Ali BADEMCİ
Türk Milliyetçileri’nin ölümsüz lideri Alparslan Türkeş’in, ebediyete göçünün üzerinden 17 yıl 6 ay 9 gün geçmiştir. Türkeş Bey’in hayatında yaşamamış olan yaşı küçük ülkücüler, bazı odakların ve provokatör unsurların tesiriyle maalesef bugünkü MHP liderinin “Sokak Görüşleri”ni şiddetle eleştirmektedirler. Bu görüşlerin çok yanlış olduğunu birçok yazımızda belirtmiş ve bu sebeple aynı zamanda düz bir ülkücü olarak eleştirilmişizdir. Elbette eleştiri insanların tabii hakkıdır; buna söylenecek hiçbir şey yoktur. İtiraf etmek lâzımdır ki, 1968’den itibaren 1980’e kadar ülkücüler, şu veya bu sebeplerle sokağa inmişler ve hatta sokakların hâkim bir unsuru hâline gelmişlerdir. Bu hususlar zamanında olduğu gibi şimdi de tartışılmaktadır. Bir kere o zamandan bu yana ülkedeki siyasi ve sosyal gelişmeler şartları kökünden değiştirmiştir. Evvelâ meseleye bu yönden bakmak lâzımdır.
Bir kere 1980’den önce dünyada bir soğuk savaş ortamı vardı ve Türkiye Sovyetlerin sınır komşusu ve ideolojik olarak düşmanı bir ülke konumundaydı. Bu bakımdan üniversitelerde başlayan ve sokaklarda devam eden hareketler, Türkiye’nin Türk Dünyası gibi bir peyk olma meselesidir. İşte bu ortamda ülkücüler sokaktaki varlıkları ile ülkenin istilâsına mâni oldukları gibi,74 yıllık Sovyet İmparatorluğu’nun 25 Aralık 1991’de dağılmasının da bir ölçüde sebebi olmuşlardır. Çünkü Türkiye’nin bir Sovyet peyki olması, belki de bu imparatorluğun dağılmasını geciktirecekti. Çünkü böyle bir projenin tahakkuku ilePetro’dan beri devam eden Rus İdeolojisi’nin yegâne amacı olan açık ve sıcak denizlere, yani Akdeniz ve Hint Okyanusu’na inmek ideali gerçekleşmiş olduğu gibi, Sovyet idaresinden usanan Türk asıllı Sovyet Cumhuriyetleri kendilerini Türkiye’nin yeni komünizan fikir ve eylemleri ile yenileyerek herhalde sömürgeleşme düşünceleri ile kaynaşacaklardı. Fakat sokakta olan ülkücüler bin bir örgütle baş ederek, canlarını da vermek suretiyle bu geniş projenin tahakkukunun önüne geçtiler. Bu hususu ilk dünya savaşından yenik çıkan Türkiye’nin, Rus Çarlığı’nın dağılmasına sebep olması gibi bir olay ile de karşılaştırabilirsiniz.
Peki, bu zamanda ülkücüler sokağa nasıl indi, şimdi de bölücü tehlike var, şartlar o zamandan çok mu iyi? diye bir soru akıllara gelebilir. Bu soruya yoktur cevabını vermek kesinlikle mümkün değildir; lâkin izah edildiği üzere şartlar çok değişiktir. Bir kere o zamanda da ülkücüler sokaklara isteyerek inmediği gibi, ülkücülüğün siyasi iradesi de böyle bir hareketi daha baştan kabul etmemiştir. Kesin olarak şunu belirtmekte fayda vardır ki, ülkücülerin taraf olmasını devlet istemiştir. Bir taraftan zamanın Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay zamanın Ülkü Ocakları Genel Başkanı Ramiz Ongun’u karşısına alarak ”Ülkücüler vatansever gençlerdir” demesi, bir taraftan da tamamen Milli İstihbarat Teşkilatı bilgisi ve idaresi altında “Komando Eğitim Kampları” gibi organizelerin yapılması, elbette işin yegâne temeli olmuştur. Bu hareketler tamamen MHP’nin kontrolü dışında gerçekleşmiştir. Çünkü zamanın MHP lideri Cumhurbaşkanı’nın değerlendirmesine karşılık ”Ülkücüler vatansever değildir” diyemezdi; fakat kamplar gibi gayri nizami hareketler kısa sürede engellenmiş ve bu işin başını çekenlerin büyük ölçüde heyecanlı ve istihbarat emrinde insanlar olduğu tespit edilmiştir. O zamanı yaşayıp teşkilâtta yöneticilik yapan insanlar olarak bizler durumu çok iyi bildiğimiz gibi tepede bulunan arkadaşlar da hayattadır. İşte bundan sonra, artık hadiselerin içinden çıkmak mümkün olmamış ve Alparslan Türkeş, ”Ülkücüler devletin güvenlik kuvvetlerine yardımcıdır” mealinde o meşhur açıklamasını yapmıştır. Fakat ne hazindir ki böyle bir beyandan ötürü yıllarca hapis yatmış ve idamla yargılanmaktan da kurtulamadığı gibi; yüzlerce yönetici ve ülkücü de, aynı akıbeti boylamış ve yaralar hâlâ sarılamamıştır.
Geçen gün de yazdım; ömründe bir kere ülkücü olmamış ajan provokatör yapılı şahıslar, maalesef bazı abilerin de bugünkü MHP yönetimini aşırı biçimde tenkitlerinden cesaret alarak ülkücüleri bataklığa çekmek istiyorlar. 1980’e çeyrek kala Alparslan Türkeş ülkenin içinde bulunduğu kaos ortamından dolayı partiyi bile kapatmak istemiş ve bu hususu çevresindekilere danışmıştır. Bu hakikati o devir hatıralarını yazan ağabeylerimizin ifadelerinde bulabilirsiniz.
Ülkede 30 yıldan beri devam eden bir bölücü tehlike vardır; iktidarın yanlış politikalarından kaynaklanan bir azgınlığı ve şımarıklığı da görmemek mümkün değildir. Geriye dönüp de bir baksanız, ülkücülerin bırakın Kürtlerle karşı karşıya gelmesini, PKK’lılarla bile kavgaları olmamıştır. Elbette bu husus ülkücülerin PKK’yı veya siyasal Kürtçülüğü tasvip ettiği anlamına gelmez. Şunu söylemek istiyoruz, bölücülükle devlet mücadele etmektedir; bunu sabırla beklemek lâzımdır. Kesinlikle sâdece ülkücüler değil sivil unsurların bu işe müdahalesini zamansız ve gereksiz bulmaktayız. Her türlü kırgınlıklardan sıyrılarak MHP Genel Başkanı’nın çağrısına mutlaka uymak şarttır. Yanlış bir davranış ülkücülüğü çok gerilere atar ve yabancı emellere hizmet ettirir.
Sağlıcakla kalın.