Tartışmamız Gereken Mesele…
Şükrü Alnıaçık
Ülkücü Hareketin 12 Eylül darbesiyle sekteye uğratıldığı 80’lerin başında Ankara’daki Ülkücülerin altı önemli görevi vardı:
1- Yeniden teşkilatlanıp, basın -yayın faaliyetleriyle camianın bütünlüğünü korumak…
2-Mamak’taki mahkemelere ziyaretçi yazılıp, “MHP’lilere ve Ülkücülere” moral vermek,
3-Avukatlar bürosunda “Sorgu“nun ve “Savunma“nın hazırlanmasına yardımcı olmak,
4-C-5’teki işkenceden yorgun düşen ailelere destek olmak amacıyla aidat toplamak,
5-Kaçakları koruyup kollamak,
6- Mümkün olduğunca kadrolaşmak ve mevcut kadroları korumak…
Teşkilatın mecburen okullara sıkıştığı, seminerlerin okul gezilerinde otobüslerde ayaküstü verildiği, toplantıların radyo parazitiyle “dinleme“den korunduğu yıllarda Mamak’ta rehin tutulan Başbuğ, hiç de aceleci değildi. Darbecilere yeni kurbanlar vermemek, için töreye de uygun davranmış, kimseye açık bir “vekâlet” vermemişti.
Kısa bir süre sonra dergilerden ses gelmeye başladı. Önce Milli Eğitim ve Kültür, sonra Sözcü, Hamle, Töre, Yeni Düşünce ve Bizim Ocak… Ülkücüleri davadan haberdar etmeye başladılar. Yeni Düşünce’de çıkan çirkin işkence haberleriyle uykumuzun kaçtığı o günlerde bize de bir sorgulama fırsatı düşmüştü: Neden MHP’li yöneticilerden dışarıda kalanlar veya tahliye olanlar bize ulaşmıyor; davayı kucaklamıyorlardı?..
Demek ki 1970’lerde MHP’de yönetici olmak, Milletvekili olmak ille de Ülkücü olmak demek değildi. Başbuğun “ocaklıları” henüz siyasetçi yaşına gelmemişti. Gelse de Ocak Başkanlığı – İlçe Başkanlığı seviyesini henüz geçememişti.
Başbuğ, “Ocaklılar yetişin” diyordu. Ocaklılar yetişecek ve MHP, Ocaktan yetişmiş, Ülkücülerin partisi olacaktı. Böylece ayaklar dava sancısıyla çile çekerken, başlar “emekli milletvekili” olmayacaktı. Bu gerçekleşene kadar istisnalar hariç, MHP’li yöneticilerden, Ülkücüdeki temiz idealizmi, ölümüne fedakârlığı ve milli diğergamlığı beklemek boşunaydı.
Ben cevabımı bulmuştum. Bu işin sırrı, başbuğun “Ocaklılar yetişin!..” cümlesinde saklıydı. Sonraki yıllarda Beşevler’de Devlet Bahçeli’yi tanıma ve O’nu 70’lerdeki MHP kadrolarından farklı kılan özelliğin ne olduğunu kavrama fırsatım da oldu. Bazılarının ANAP’a hizmet, bazılarının da şahsi kariyer planlaması yaptığı yıllarda Devlet Bahçeli, bıkmadan yorulmadan Ocaklı kardeşlerine ağabeylik yapıyor, şahsi bağlantılarını da kullanarak onları yokluk içinde ezilmekten, erimekten ve devşirilmekten koruyordu. Bu çabalar sayesinde Ülkücülerin halen hakimiyet kurabildiği “en yüksek okul” Gazi Üniversitesidir. Bugün MHP’nin yüzlerce akademisyeni ve bir o kadar da bürokratı varsa bu değerlerin en az yarısı, kariyerini Devlet Bey’in alakası ve referansıyla tamamlamıştır.
Devlet beyin göreve gelişi ve emsalsiz istikrarıyla MHP’nin başında bulunması, bu tarihi arka plan nedeniyle çok önemlidir. MHP, ya tekrar Ocak’ta bir çay bile içmemiş APliden bozma “sağcı” tipli profesyonel siyasetçilerin ya da “yetişmiş Ülkücülerin” partisi olacaktı. İşte Devlet Bahçeli’nin Başbuğ tarafından emir kıvamında bir davetle partideki görevine gelmesi, “MHP’nin tepeden tırnağa Ülkücüleşmesi” sürecinin başlangıcıydı. Ülkücülere bakarken utançla gözünü kaçıran değil, sevgiyle gözü parlayan MHP’lilere ihtiyaç vardı. “Ülkücülerin tartışacağı mesele” buydu.
1980’de kirişi kırıp araziye karışarak davaya ivme ve heyecan kaybettiren MHP’lileri de yakından tanımış olan delegeler, “Ocaktan yetişeni” destekledi ve Ülkücü irade Devlet Bey lehine tecelli etti. Yetişmiş Ocaklılara kapısı ardına kadar açılan “1997 MHP’si” artık ambarında ve omurgasında Ülkücülüğün yer aldığı, Türklüğün amiral gemisi olarak yola çıkabilirdi. Ocaklılar yetişmiş ve partiyi omuzlarına almışlardı.
MHP’nin siyaset vitrininde tabii ki oy, moral ve kitlesel itibar kazandıracak flaş isimler, yüksek müktesebatlarıyla partiye hizmet etmesinde fayda umulan katılımlar olacaktı. Özel Kuvvetlerin efsane komutanı Engin Alan’dan “Kuleli Ocak başkanı” kimliğini bekleyemezdik.
Günümüzde MHP’nin Ocak kültürüyle kazanılmış ve çileyle pekiştirilmiş karizmatik bir disiplinle yönetilmesi, MHP’yi Silivri tarzı zulümlerden ve Atlantik rüzgârlarıyla çözülmekten korumaktadır.
Bugün, bayrağına MHP’nin rüzgâr vermediği bir Türkiye’nin mevcut iktidarla içeride egemen, dışarıda bağımsız kalması beklenemez. Hiç temenni etmediğimiz müzakere sürecinde bile Türkiye Cumhuriyetinin haysiyetini koruyan en önemli faktör, “MHP’nin, devr-i sabık yaratacak bir iktidar alternatifi olarak yumruğunu havada tutması“dır. Bu yumruğu meydanlara indireceğimiz günler de yakındır. Bundan fazlası, Türklüğün itinayla muhafaza edildiği “son kale“den pervasızca huruç etmek ve risk almaktır.
Yüzde 13’lük oy oranı ve 50 Milletvekilinden gelen politik gücü, demoklesin kılıcı gibi iktidarın üzerinde tutmak, MHP’nin, genel başkanlık seviyesinde muhafaza edilen ve “asla satın alınamayan Ülkücü mayası“ndan gelmektedir. MHP, yıllardan beri safralarını atarak saf Ülkücü bir karakter kazanmış, kuruluş felsefesine uygun olarak siyasi menfaatlerin değil, soylu hedeflerin ideolojik mücadele partisi haline gelmiştir.
Modaya uyarak “değişim!..” nidalarıyla MHP yönetimine veryansın eden arkadaşlar, sadece alacalı konjonktürü değil, bu gerçeği de görememektedirler.
MHP’nin varlığı ve Devlet Bahçeli’nin sorumlu liderliği, Türk Milleti için en büyük şanstır.
“Memleket elden giderken,” tartışmamız gereken mesele bu değildir.