
YUSUFİYELİLER İHANETE ORTAK MI?
Kürşat TECEL
Dün birçok sosyal iletişim araçlarında “Ülkücülerden Devlet Bahçeliye Tepki” başlığı ile verilen haber üzerine tarafımdan bu açıklamayı yapmak; öncelikle bir Ülkücü olarak, sonrasında Ülkücü Yazarlar Derneği Genel Sekreteri olarak zaruret haline gelmiştir.
Adı sanı duyulmamış amatör ve son derece minyatür bir televizyon kanalında konuşan Eski Yusufiyeliler Derneği Başkanı Hasan İlter’in düşünceleri; Ülkücülerin ekseriyetinin hatta tamamının düşünceleriymiş gibi servis edildi.
Konu bu denli hassas olunca, istismarı zanaat edinen, milli ve manevi hasletleri peynir ekmek gibi alıp satan yandaşlar tekeden süt sağmaya yeltendi…
Bursa Mitingi’nin oluşturduğu heyecan dalga dalga yayılırken, vatanın istikbalini karanlık gören Ülkücü olan-olmayan konuya duyarlı bütün vatandaşlar inanç ve kararlılıkla iradesini ortaya koymuşken, ayrık otları boş durur mu?
Boş durmazlar…
Geçmişe ufak bir yolculuk yapacak olursak; yıllardır “Ülkücü ortak değerlerimizin” bir hayli uzağında olan, bizden olmayanlarla teşrik-i mesai yapanların, hizmet ettiği adresleri daha iyi tespit ederiz.
12 Eylül Referandumu hatırlanacak olursa ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır. Kendilerini “Yusifiyeli Ülkücüler” olarak adlandıran ve milli meselelerde izine rastlayamadığımız bir grup, sürekli “Evet” çağrısı yapmıştı. Ortam müsait hale gelmiş, yandaş medya hatırlanacağı üzere; Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar nerede bir malzeme bulmuşsa çarşaf çarşaf servis etmişti.
Kimler yoktu ki? Vatan’ın en ücra köşesindeki bir köyün mezrasının mahalle temsilcisinin yeğeninin bilmem nesi de “Evet” dedi! Durum çok vahimdi, duygularımızın, mantığımızın vakumlanmaya çalışıldığı bir süreç yaşandı ve bitti…
Referandum bitmiş, ilkbaharda seçimler yenilenecekti. Ülkücülerden seçim için “Güç Birliği” çağrısı yapılmış, Devlet Bey’de birlik ve beraberlik çağrısında bulunmuştu. Standapçı medya yine boş geçmedi; “Bahçeli’nin baraj korkusu var” başlığıyla bir haber daha patlattı. Haberi kime dayandırıyorlardı derseniz, gene aynı isimler! (http://www.internethaber.com/bahcelinin-baraj-korkusu-var-iddiasi–310478h.htm)
Hal böyle olunca, Ben de âcizane “Bu Kimin Değirmenine Su Taşır Yusufiyeli Kardeşim?” diye sormuştum.(http://www.egemengazetesi.com/kose-yazisi/113/bu-kimin-degirmenine-su-tasir-yusufiyeli-kardesim.html)
Yazıya bakma ihtiyacı hissedenler, yazının altında Hasan İlter bey’in yorumunu da göreceklerdir. Hasan Bey kendisini tanımadan aleyhinde yazılar yazdığımdan şikâyet etmiş, kendisini daha yakından tanımam maksadıyla msn adresini göndermişti. Ben Hasan İlter bey’i yakından tanımaya fırsat bulamadım!
Sayın İlter’in yorumunu aynen aktarıyorum “LÜTFEN TANIMADAN YAZMAYIN |
SAYIN KÜRŞAT TECER, BENİ TANIMADIĞINIZ VE HAKKIMDA BİLGİ SAHİBİ OLMADIĞINIZ HALDE KARALAYICI YAZILAR KALEME ALIYORSUNUZ.İSTERDİMKİ BENİMLE İRTİBATA GEÇİN, FİKİRLERİMİ ANLAYIN VE ONA GÖRE YAZIN.BENİM İNTERNETTE HER HERDE ADRESİM, TELEFONUM BULUNABİLİR.YİNE DE İRTİBAT İÇİN hasanilter@hotmail.com”
Tanımak ve Tanınmak!
Ülkücü Camia’da tanınmak daima nefsi okşayan, aynı zamanda sorumluluk bilincinin artmasına vesile olan bir duygudur. Şöhret olma arzusu genel olarak her insanda gözlenen bir durumdur, 28 Mart 2013 tarihli Hürriyet Sağlık’ta yer alan haber tanınmakla alakalı :“Psikolog Davut İbrahimoğlu, şöhret olma duygusunun temelinde, rahat yaşama güdüsünün bulunduğunu ve bunun da altında daha önemli bir arzunun; insanlar tarafından beğenilmek, onaylanmak ihtiyacının olduğunu belirtiyor…İbrahimoğlu, “Tabii ki, insan şöhret kazandıkça bu onaylanma ve beğenilme durumu her gün biraz daha artar. Hele de o kişi medya tarafından destekleniyorsa bu övgü ve ilgi giderek, önlenemez bir biçimde yükseliyor. Ancak bu noktada çok önemli bir sorun var. Bu şöhret eğer o kişinin gerçekten potansiyelinin ürünü değilse, yani kültürel birikiminin dışındaysa, ve kişi o şöhrete layık değilse bir süre sonra , ona pompalanan bu hava azalıyor ve azaldıkça da o kişi kaçınılmaz bir biçimde inzivaya çekiliyor” diyor.İbrahimoğlu’nun izlenimlerine göre, geçici olarak şöhreti yakalamış bu kişiler, sahip oldukları şöhretlerini korumak için başka yolları denemeye başlıyor ve bu yolların içinde ne yazık ki fuhuş, uyuşturucu, yalan söyleyerek gündemde kalmaya çabalamalar, iftira atmalar, boşanmalar yer alıyor. İbrahimoğlu, “Mesela bir sanatçı görüyorsunuz, ‘beni kaçırdılar’ diyor. Ancak tüm bu çabalarına rağmen çöküş devam ederse o kayboluşu benimsemeye başlıyor ve bu tip insanlar için uyuşturucu, alkol en güzel sığınak oluyor” diyor. Programlar ünlü oluyorlar onların hepsi balon gibidir birisi patlarsa o zaman sağlıksız durum oluyor.” (http://www.hurriyet.com.tr/saglik/9281519.asp)
Görüldüğü gibi… Bazen tanınmışlığın devamını sağlamak, insanları olduğundan ya da olması gerektiği yerden oldukça uzaklara götürüyor…
Biz Ülkücüler duygusal insanlarız. Duygularımızın yoğunluğu ölçüsünde yaşayıp ona göre idealizm sürecinde yer alıyoruz. Kolay seven, sevdiğinden kolay soğuyan bir yapıya sahibiz. Bu dava içerisinde hasbelkader yer almış olanların haricindekiler (tanışmasalar da) birbirini çok iyi anlarlar.
İçe dönük siyasette muhalif olmak ve yönetmeye talip olmak, Ülkücülüğün ötesinde, insan hakları paradigması içerisinde yer alır. Ülkücülerin birliği ve camia içerisindeki eleştirel yaklaşım “kullanılmışlık” manzarası oluşturuyorsa, hırslar, “Ülkücü Kırmızı Çizgiyi” aşındırıyorsa, Milli duruşa zarar veriyorsa bunu duygusallıkla yahut insan haklarıyla izah edip anlayış göstermek mümkün değildir.
Geçmişte farklı adreslerde siyaset yapmış, halen farklı siyasi yapılar içerisinde olan, hatta son on yıldır iktidarın destekçisi olan bazı Türk Aydınlar bir araya gelerek “Ana sütü kadar saf ve kutsal” olan Türklüğüme dokunma diyor!
Milletin yüreği yanıyor. Türk Milletinin bin yıl sonra kazandığı Türklüğü Anayasa’dan ihraç edilmek isteniyor. Vaziyet bu iken; Ülkücü olduğu için sekiz kurşun yemiş, onbir sene cezaevinde yatmış, cezaevinde okul bitirmiş ve hukuk okumuş birisi çıkıyor ve mücadele etmesi gereken adresi şaşırıyor. İşte ben bunu anlamıyorum ve hazmedemiyorum. Yoksa kimseyle şahsi bir husumet başlatmak ve devam ettirmek niyetinde değilim.
22 Kasım 2010’da sorduğum soruyu tekrarlıyorum “Bu kimin değirmenine su taşır Yusufiyeli kardeşim?”