çalışmalar elbette çok önemlidir ve bu çalışmaların Radloff’a kadar inen bilimsel temelleri bulunmaktadır. Ülkemizde henüz Radloff tam olarak çalışılamamış ve onun ürünlerinin sosyal bilimlerle açıklamaları yapılmamıştır. Dolayısiyle Sovyet bilim adamlarının bulguları bile bakir olarak durmaktadır; çünkü Sovyet âlimleri bile tam olarak bilimsel metotları kullanamadıkları gibi aşırı ideolojik görüşlerin içinde boğulmuşlardır.
Çok farkına varılmayan ve insanımız tarafından da taşındığı halde ne olduğu hakkında çok bilgileri bulunmayan aslına bağlılık, özüne itaat ve daima soyuna duyulan derin sevgi, dolayısiyle ayrıcalık ve büyüklük duygusudur. İşte günümüzde buna hangi kültürde olursa olsun “milliyet” denilmektedir. Türkler diğer milletlerin aksine dağıtılmışlıktan ziyade kendileri çok dağınık coğrafyaya yayılmışlardır. Her ne kadar bu durum batının “millet” tarifinde “vatan” mefhumunu ortadan kaldırıyor ise de yeni mekânlarında Türklerin yaşadıkları topraklara ayrılmayacak derecede bağlılıkları genel tanımlamaya uygunluğu tasdik etmektedir. Tarihçi hocalarımız ”Türkler’de kavmî şuur yüksektir” derken kasdedilen şüphesiz ki soyculuk ve bunun sosyolojik tezahürü olan “milliyet”tir.
Faruk Sümer hocamız “Avşar Nadir’de kavmî şuur ağır basar” derken ifâde edilmek istenen gerçek işte budur; esasen ister “kağan” ister “sultan” veya “emir” olsun bütün Türk önderleri veya hakanlarının özel hayatından devlet adamlığına kadar şahsiyetleri tetkik edilirse aynı gerçeği görürüz. Farkına varmadığımız ve görmediğimiz husus ise nerede ve hangi rejimde yaşarsa yaşasın Türkler’in soy düşüncesinin daima bayrak olduğudur. Bu hususta sadece Radloff’u okumamız yeterlidir; o büyük âlim bir avuç kalmış “Şaman” “Televütler”in bile aynı durumda olduğunu gözlemleri ile ilim dünyasının önüne koymuştur. O sebeble Hıristiyan Çuvaşlar’ın Şaman Yakutlar’dan, Özbekler’in Oğuzlar’dan daha az soyuna bağlılığını söyleyemeyiz. Çünkü Türkler’de ırk düşüncesi genetiktir ve asla değiştirilemez!
Hoşçakalın.