Ali BADEMCİ
Ülkücülüğün “Türkeşsiz” yılları maalesef “kompleks” sürecinin koşar adım yıllardır. Bugünkü ülkücü siyasette “milliyetçilik”i tarif edebilecek seçilmişi yoktur! Sosyal medyaya bakınız, kimse birşeyler öğrenmeye değil kafalarında olmayan şeyleri olmuş gibi satmaya çalışıyor. Bir anlamda kendini donanımlı sanan “kulak dolgusu” bilgiçlerinin işgaline uğradık. O konuda dünyada ve Türkiye’de yapılan çalışmalar o şahsı alâkadar etmiyor; varsa da yoksa onun onun şuradan buradan tırtıkladığı mukayyed bilgileri! Neden böyle, bir gün de bunu konuşuruz!
KOMPLEKS ÜLKÜCÜLÜK
Aslında “kompleks” tıbbî bir deyim hattâ tıbbın bu rahatsızlığı matematik veya en doğru ifadeyle, cebir metotları ile çözülmesi, çözümlenmesi ve tedavisidir. Fransızca olan sözcük genel anlamı ile bizim “karmaşık” deyiminin karşılığı olarak kabul edilebilir. Sanayide kullanılıyor ki çeşitli maddelerin kimyasal veya fiziksel ortamda bir alaşım-karışım haline getirilerek sanki genleri ile oynanması ve yeni bir genetiğin bulunması olarak da düşünülebilir! “Katır” kompoze bir varlık, insan kültürünün tarih boyunca en büyük rahatsızlığı, yaradılmışın ilk cinselliğini kabul etmeyerek, çarpık alışkanlıklara meyletmesi sonu olmayan bir “kompleks” değil mi?
Bizce önemli olan bu anlamların dışında sosyolojik tıbda, deyimin kendini aşan bir alan bulması, tıbdan sosyolojiye, sosyolojiden de siyasete geçerek korkunç bir rahatsızlık yaratmasıdır. Bizler artık yetmişli yaşlardayız, baştan beri ülkücülük denen realitenin mihveri olduk da yüzde kaçımız bilimselliğe yöneldi? Günümüzdeki gerçek bunalım bu değil midir? Kahramanlık, dik durmak, radikal düşünmek elbette “kompleks” değildir! Çünkü “kompleks” normal olan bu olguların anormal olan sonuçlarıdır! Yaşadığımız süreçte diğer ideolojik guruplarda bu eğilim yok mudur? Elbette vardır, lakin temeli “kahramanlık” olduktan sonra “kompleks” daha girift ve kronik bir hal almıyor mu?
Kendisini temel alan bir takım büyüklük veya küçüklük duygularını “kompleks” olarak düşünebiliriz miyiz* Maalesef sosyolojide geldiğimiz nokta budur. Bir takım geleneksel övünceleri kompleksleştirerek daha statik hattâ kronik hâle getirmiyor muyuz? Bakıyoruz da içlerinde bir veya daha fazla ülkücü şahsın bulunduğu tartışmalarda, ülkücünün iddiaları havada duruyor ve inada dönüşüyor, neden? Çünkü rahatsızlık ve bilgisizlik burada kendini gösteriyor! Elbette ülkücülüğün tarihi sürecinde ülkücü şahıslar çok geniş anlamda “Anadolu insanı” olarak nitelendirdiğimiz çok alt katmanlardan gelmiştir. Onlar devletin ölen kesimindendir ve şecereleri bulunmaz, düzen ve devlet denen devasa kompradorun gölgesinde oturmamışlardır!
Osmanlı’nın yıkılmaya koştuğu dönemde Çanakkale’ye kuvvetli siperler yapılmış, zaten kolay olan ulaşım daha da kolay hale getirilmişti. Aynı şeyi Sarıkamış-Irak-Hicaz için söyleyebilir misiniz? Ruslar döşenen raylar üzerinde iki saatte Sarıkamış’a gelirken Türk askeri 12 günde gidiyor! İşte şeceresiz insanlar insanlık tarihinin bu en çetin hesaplaşmasında öyle ortaya çıkıyor! Anadolu insanının cephelere giderken ne derece kayıp verdiklerini pekâla biliyoruz? İşte bu icbar şeceresizlik elbette sonraki yıllarda karmaşık yani kompoze bir hayata dönüştü! Çanakkale’ye bir günde varması gerekenler cepheye gitmedi, o meşhur İstanbul hayatını yaşamaya devam ettiler. Lütfen “Çanakkale Şehitleri” künyelerine bakınız!
XX. yüzyılın iki büyük savaşından sonra dünya her bakımdan bilimsel siyasete yöneldi, fakat Türkiye bir türlü onarım yapmaktan kurtulamadığı gibi, hale sebeb olan ülkelere yamandı! Sovyet tahdidi karşısında yapacak başka bir şey yok muydu; işte burada bilimsellik kendini gösteriyor. Onun yerine algılarla yeni bir sosyal siyaset oluşturursanız şimdiki gibi “ bilgi çağı”na uyumunuz da zor olur! “Soğuk Savaş” yılları işte bu algıların bilimsellik olarak gösterildiği sömürgelik yıllardır! “Manda” arzularını reel ortama dönüştüremeyen aydınlar aynı aydınlardı. O sebeble “vatanseverlik” gerçek milliyetçiliği oluşturamadı; bu yönü ile cumhuriyet milliyetçiliğinin sakat doğduğunu ve düzeltilmesi gereken birçok yönünün bulunduğunu söylemeliyiz! Türkiye’nin diriliş ve yenilenme tabusu Atatürk’den neden zamanın milliyetçiliğe oynayan o dev bilim adamları bahsetmez! Düşünün, arayın bu işi kısa sürede isimlendirirsiniz!
1970’li yıllar milliyetçiliğin aksiyoner ortama dönüşmeye başladığı yıllardır. Geçmişin sakat ve yapay düşünceleri ile bir yol ayrımı gerçekleşmiştir. Bunu bilhassa görmemiz gerekiyor. O bakımdan mutlak olarak “Başbuğ”un hakkını teslim etmeliyiz. Eksiklikler olmadı mı, elbette oldu; fakat Türkeş Bey’in fani âlemden göçüne kadar çizgi değişmedi. Yeterli de yetersiz de olsa birçok bilim adamı yetişti; bunlar kültür hayatımızın bir dereceye kadar mihenk noktalarını buldular ve çalıştılar! Bu konuda Erol Güngör, Orhan Türkdoğan ve Bahaettin Ögel’e biz çok değer veririz!
Ülkücülüğün “Türkeşsiz” yılları maalesef “kompleks” sürecinin koşar adım yıllardır. Bugünkü ülkücü siyasette “milliyetçilik”i tarif edebilecek seçilmişi yoktur! Sosyal medyaya bakınız, kimse birşeyler öğrenmeye değil kafalarında olmayan şeyleri olmuş gibi satmaya çalışıyor. Bir anlamda kendini donanımlı sanan “kulak dolgusu” bilgiçlerinin işgaline uğradık. O konuda dünyada ve Türkiye’de yapılan çalışmalar o şahsı alâkadar etmiyor; varsa da yoksa onun onun şuradan buradan tırtıkladığı mukayyed bilgileri! Neden böyle, bir gün de bunu konuşuruz!
Hoşçakalın.