Millet yaratmanın bizim tarihî hasletlerimizden olduğunu bilmem hiç düşündünüz mü? Aslında bir Avrupa, hattâ Germen kavmi olan Ruslar’ı Slâvların içinden çekerek kendine benzeten ve 200 yıl kendi başına belâ ederek bir millet yaratanların bizler olduğunu biliyor muydunuz? Hatta Ruslar siyâsî bir oluşum olarak ilk tarih sahnesine Hırıstiyan bir Türk olan BorisGudonovolark çıktıklarından haberdar mısınız? Veyâ onların ilk devlet ünvânı olan “Çar” deyiminin bile sırf bu sebeble Türkçe bir isim olduğunu kendi tarihlerinden okumaya zaman bulabildiniz mi?
Anayurt’ta Türkler’e karşı yapılan ve bugün bile ihtişamını koruyan “Çin Seddi”ninmânâsı da açık olarak bellidir. Mançurya Halkları, Japonlar, Koreliler, Tibetliller ısrarla genetik özelliklerini Türkistan’da aramalarının şüphesiz ki sebebleri ve elde edilmiş sonuçları vardır. Yani Türkler rızklarını batıda arayıp hicrete kalkmamış olsalardı bırakın bugün Doğu Türkistan’da 40 milyonu aşmış Uygur’un inlemesini; acaba dünyanın en en kalabalık milleti olan Çinlililer kaç defa yok olma ile yüz yüze geldikleri için Türkler’le mücâdelede hile ve desiseye başvurarak ancak kurtulabildiklerini tarih yazmıyor mu?
Hindistan’da Türklüğün altın yıllarınının Gazneliler ile başlayıp Harezmşahlar’la devâm ederek Zahireddin Babur ile altın yıllarının ta İngiliz sömürgeciliğinin başlangıç yılları olan Nadir Şah sonrası 18.asır hitamına kadar sürdüğünü elbette biliyoruz. Bugün coğrafyadaki İslâm tohumlarını, birbirinin ırzına geçmekten başka bir şey bilmeyen Arap kültürünün değil Türklüğün bahşettiğini hususunda da kaynaklar ittifak halindedir. Ah şu Sasaniler!.. Kız alıp verme ile Türgiş desteğini sağladıkları halde kalleşlik edip Türkler’e sırt çevirmeseydiler Arap orduları köklerini söküp onları tarihten silebilir miydi?Aynı işi Türkler’e yapamayınca hâkimiyeti kabullenip Bağdad’a hapsedilen Araplığın Türkler’e teslim ettiği İslâmiyet’in bugün dünyayı aydınlattığı gerçeği ortadadır. Selçukî Alparslan’dan Sencer’e, hattâ CelaleddinHarezmşah’dan Emir Timur’a kadara bugün Kafkas kavimleri diye adlandırılan Ermeni, Gürcü ve Abaza’nın dinini ve milliyetini ortadan kaldılmayıp bilâkis koruma altına alındığını unutabilirler mi? Beğenmediğiz Mogollar’ın müsamahası ile “Şia”nın İran’a hâkim olduğunu ve bugün karşımızda, olmayan Sasani veya Pers ırkçılığını hortlattığını görmüyor muyuz?
Araplar neden bir milet? 1000 yıl Irak, Hicaz, Mısır, Suriye, Yemen, Habeş ve kâmil Afrika’da Berberilerin bile kabul ettiği Türk hakimiyeti olmasaydı Siyonizm onları tarihi uykularından uyandırır mıydı? Kuteybe Bin Müslim’in Türkistan’da ve Horasan’da “Türkçe”nin konuşulmasını yasaklayıp, Türkçe eserleri yaktırmasına karşılık Selçuklular’ın Nizamiye medreselerinde “Arapça” tedris ettiklerini çok iyi bilmekteyiz. Acaba tersi uygulanmamış olsaydı bugün Arap Milleti’nden söz edebilecek miydik? Şahsen güney illerimizde radyo ve televizyon açıp 100’e karşı 1 ‘Türk yayınla karşı karşıya gelmeye hem kızıyor hem de kıskanıyorum! Siz bizim zekası eksik ilim görmemiş âlimlerimize bakmayın. Şüphesiz ki dünya kültürünün en gelişmiş ideolojisi olan “Türklük” olmasaydı Araplar bu ayrıcalığı nereden yakalayacaklardı ? Senin “Kavm-i Necib “ olduğunu benim kültürüm seve seve kabullenecek ben ise “Etrak-ı bi- İdrak” yani “İdraksiz Türk olacağım”.. Bu açıklamaları düşmanlığı körüklemek için değil ırkımın necabetini ortaya koymak için ifâde ediyorum.
Ruslar ile ilk tarih sahnesinde kardeştik. Bu genetik özellik aynı soya mensup Türk Moğolları istilâsında Kıpçak-Slav işbirliğinde de açıkça tezahür etmiştir. Dünkü Rus aristokrasisinde 1700 yılı verilerine göre vaftiz görmiş 300 Türk-Tatar asıllı aile vardır. Kısa süren Sovyet düşünce tarihinde Türklüğün istikbâlini Rus devletini işgâl etme hedefinde gösteren Sultan Galiyev’in marksist iktisadi görüşleri daha aşılabilmiş değildir. Şu anlamsız “Avrasyacılık” ve mânâsız”Marksist-Türkçülük” gerçekte bundan başka bir şey değildir. Bu görüşlerin yanlışlığını nice aydınla beraber Galiyev ve Turar Rıskulov Stalin’e kellerini vererek ödemişlerdir. Bu sebeble Velikhan Çokay Han’ın mezarında rahat olduğunu kimse söyleyemez. Ama bunun tersine, gelin görün ki eğer bir ara 9.asırda İslâmiyeti kabul etmiş olan Ruslar öyle kalsalardı bugün dünya haritası nasıl olurdu? Veya rahat durup Moğol’un intikamını Tatar, Kıpçak, Başkurt, Türkmen ,Kazak, Kırgız, Özbek’den almaya kalkmayalardı şimdi ellerinde ordu yerine “Votkacı” bir nesil görmeyeceklerdi. Taşkend’de ”Lenin”in Tatar asıllı olduğu yazılıyor. Hatta bugün “Kızılordu” adının bile Altınordu’dan mülhem olduğunu ifâde edenler de mevcut. Yani kısaca ifâde edelim ki büyüklü küçüklü Hırıstiyan ve Müslüman bir sürü milleti yok etmek yerine “Türk İdeolojisi” var etmiştir. Hamdetmelililer!
Ya şu bizim Kürtler !Allah aşkına yıllardır kendimizden esirgediğimiz Türklüğü onlara şamil kıldık, kabul etmediler. Sanki Sumerli, Akad’lı olmak daha şerefli imiş gibi! Neyi var bunların üç beş teneke parçası arkeoloji kazıntılarının dışında? Size öğrettikleri nelerdir ki dilinize dil kültürünüze kültür demek için bin şâhid lazım. İşte Minorsky veyâ Pekarsky.. Bal gibi Farsça,Türkçe ve Arapça karşımı bir dil konuşuyorlar. ”Şerefname”de dâhi böyle ifâde ediliyor.
Osmanlı öyle bir “Türk İdeolojisi” formatı kullanmıştır ki imparatorluğa hâkim kılınan Türklük ve buna benzer etnitizm veya dini görüş ifâde eden kavramlar tamamen bir medeniyet ve kültür şahikası olarak kullanılmışlardır. Kanunnamelerde o kadar güzel şeyler var ki bugün teke düşmüş millet adımız olan “Etrak” yani “Türk”etnik anlamdan çok “Köylü” ve “Yörük” anlamına gelmektedir: ”..eğer bir egülhaml içse Türk veya şehirli olsa”(Fatih Kanunnamesi). Yine savaşta elde dilen ve “pencik oğlanı” adı verilen esirlerden Yeniçeri Ocağı için uygun görülenleri için “Bunları Türk’e virelüm hem Müslüman olsunlar hem Türkçe öğrensinler”[1]denilmiştir. İşte bunun Osmanlı kayıtlarında “Ekrad” adı da aynı şekilde kaynaklarda etnik mânâdan ziyâde bir yaşama tarzı olarak zikrediliyor.1541 Çemizgezek Kanunnamesinde”…vilâyet-i mezbûrede sâbıkan Ekrâd zulmünden nice reaya perakende olub…” şeklindeki ifâdede geçen, “Ekrâd (Kürtler’in) zulmü” anlamından ziyâde, göçebe Türkler’i ifâde etmek için kullanılmıştır. Yine 1566 tarihli Çemişgezek Kanunnamesinde geçen “vilâyet-i mezbûrede alman ekrâd adedi…” tabirindeki ekrâd adedi de resm-i hâne yerine kullanılmıştır. Nitekim Bitlis Vilâyet Kanununda; “vilâyet-i mezbûrede şimdiye değin alma gelen ekrâd adedi ki resm-i hane deyü..,” ifâdesiyle bu durum açıklanmıştır. Yine devem ile, “ve vilâyet-i mezbûre şimdiye değin Kürdistan hükmünde olup defter-i ahvâlin bilmedikleri erilden…” ifâdesinde, Kürdistan hükmünde tabirinde yeralan “hükmünde” kelimesinin “idâresi altında” yerine, “biçiminde, konumunda” gibi bir mânâya geldiği, dolâyısıyla kelimenin “dağlı kalan, devletin ulaşamadığı yer” gibi bir anlamda kullanıldığı anlaşılmaktadır[2]. Ekrâd sıfatına bakarak, kaynaklardaki ifâdelerden etnik anlamda tamamen Kürtler’in ifâde edildiğini düşünmemek gerekir[3]. Kürd kelimesinin, Türkçe’de bir etnik bir topluluk adı olmaktan ziyâde, dağlı veya şehir hayatından uzak anlamlarına geldiğini, Toroslar’da göçebe bir halde yaşayan Yörüklere, yukarıda açıklanan sebepten Kürd denildiğini göz önünde bulundurmak lâzım gelir. Üstelik Kürt kelimesini gelişi güzel kullanılmadığını unutmamak gerekir[4]. 1520 senesinde Diyarbekir Beylerbeyliğine bağlı sancakları ve onların beylerini gösteren bir listede, Berriyecik Sancak Beyi Akkoyunlu Tur Ali Bey dâhi Kürd olarakgösterilmektedir[5].B ugün Bektaşi iteratüründe “Kürd” adının kasabalaşmış Alevileri ifade ettiğini İrene Melikof saha çalışmalarında tesbit etmiştir.
Öte yandan “Kürdistan” tabiri belgelerde, bazen “dağlık, taşlık, boş, iskânedilmeyen (fitil ve bâtıl) yer” olarak da ifâde edilmektedir. Yani, Kürdistan tabiri bazen Kûhistan ve Kûtistan deyimleri ile de karıştırılmaktadır.. 1576-1588 yıllarında, Bağdat’ın etrafındaki kazaların coğrafi konumları ve Bağdat’a olan uzaklıkları hakkında bilgi veren kaynaklarda; Geylan, Kürdistan ve Kûhistandır .”Rummahi’ye, livâ-i mezbûr Acem serhaddine vâkiolmuştur. Kûhistan ve Kürdistandır, Bağdat’a on konaktır fitil vebâtıldır.” ifâdesi, Kürdistan tabirinin dağlık, tepelik ve boş alanlar ifade ettiğini açıkça göstermektedir. Görüldüğü gibi belgelerde kullanılan Kürdistan tabiri, Kûhistan ve Kûtistan tabirleriyle eş anlamlı olarak, coğrafi şartları ifade eder bir anlamda kullanılmıştır[6].
Ekrâd ve Kürd tabirlerinin her zaman için etnik bir anlam taşımadığının en güzel örneklerinden biri, 24 Oğuz Boyu’ndan birisi olan Döğerler’in, Urfa yöresinde yaşayan bir gurubunun “Ekrâd-ı Döğer” olarak ifade edilmesidir. Buradaki Ekrâd kelimesi, Etrâk kelimesinde olduğu gibi, konar göçer veya yörük anlamında kullanılmıştır. Dulkadirli Türkmenleri’nin, Gözeciyan taifesinden olup Bertiz Aşireti’ne bağlı “Kürd Atlu Cemaatinin isminde Kürd adı geçmekle birlikte, bu topluluğun bir Türk Aşireti olduğu ve başka etnik bir yapısının bulunmadığı kesindir. Yine Dulkadirli Türkmenleri’nden olan Dokuz (Beşanlu) taifesine bağlı “Kürd Mihmadlu Cemaati”de aynı şekildedir. Kaynaklarda, Bozuluş Türkmenleri’nden olan ve Kethüdaları İzzeddin Bey’den dolayı İzzeddinlü Cemaati adını taşıyan cemaat de, bazı yerlerde “Ekrâd-ı İzzeddinli” olarak kaydedilmiştir. Bunun başlıca sebebi, İzzeddin Beyiti Ekrâd sancak beyi olarak gösterilmesidir. Bu cemaatin bir kolu “Taife-i Ekrâd-ı Okçu İzzeddinlü” olarak adlandırılırken, diğer taraftan Türkmen Ekrâdı biçiminde de tanımlanmıştır. Buna benzer olarak “Kabâil-i Rişvan” veya “Ekrâd-ı Rişvan“biçimlerinde kaydedilen ve Halep’ten Kastamonu’ya kadar olan sahada yazlayan ve kışlayan aşiret de “Türkmen Ekrâdı” şeklinde adlandırılmıştır. Burada geçen “Ekrâd” tabiri, yine etnik bir anlam taşımamaktadır. Çünkü kaynaklarda genellikle “Türkmân Ekrâdı” tabirine rastlandığı gibi, bazende”Ekrâd-ı Türkmenân” tabirinede kullanılmakltadır.. Dolayısıyla buradaki Ekrâd tabiri, yine konargöçer ya da dağlı manalarında kullanılmışlardır[7].
Bütün bunlardan sonra şu cumartesi günü Dıyarbakır çığırtkanlığını nasıl yorumlayacaksınız? Kürd’ün hak ve hukukuna kimin itirazı var? Ama sizi peşmergeye devlet başkanı gibi muamele ederseniz altta kalmıyor musunuz! Herhalde bizim “Bölücübaşı” bile ondan muteber adamdır. Çünkü şu açılım komedyasında “Türkler”e de acıdığını zaman ifadeden çekinmiyor. Sanıyorum ki onun kadar İsrail uşağı da değildir. Marksist Molla Mustafa’dan bahsederken Dıyarbakır’ı başşehir ederek, bacısını da Şah İsmail’in dedesi Şeyh Cüneyd’e, kızını da babası Haydar’a nikahlayıp Safavi İmparatorluğu’nu yaratan Akkoyunlu Uzun Hasan’a bir kelime atıfta bulunmamak ne anlamında gelmektedir? Dıyarbakır hangi Kürd’ün ne zaman mülkü olmuştur? Söylenecek çok şey var! Ama bugünlük de bu kadar.. İnşallah şu “Çözüm Süreci”nde bilmediklerimiz vardır. Dilerim ki Tayyib Bey haklı çıksın. Sağlıcakla..
[1]Atilla Canbolat, Hatay Türkmen Aşiretleri ve Bu Aşiretlerin İskanı (18. Ve 19.Yüzyllar, Sf.26,Yayınlanmamış tez.,2006.
[2]Yusuf Halaçoğlu, XVIII.Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun İskan Siyaseti Ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, Sf.140-141,TTK,Ankara 1992.
[3] Canbolat,27.
[4] Agk.27.
[5]M.Öztürk, 16.Yüzyılda Kilis Urfa Adıyaman Çevresinde Cemaatler-Oymaklar, Sf.15,Elazığ 1997.
[6] Halaçoğlu,141.
[7] Öztürk,17.