Ahmet B.Karabacak
Epey bir süre önce, ömrünün büyük bir kısmını millî davalarımızın mücadelesi ile geçiren sevgili dostum, yiğit arkadaşım İbrahim Metin bey telefon etti. O sıralarda yazları geçirdiğim Tosya’da idim. Kendisini sık sık ziyaret eden Türkeş’in 27 Mayıs hükümet darbesi hareketinde İhtilâl Komitesinde yer alan, sonra 14’ler diye anılan ekiple yurt dışına gönderilen, döndükten sonra Türkeş ile beraber o günkü adı Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi olan teşkilâta katılan Mustafa Kaplan bey ile beraber olduklarını, bir meseleyi bana sormak istediklerini söyledi. Benim yayınladığım, Partinin ilk siyasi dergisi Millî Hakeket’ten sonra, Dündar Taşer beyin fikrî kontrolünde Ankara’da İbrahim Metin, Sadi Somuncuoğlu, merhum Halil Özyıldız tarafından Devlet adlı, gerçekten kaliteli haftalık bir dergimiz yayınlanmıştı. Sohbette Mustafa Kaplan “Devlet dergisini ben yayınladım “ demiş. İbrahim Metin onun bu ifadesine elbette şaşırmış ve nezaketen “onu biz üç kişi yayınladık” demeden, “Bunu en iyi Ahmet Karabacak bilir, ona bir soralım” demiş. Telefonun sebebi bu idi. İbrahim beye; Mustafa Beye selâm söyle, belki patates teorisi ile, Devlet dergisini karıştırıyordur. O dergiyi nasıl zorluklarla yayınladığınızı, bu işi bilen biri olarak biliyorum.” dedim. Patates meselesini de şunun için hatırlattım: Mustafa Kaplan yurt dışına, galiba Avrupa’da bir ülkeye gönderilmişti. Oralarda ekmekten çok, patates yendiğini görmüş. Parti çalışmaları sırasında konuşmalar yaparken Türkiye’nin kalkınmasında ekmek yerine patates yenmesinin önemli olduğunu devamlı tekrarlardı. İbrahim beye onu hatırlatmak istedim…
Yeni Çağ gazetesi yazarı Aslan Tekin bey yakın tarihte bir makale yayınladı: Magazin ve spor yazarı Hıncal Uluç “Türkeş’in Dokuz Işık adlı kitabını babam ile ben yazdım” diye gazetesinde bir makale yazmış. Aslan Tekin ona gerekli cevabı doğru olarak vermiş. Hıncal Uluç’un babası Fuat Uluç’u partiden biliyorum. Türkeş, ilk seçime girdiği zaman onu milletvekili adayı yapmıştı. Emekli bir subay olan Fuat Uluç, mücadelenin uzun ve zorlu olacağını anlayınca kendisini milletvekili seçtiren partiden ayrıldı. Tam hatırlamıyorum; galiba Adalet Partisi’ne geçti veya bağımsız kaldı. Bir ara Amerika’ya gittiğini duymuştuk.
Dokuz prensibi ilk defa rahmetli Nihal Atsız beyin, tam olarak hatırlamıyorum; ya ORKUN veya ÖTÜKEN dergisinde görmüştük. Bir makale içinde bugünkülerden bazı değişikliklerle dokuz madde sıralanmıştı. Türkeş, partinin başına geçince fikri boşluğu doldurmak istedi. İstanbul’da, İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği’nin Beyazıt’taki salonunda iki gün süren bir konferansla Dokuz Işık’ı anlattı. Muhittin Nalbatoğlu’nun bir teypi vardı. Onunla konferansı kayda aldık ve bizim evde daktilo ettik. O sırada yayınladığımız Millî Hareket dergisinde bu uzun konuşmayı yayınladık. Eminönü İlçe başkanımız, Matbaacı Şevket Alparslan bunu küçük bir kitapçık haline getirdi ve ücretsiz olarak dağıtıldı. Bu kitapçık, esas geniş kitap basılana kadar defalarca basıldı ve dağıtıldı. (Geniş kitabın nasıl hazırlandığını ve basıldığını Üç Hilâl’in Hikâyesi adlı kitabımda teferruatlı olarak anlattım.)
Bu tip sahiplenmeleri, zaman zaman görürüz, çok olur. Hele Türk tarihine damga vuran son dönem milliyetçilik hareketine elbette bazıları sahip çıkmak isteyeceklerdir. Bu bir kıskançlık halidir ve elbette zaman zaman olacaktır. Epey bir süre önce, daha önce M.H.P. gençlik kollarında görev yapan, sonra ayrılıp başka ufuklara yelken açan Yılmaz Yalçıner ile AK parti sempatizanı bir gazete söyleşi yapmış; yayınladılar. Yalçıner “Üç Hilâl Amblemini ben çizdim” diyordu. Öyle bir ifade vardı ki, sanki o düşünmüş, sanki partiye o benimsetmiş, o kabul ettirmiş. Yukarıda adı geçen kitabımda o konuyu da yazmıştım. Üç hİlâl’ i ilk dillendiren ve bir sistem olarak manalandırıp yazan rahmetli Dündar Taşer idi. O da döner bir çark şeklinde idi. Evet, Dündar beyin talimatı ile bu ilk şekli Ankara’da Yılmaz Yalçıner çizmiştir. Ama sadece onun grafikeriydi… Bu günkü Üç Hilâl Ambleminin Adana kongresinde nasıl bir mücadele ile kabul edildiğini kongrede bulunup halen hayatta olan Şevket Bülent Yahnici, Yaşar Okuyan, Sakin Öner, Abdülkadir Sezgin, İbrahim Metin, Sadi Somuncuoğlu, kongrede bozkurt amblemini savunan M.H.P. de bakanlık yapan Haluk Çay beyler ve pek çok kişi çok iyi bilirler… (Haluk Çay Bir televizyon konuşmasında, tenkit ederek de olsa, o günü nispeten doğru olarak anlatmıştı.)
Mahalli bir gazete yayınlayan, ilçe başkanlığımızı da yapmış bir arkadaşımız vardı. Kendisini, komünist kürtçüler şehit ettiler. Onun da böyle, davaya ilk hizmet edenlerden olduğunu ispat etmek ihtiyacında olduğunu zannetmesi gibi bir zaafı vardı. Sohbetlerde konuyu, Türkeş’in yurt dışından gelince karşılanmasına getirir, orada kendisinin de olduğunu “hafif yağmur yağıyordu” diye ispatlamağa çalışırdı. Karşılayanların fotoğrafları bende var; bir avuç insan. Ama o arkadaş aralarında yok. Biz nezaket sebebiyle sesimizi çıkarmazdık…
Bu bir ruh hali. Halbuki Hıncal Uluç’un böyle “Dokuz Işık” babamla benim tarafımızdan yazıldı demesine ihtiyacı yok. Zaten tanınmış bir yazar. Belki yaşlılığın verdiği bir zaaftır diye düşünüyorum…