Tarihten Ders Çıkarmak
IV.Yüzyılının ikinci yarısından itibaren; Orta Avrupa ve Balkanlara, başta Hunlar olmak üzere Avarlar, Bulgarlar, Kumanlar, Peçenekler, Uzlar, Kıpçaklar olmak üzere birçok Türk boyu gelmiş.
Önce Hunlar, daha sonra da Avarlar, Orta Avrupa’nın gördüğü en büyük imparatorluğu kurmuş. Bugün ise Macarlar-Sekeller-Gagavuzlar-Karamaniler dışında, bunlar ile kendilerini ilişkilendiren de yok gibi. Sanki yer yarılmış, yerin dibine batmışlar.
Birçok tarihçi ve düşünürümüz; Avrupa Türklerinin yok oluşunu, Hristiyanlaşmaları sonucu benliklerini kaybetmesine bağlıyor. Bana göre ise; bu, bir sonuçtur, ancaktemel sebep değildir.
Sebep; bugünün post modern strateji ve taktiğinin aksine, o günün kanlı-acımasız mücadelesinde gizlidir.
Avrupa Türkleri; hanlık ve imparatorlukları kurma ile birlikte yarı yerleşik bir yaşama geçtiler. Ancak; yerleşik toplumlar gibi, kendilerini diğer toplumlardan ayıracak, kültürel değerlerini koruyacak ve geliştirecek kurumları inşa edemediler. Varlığının tek teminatı olan Ordunun zayıflaması, kaybedilen savaşlar ve yaşanan katliamlar sonucu da darmadağın oldular.
O çağlarda sadece Türkler değil, Avrupa’da birçok halk katliama maruz kaldı. Ancak; yerleşik kültüre sahip halklar, terk ettikleri topraklara tekrar, tekrar geri dönerek kentlerini yeniden inşa ettiler, topluma şekil ve yön verecek dönemin sosyal-siyasal kurumlarını oluşturdular.Türkler ise; kurumsal korumadan yoksun bir halde,ya bu kültürel çarkın dişleri arasında eriyip gittiler, ya da yurttan yurda göç ederek, öyle veya böyle varlıklarını sürdürmeye çalıştı.
Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasına rağmen, Türklerin varlığını koruması; güçlü ailelerin ortaya çıkmasına müsaade eden, ancak devletin dağılmasına da neden olan oligarşik monarşik yönetim şekli ve Türklerin “Ahi Ocakları” gibi sağlam bir kuruma sahip olması ile ilgilidir.
Sultan II Mahmut’un; devletin dağılma tehlikesi karşısında, devleti yeniden yapılandırarak orduyu öne çıkarması, hiyerarşik yapı içinde seraskerin (Genelkurmay Başkanı) idari açıdan sadrazama bağlı olmakla birlikte padişaha karşı sorumlu olması, ordunun devleti korumak ve kollamak görevini üstlenmesi bu tarihi gerçek ile ilgilidir.
Asker-sivil bürokratlar ile aydın vekanaat önderlerinin içinde yer aldığı Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nin, Türk Kurtuluş Savaşı’ndaki önemli rolü de unutulmamalıdır.
Tüm sosyal ve siyasal gelişim ve değişime rağmen; ne hazindir ki Ordu dışında kurumsal bilinç, hiyerarşi ve disipline sahip, tehdit ve tehlikelere karşı “dur” diyecek, ne mesleki, ne de Türk milletine mal olmuşekonomik-sosyal-politik yönü olan bir sivil toplum örgütümüz var. Türk milleti, ferden yalnız ve korumasız bir şekilde, küresel oyuncular ile onun işbirlikçilerinin insafına bırakılmış, bu da Türk milletinin bekası açısından endişe duyulması gereken bir durum.
Yazım; bir zamanlar bir Türk boyu olan Bulgarların, Slavlaşması ve Osmanlı için hayati önem taşıyan Bulgaristan’ın, oluşturulan Türk düşmanlığı ile nasıl kaybedildiğinin hikâyesidir.
Bulgaristan
Bugünkü Bulgaristan; Güneydoğu Avrupa’nın Balkan Yarımada’sında yer alan, batıda Sırbistan ve Makedonya Cumhuriyeti, doğuda Karadeniz, kuzeyde Romanya, güneyde de Yunanistan ve Türkiye ile sınırlı bir ülke.
Osmanlı Öncesi
Traklar, Bulgaristan’ın ilk sakinleri.
Traklar kimdir?
Trakların yazılı bir eseri yok. Bu nedenle de kökeni tartışmalı. Eski Yunanca’da geçen Trak kelimelerine bakılırsa, Ural-Altay kökenli bir halk. Tabii ki batılı tarihçiler, politik olarak bunların Hint-Avrupa kökenli bir halk olduğunu savunuyor.
Traklar, M.Ö. 445’e kadar bugünkü Bulgaristan-Trakya ve Kuzey Yunanistan’da egemenliklerini sürdürmüşler. Bundan sonra sırasıyla Pers, Makedonya ve Roma hâkimiyetine girmişler. Zamanla benliklerini kaybederek Rumlaşmışlar.
Bulgaristan; M.Ö. 342’de Makedonya’nın, 46’da Roma’nın egemenliğine girmiş, 350’lerden itibaren Got, Vandal ve Vizigot istilasına uğramış, 378’de Hun akınlarına maruz kalmış, 395’te de Doğu Roma’ya (Bizans) bağlanmış.
VI. Yüzyılın başından itibaren Türk boylarından Avarlar, Slavlar ile birlikte Bulgaristan topraklarına girmişler. Tüm ahaliyi Yunanistan’ın güneyine sürerek Bulgaristan ve Kuzey Yunanistan’a yerleşmişler. 626’da İstanbul’u (Konstantinopolis) kuşatmalarına rağmen alamamışlar. Herakleios karşısında yenilgiye uğrayarak geri çekilmek zorunda kalmışlar. Bir kısmı burada kalırken, bir kısmı da Doğu Roma tarafından İznik’e yerleştirilmiş ve Hıristiyanlaştırılmış.
Bulgaristan; 678’den itibaren, Türklerin Kıpçak kolunun bir boyu olan Bulgarların akınlarına maruz kalmış.
Bulgarlar, Türk mü?
Bulgarlar, Büyük Hun İmparatorluğu’nun İdil nehri çevresinde yaşayan Türk boylarından biri, Büyük Hun İmparatorluğu’nun yıkılması ve Hun boylarının batıya göçü ile birlikte önce kuzeye çekilmişler daha sonra da güneye inerek Karadeniz’in kuzeyine yerleşmişler.
558’de Avarlara yenilerek Avar hâkimiyetine girmişler, bir kısmı Avarlara katılarak batıya giderken, büyük bir kısmı ise Karadeniz’in kuzeyinde kalmış.
567’de Göktürklerin, Avarları batıya sürmesi ile Göktürklerin egemenliğini kabul etmişler.
Zaman içinde Karadeniz’in kuzeyinde yaşayan, Atilla’nın küçük oğlu İrmek’in halkı esas olmak üzere, diğer küçük Türk boyları bir araya gelerek bir birlik oluşturmuşlar. Bu nedenle de bunlar “Bulgar” adıyla anılmaya başlanmışlar.
Macar tarihçi G. Nemeth’e göre; Bulgar (Bulganmak/Bulanmak), karışmak anlamında.
Bulgarlar, “Avarlara” İstanbul kuşatmasında yardımcı olmuşlar, tampon bir bölgede bulunmaları nedeniyle bazen Avarların, bazen de Bizans’ın yanında yer almışlar.
632’de Kubrat Han, Bizans’ın da yardımıyla Türk ve Slav boylarını bir araya getirerek Büyük Bulgar Hanlığı’nı kurmuş. Ancak; bu devlet fazla yaşamamış, Kubrat Han’ın ömrü ile sınırlı kalmış. Kubrat Han’ın ölümü ile Büyük Bulgar Hanlığı beş oğul arasında pay edilmiş. Haliyle birlik bozulunca, Büyük Bulgar Hanlığı zayıflamış, 668’de de diğer bir Türk devleti olan Hazar Kağanlığı tarafından yıkılmış.
Kubrat’ın büyük oğlu Batbayan Han, Hazarların hükümdarlığını kabul ederek yerinde kalmış. Bulgarların büyük bir kısmı ise diğer oğullarını takip ederek kuzeye-güneye ve batıya göç etmiş. Bunun için de ülkeyi terk etmeyenlere “Kara Bulgar” denilirken, kuzeye göç edenlere “Ak Bulgar” denmiş. Güneye göç edenler de “Tuna Bulgarları” adıyla anılmaya başlanmış.
I. Bulgar Devleti’nin Kuruluşu
Kubrat Han’ın oğullarından biri, Avar İmparatorluğu’nun hizmetine girmiş. İki oğlu kuzeyde Hazar Kağanlığı’na bağlı iki ayrı hanlık kurarken diğer oğlu olan Asparuh, 678’de Besarabya Bölgesi’nde Tuna Bulgar Hanlığı’nı kurmuş.
Bugün; Çuvaşlar, kendilerini Ak Bulgarların torunları olarak görürken kendilerini de Bolgar olarak tanımlıyor. Tataristan 1922’ye kadar Bulgaristan olarak isimlendirilmiş, Bulgarlar da Asparuh’u I. Bulgar Devleti’nin kurucusu olarak kabul ediyor.
O zaman Bulgarlar, neden Türklüklerini reddediyor?
III. Bulgar Devleti, Rusya’nın Bulgaristan’ı işgali ile kurulmuş. Yeni Bulgar milleti, kendi doğal gelişim ve değişim sonucu değil, Ruslar ve Panslavisler tarafından inşa edilmiş. Bunun için de Bulgar tarihçiler, III. Bulgar Devleti’nin kuruluş yıllarında Slavcı olmuşlar. Komünist dönemde Trakçı olan bu tarihçiler, bugün tekrar eski görüşüne dönmüşler. Tabii ki bu görüş, bilimsel araştırmalara dayalı olmayan, Bulgaristan’ın resmi tarih görüşü.
Liderlerinin bir dönem “Han” unvanını kullanmaları, Hıristiyanlıktan önce Bulgarların Gök Tanrı inancına sahip olmaları, Bulgaristan’ın en yüksek dağına Tangra (Tengri) ismini vermeleri (Osmanlılar bunun ismini Musala diye değiştirmiş.), Orhun alfabesi ile Ön Bulgarca yazılı taşların bulunması, bezeme sanatları bunlar için bir şey ifade etmiyor. Bununla birlikte dünden bugüne “Bulgarlar, Hunların bir parçasıdır” diyen birçok Bulgar tarihçi var. Ancak hâkim görüş nedeniyle bunların sesleri fazlaca çıkamamış. Buna karşılık Macar Türkologlarının, bu konuda önemli bilimsel çalışmaları mevcut. Macar Turancı Partisi’nin (Jobbik) düzenlediği Turan etkinliklerine, bazı Bulgar aydınların katılması ise önemli bir gelişme.
678’den itibaren Bulgarlar, Avarların da zorlaması ile Tuna’yı aşarak Bizans için tehlike olmaya başlamış, aralarında bir dizi savaş olmuş.
681’de Asparuh Han, Bizans ordusunu hezimete uğratarak hem Bizans tarafından tanınmasını, hem de Deliorman ve Dobruca’yı ele geçirmeyi sağlamış. Hezimetin korkusuna kapılan Slavların 7 kabilesi, Asparuh Han’a boyun eğmek zorunda kalmış.
Tuna Bulgar Hanlığı’nın, kuruluş ile birlikte Slavcayı ortak dil olarak kullandığı söyleniyor. Tabii ki bu, Bulgar tarihçilerinin resmi görüşü, o günkü Bulgaristan’da Slavların bir kabile yaşamı içinde olmaları, Rumlaşmış Trakların yüksek kültüre sahip olmaları bunu mümkün kılmıyor. O döneme ait bulunan yazılı taşların büyük bir kısmının Yunan alfabesi, bir kısmının da Orhun alfabesi ile Ön Bulgarca olması bunu gösteriyor.
Asparuh Han’ın ölümünden sonra oğlu Tervel Han başa geçmiş.
Tervel Han, Bizans’la dostluk antlaşması yaparak Avar İmparatorluğu’na karşı Bizans’ın müttefiki olmuş. Bu anlaşma, ikisinin de işine yaramış. Avar İmparatorluğu-Hazar Kağanlığı-Bizans arasında sıkışan Tuna Bulgar Hanlığı, doğu sınırlarını emniyete alırken, sıkıntılı bir dönem yaşayan Bizans da Balkanlarda rahat bir dönem yaşamış.
Tuna Bulgar Hanlığı’nın, Bizans ile olan ilişkileri, 756’ya kadar nispeten sakin geçmiş. Avarların, Bizans’a olan akınlarına set çekmiş, İslam ordularının İstanbul kuşatmasında Bizans’a yardım etmiş. Ancak; bu barış dönemi, V. Konstantin’in Suriyeli ve Ermeni göçmenleri, askeri sınıf olarak Bulgar sınırına yerleştirmesi ile son bulmuş. Bundan sonra Bizans’la bir dizi savaşın ve taht kavgalarının yaşandığı bir döneme girilmiş.
803’te annesi bir Slav olan Krum Han, taht kavgaları sonucu Tuna Bulgar Hanlığı’nın başına geçmiş.
Krum Han, Frankların zayıflattığı Avar İmparatorluğu’na son vererek “Tuna Bulgar Hanlığı’nı” Doğu Avrupa’nın en büyük gücü haline getirmiş. Bizans’a peş, peşe yaptığı seferler ile Bizans’ın Balkanlardaki topraklarının büyük bir kısmını ele geçirmiş. 814’te de İstanbul kuşatması esnasında, “ne olduysa” ağzından ve burnundan kan gelmesi sonucu ölmüş. Ölümü ile yerine geçen Omurtag Han ise Bizans ile 30 yıllık bir ticari anlaşma yaparak geri çekilmiş.
Tuna Bulgar Hanlığı; Omurtag Han döneminde, daha da güçlenmiş, buna karşılık Bulgaristan büyük bir Slav göçü almış, Bulgarlar bozkır geleneğini terk ederek feodal bir yapıya geçmişler. Bu da alt kesimlerin, benliklerini kaybetmesinde önemli bir rol oynamış.