Osmanlı Dönemi
1396’da, Osmanlı hükümdarı Sultan Yıldırım Bayezid, Niğbolu Savaşı zaferi ile II. Bulgar Devleti’ne son vermiş. 1422’de de Sultan II. Murat, Vidin Prensliği ’ne son vererek Bulgaristan’ın tamamını Osmanlı toprağına katmış.
Türkler; Bulgaristan’a geldiklerinde, kendisi ile müttefik olan Slav dil grubuna ait farklı bir Slav şivesi ile konuşan Pomaklar ve Ortodoks Hıristiyan olmakla birlikte Türkçe konuşan Çıtak ya da Gacal diye isimlendirilen topluluklarla tanışmış.
Ön Bulgarlar ve diğer Türk kökenli topluluklara ne oldu?
Bulgar hükümdarlarının listesine bakıldığında; gerek Tuna Bulgar Hanlığı’nın, gerekse II. Bulgar Devleti’nin kurucu aile ve unsuru, “Slav kökenden gelen birkaç aile dışında” Türk kökenli. Buna rağmen; Bulgarların, Slavlaşması ise ilginç bir durum. Bence bunun dört nedeni var. Birincisi; Kiril alfabesini kabul etmeleri, ikincisi; Ortodoks Hıristiyanlığa geçişleri, üçüncüsü; feodal yapıya geçiş ile bozkır kültüründen uzaklaşmaları, dördüncüsü ise Rumlaşmış Traklar ile Slav nüfusu içinde yaşamaları ve bu unsurların köylü ve burjuva sınıfını oluşturması ile ilgili.
Osmanlı Dönemindeki İdari Yapısı
Osmanlı,idari açıdan; Bulgaristan’ı, İstanbul’a yakın olması nedeniyle doğrudan merkeziyönetime bağlamış. Ülkeyi, Rumeli Beylerbeyine bağlı Niğbolu- Silistre-Sofya-Çirmen olmak üzere dört sancağa ayırmış. Yunanistan’ın Atina ve Rodos ile bazı Yunan şehirlerinde olduğu gibi, belediye yönetimini halka bırakmamış. Sıkı bir merkezi yönetim uygulamasına geçmiş.
17.Yüzyılda, merkezi yönetimi güçlendirmek amacıyla, daha önce Rumeli eyaletine bağlı bulunan Niğbolu ve Silistre sancaklarını, bu eyaletten ayırarak Ozi eyaletine bağlamış.
1864’de, Avrupa kanunlarını esas alarak, yeni bir vilayet nizamnamesi hazırlamış. Bunun ilk uygulamasını da Bulgaristan’ın büyük bir bölümünü kapsayan ve Tuna Vilayeti olarak adlandırılan bölgede yapmış.
Ön Bulgar Kültür İzlerini Silmesi
Osmanlı, idari yapı değişikliğinden hemen sonra, Tımar-Zeamet sistemi uygulamasına geçmiş. Bu uygulama ile kültürel olarak Slavlaşmış, ancak soyadı ve kısmen de soy olarak Türklüğünü muhafaza eden Bulgar aristokrat sınıfının topraklarına el koyarak feodal yapıyı tasfiye etmiş. Bulgar aristokrat sınıfı ise ülkeyi terk etmiş. Anadolu’dan gelen Türkmen konargöçerleri de Avrupa-Asya kuzey askeri ticari güzergâhı boyunca toprak vererek iskân ettirmiş.
Türkleştirme Yerine Rumlaştırma
Fatih Sultan Mehmet’in devleti yeniden yapılandıran kanunnamesi ile “Millet Sistemi” uygulamasına geçilmiş. Dini temele dayalı bu millet tanımına göre; Bulgarlar, “Rum” olarak tanımlanmış. Bu nedenle Bulgarlar için manevi bir değer arz eden Ohri Başpiskoposluğu, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne bağlanmış. Dolayısıyla Rumlar ve Rumca bilen Bulgarlar, dini-idari ve yargı konularında öne çıkmış. Bunun için de Bulgaristan’da; Rum olmak ya da Rumca bilmek cazip hale gelmiş, Rumca bilmeyen Bulgarlar ise hakir görülmüş.
Bulgar İsyanlarının Tarihi Kökeni
Bulgar tarihçilerine göre;1598’de Avusturya, 1686’da Rusya desteği ve Ohri Başpiskoposluğu’nun teşviki ile Şişman hanedanlığından geldiğini söyleyen kişiler öncülüğünde, Tırnova’da iki defa yerel çapta isyan girişimi olmuş ise de isyanlar kısa sürede bastırılmış.
Yine 1689’da, Avusturya’nın desteği ve Ohri Başpiskoposluğu’nun teşviki ile Karposh önderliğinde, Bulgaristan-Makedonya sınırındaki dağlık bölgede bulunan Kriva Palanka’da bir isyanbaşlatılmış. İsyan, Osmanlı’nın o gün içinde bulunduğu sıkıntı nedeniyle kısa sürede Makedonya’nın diğer şehirleri olan Kumanova-Üsküp ve-Kratova’ya sıçramış ise de Selim Giray Han tarafındanetkisiz bir hale getirilmiş.
Halil İnalcık’a göre; “Osmanlı tahrir defterlerinde, böyle bir bilgi yok. Bulgarlar, Osmanlı Devleti’nin genişleme dönemi boyunca rahat bir dönem yaşamış. Ancak; iltizam sistemine geçiş ile birlikte ayanların, Bulgar köylüsünün toprağına haksız ve usulsüz bir şekilde el koyması, gerginliklere yol açmış. Bununla birlikte; bu kavgalar, Anadolu’daki celali isyanları kadar büyük olmamış. Dolayısıyla Bulgar tarihçilerin bu söylemi, Osmanlı’ya olan başkaldırışı, tarihi derinliklere dayandırma ile ilgilidir.”.
Bulgar Kimliğinin İlk Defa Dile Getirilişi
1700’lü yılların ikinci yarısına kadar, Balkanlarda bir Bulgar milletinden söz edilmemiş, Rum milletinin bir parçası olarak kabul edilmiş. Kendileri debunu zamanla kabullenmiş. Bölgeyi gezen Avrupalı seyyahların, böyle bir halktan bahsetmemeleri bunu gösteriyor. Diğer bir ifade ile Bulgarlar, Rumlaşma tehlikesi ile karşı karşıya kalmışlar. Rumlara duyulan kin ve nefret ile onlar için manevi bir değer arz eden Ohri Başpiskoposluğu, bunların Rumlaşmasını önlemiş.
Hilendarski İsimli Bir Papaz
1762’de, Hilendarski isimli bir papazın, Karlofça (Avusturya) ve Aynaroz Manastırı’nda (Yunanistan) yaptığı çalışmalar sonucu ortaya koyduğu “Bulgar Slavların Tarihi” isimli kitabının yayınlanması, Bulgarların kendi kimliğine dönüşünde ilk önemli adım olmuş.
Hilendarski; sadece kitap yazmakla kalmamış, keşiş kıyafetinde tüm Bulgaristan’ı dolaşmış. Vaazlarında, “Rumlar tarafından hakir görülen Bulgarların, bundan utanmamalarını zira Bulgarların da diğer milletler kadar eski ve köklü bir tarihe sahip olduklarını” söylerken, Bulgarlardan vatana-millete-soy ve dile sahip çıkmalarını istemiş. Ardından gelen papaz Sofroniy Vraçanski de eserinin, Bulgarlar arasında tanınmasını ve okunmasını sağlamış.
Avusturya’nın bir rolü var mı?
Osmanlı, 1718’de Avusturya, 1740’ta İngiltere-Fransa ile yaptığı antlaşmalar sonucu, adı geçen ülkelere bir takım hak ve imtiyazlar vermiş. Bu hak ve imtiyazlar; söz konusu ülkelerin, Bulgarlar ile rahat ticari-sosyal-kültürel-siyasi ilişkiler kurmasını, neticede bunlar üzerinde nüfus oluşturmasını sağlamış. Buna karşılık; Osmanlı’nın, Bulgarlar üzerindeki kontrol ve hâkimiyeti gittikçe zayıflamış. Bu nedenle de Avusturya’nın, “Hilendarski Olayında” doğrudan bir rolü olmasa da dolaylı bir rolü olduğu anlaşılıyor.
Rumlaştırmaya Karşı İlk Büyük Kitlesel Tepki
1777’de, Bulgarlar için manevi bir değer arz eden Ohri Başpiskoposluğu, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi tarafından feshedilmiş.
Neden?
1750’lerden itibaren, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne bağlı papazlar, asli görevini bir yana bırakarak, Bizans’ı yeniden canlandırma hayali ile diğer Balkan Ortodoks Hıristiyan topluluklarında olduğu gibi, Bulgarları da Rumlaştırmayı görev edinmiş.
1777’de, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi; daha da ileri giderek, amacı için bir engel olarak gördüğü, “Balkan Slavları üzerinde manevi bir otoriteye sahip” Ohri Başpiskoposluğu’nu feshetmiş, Bulgarların yoğun olduğu bölgelerdekikiliselere Bulgarca bilmeyen Rum papazlar göndermiş, Bulgar papazları da kilise yönetiminden dışlamış.
Rumca eğitim ve ibadet dayatılmış, kilise vergileri arttırılmış.
Rum papazların rüşvet karşılığı iş yapmaları ise Bulgarları çileden çıkarmış. Bu da Patrikhane ile ilgili tutum ve davranışlarının değişmesine ve bunun birprotestoya dönüşmesine neden olmuş.
Osmanlı; buna, neden ses çıkarmadı?
Bu, Osmanlı’nın o zamanki “Millet Sistemi” tanım-mantık ve işleyişine uygun bir durum. Ancak; 1770’deki, I. Yunan İsyanını dikkate almayarak kuşkulanmaması da mümkün değil. Herhalde çıkarları, bunu böyle uygun görmüş.
1789 Fransız Devrimi
Fransız devrimi; Avrupa’da, monarşik yönetimlerin yıkılışının miladı oldu.
Dini ve feodal yapıya dayalı, ekonomik-sosyal-politik sistemlerönemini kaybetti. Tek otorite olan hükümdarlar, yetkilerini oluşan meclisler ile paylaşmak zorunda kaldı.
Sanayileşme ile birlikte Aristokrat ve Ruhban sınıfı gücünü kaybederken, burjuva sınıfı öne çıktı.
Sekülerizm, kültür veya soy temeline dayalı millet ile milli devleti öne çıkarırken, dini temele dayalı millet yapısını içeren krallık ve imparatorlukları sıkıntıya soktu.
Batı ve Orta Avrupa’yı derinden sarsan Fransız Devrimi, Sırbistan-Romanya ve Yunanistan’dan ses getirirken, Bulgaristan’da fazlaca hissedilmedi.
Sekülerizm nedir?
Sekülerizm’in; dinsizlikten, din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılmasına kadar birçok tanımı var.
Bizde, Sekülerizm ile Laiklik eş anlamda kullanılıyor. Bu da kavram kargaşalığına sebebiyet veriyor.
Laiklik, daha ziyade; dini kişi ve kurumların, devletin işleyişine ve devlet kurumlarına müdahale etmemesi, devletin de din işlerine karışmaması anlamında kullanılıyor. Oysaki Sekülerizm, daha geniş bir anlamı ifade ediyor.
Sekülerizm; esas olarak, din ve devletin ayrı şeyler olduğu düşüncesine dayanır. Bunun için “din ve devlet birbirinden ayrılmalıdır” görüşünü savunur. İdealistler ile materyalistlerin, “din ve devleti” farklı tanımlamaları ise Sekülerizm’in farklı anlaşılmasına neden olmuştur.
Basit bir ifade ile Sekülerizm, din ve devletin birleşik hali olan Teokrasinin, zıddı bir halini ifade eder.
Patrikhane’ye Olan Tepkilerin Yoğunlaşması
Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin; gönderdiği metropolit ve papazlara karşı oluşan tepkiler, 1800’lü yılların başında ivme kazanmış, Rusçuk-Ohri-Serez-Loveç-Vidin-Tırnova-Lyaskovets-Sviştov-Vratsa-Tryavna ve Filibe’de protestolar düzenlenmiş.
Rusların, bir provokasyonu var mı?
Osmanlı, Rusya ile yaptığı “1774 Küçük Kaynarca Antlaşması” ile Fener Rum Patrikhanesi üzerindeki otoritesini kaybetmeye başlamış. Ancak, Patrikhane’nin; Osmanlı’nın millet sistemini istismar ederek, “Balkan Ortodoks Slavlarını Rumlaştırma Politikası”, çok eskilere dayanıyor. Patrikhane’nin, o güne kadar görülmeyen katı, ısrarlı tavrı ise Rusya’nın bir dahlini akla getiriyor.
İlk Bulgarca Dini Kitap Basımı ve Yayını
1806’da Bükreş’te, dini vaazların derlenmesi niteliğindeki “Nedelnik” isimli ilk Bulgarca kitap basılarak yayınlanmış.
Sırp İsyanı
1810’da Rus Çar ordularının, Sırpların yardımına koşması üzerine, Bulgar haydutlarının çoğu dağdan inerek Rus ordusuna katılmış.
Eflak ve Mora İsyanı
1821’de Eflak ve Mora İsyanı başlayınca, Bulgarlar da buna özenerek isyanlar çıkarmış.
Bulgarca İlk Eğitim ve Öğretim Çalışmaları
Avusturya’da tıp öğrenimi görmüş olan Petır Baron, 1824’de Bulgarların eğitim için kiliseden bağımsız okullar açması gerektiği görüşünü ortaya atmış. Avusturya’nın Braşov (Kronstadt) şehrinde, Riben Bukvar isimli ilk Bulgar alfabesini yayınlamış. 1828’de de Sofya’nın Samakov mevkiinde “Osmanlı hükümetinden gizli olarak açılan” ilk Bulgar matbaasının açılmasına katkıda bulunmuş.
Devamı; “Bulgaristan’ın Gizli Tarihi ve Osmanlı Dönemi” -4-‘te.