Ekonomide son yaşanan gelişmeleri rakamlarla ortaya koyan MHP Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Kenan Tanrıkulu, ”Ülkemizin ekonomik kaybına daha fazla seyirci kalınmamalı, özellikle ekonomi yönetimi sorumluluğunu biran önce ele almalı ve gerekli önlemleri hayata geçirmelidir. Çünkü; kaybolan siyasî istikrarın, ekonomik istikrarı da bozduğunu görmekteyiz” dedi.
Tanrıkulu, ”Kimsenin yönetim başarısızlığının ağır sonuçlarını milletimize ödetme lüksü yoktur. Bu soğuk kış günlerinde vatandaşlarımız evlerinde yakacak ayakkabı kutusu bulamazken, sorumlular bu gerçeği görmeli ve ülkemizi daha kötü günlere götürecek tavırlarından vazgeçmelidir” açıklaması yaptı.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu; son haftalarda ülkemize ciddî ekonomik kayıplar yaşatan gelişmelere iktidarın seyirci kalmasından dolayı ülkemiz kaynaklarının heba edilmekte olduğunu dile getirerek, ekonomi yönetiminin kafasını yine kuma gömdüğünü iddia etti.
Tanrıkulu yaptığı açıklamada; “Ülkemizde yolsuzluk, rüşvet, rant iddiaları ve gelişmeleri diz boyu olmuş, hakikatlerin araştırılması ve gün yüzüne çıkartılmasını engelleme çabaları hız kazanmıştır.
Yönetmelik değişiklikleri, kolluk kuvvetleri, yargı ve medyaya baskı gibi yöntemlerle ülkemize yaşatılmakta olan hukuksuz, demokrasi dışı, devlet adabıyla bağdaşmayan hareketleri sergileyenler, diğer yandan ülkemizin ekonomik zararlar vermesine neden olanlarla aynı kişilerdir.
Sergiledikleri başarısız yönetişimin sonuçlarını ise; 6 aydır Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) tespit edemediği faiz lobisi, dış mihraklar gibi hayali kavramlara yüklemek isteyenler son 20 gün içinde ülkemizin milyarlarca lira kaybına neden olmuşlardır.
17 Aralık 2013 yolsuzluk soruşturmalarının başladığı günden bu yana; ülkemiz gelişmekte olan ülkelerden ekonomik olarak negatif ayrışmaya başlamıştır.
Faizler % 8,9’dan, % 10,20’lere çıkmış, sadece faizlerdeki bu etkilenmeden dolayı son 20 gün içerisinde Türkiye’nin yaklaşık 5 milyar liralık bir kaybı olmuştur” dedi.
”DOLARIN BU DENLİ YÜKSELMESİ, ÜLKEMİZİN KISA VADELİ BORÇ STOKUNU DA OLUMSUZ ETKİLEMİŞTİR”
Tanrıkulu, ”Faiz oranlarındaki değişmenin birebir etkilediği alanlardan birisi olan ülkemizin risk primi (Credit Default Swap-CDS) 16 Aralık’ta 188 iken, 250’lerin üzerine çıkmıştır. Bu süreçte Türkiye’nin risk puanı % 35 artmıştır. Yani Türkiye’deki bankaların sendikasyon kredileri, dışarıdan alacakları kredilerde borçlanma faizlerinin artmasına neden olunmuş, yabancı sermayenin güvensizliği daha da artmıştır.
Nitekim sadece 20-27 Aralık haftasında yabancı yatırımcılar; hisse senedi, devlet iç borçlanma senedi (DİBS) ve repo hesaplarından 4 milyar 354 milyon dolar çıkış yapmıştır. Bu konuda henüz alınmış bir tedbir de ortada yoktur.
Dolar, 16 Aralıkta 2,04 TL’den, yılın ilk günlerinde 2,19 TL’yi görerek tarihi bir rekora imza atmıştır. 16-31 Aralık tarihleri arasında 12 adet ihale ile piyasaya 4,1 milyar dolar satan Merkez Bankası’nın Mayıs ayından bu yana toplam müdahale tutarı 17,8 milyar doları bulmuş ancak bu konuda küçük bir başarı dahi sağlanamamıştır. Övünülen 135 milyar dolarlık Merkez Bankası toplam rezervinden, bankanın 93,8 milyar dolar döviz yükümlülükleri çıkarttığımızda kalan 41,2 milyar dolar net döviz rezervinin bu kadar hoyratça ve hesapsızca harcanması ülkemiz geleceğini tehlikeye atmaktadır.
Doların bu denli yükselmesi, ülkemizin kısa vadeli borç stokunu da olumsuz etkilemiştir. Dolardaki yükseliş nedeniyle Türkiye aleyhine 15 milyar TL’yi aşan bir maliyet söz konusudur. Merkez Bankası’nın belirttiği yıl sonu döviz seviyesine güvenen şirketler zarar etmişlerdir. Diğer yandan Merkez Bankası verilerine göre Türkiye’nin toplam döviz pozisyon açığı olan 420,2 milyar doların maliyeti de bu çalkantılı dönemde artarak ülkemize getirdiği ek faturası 55 milyar TL olmuştur.
Özel sektörümüzün 164,4 milyar dolar döviz pozisyon açığının maliyeti dövizdeki dalgalanma dolayısıyla yaklaşık 20 milyar TL artmıştır” açıklaması yaptı.
Tanrıkulu şunları söyledi: ”Borsa İstanbul (BİST)-100 endeks değeri 16 Aralık 2013’e göre 75 milyar TL’yi aşan değer kaybı yaşamıştır.
Tüm bunları topladığımızda ülkemizin son 20 gün içerisinde 150 milyar TL’nin üzerinde ekonomik bir kaybı olduğunu görmekteyiz. Rakamın daha net anlaşılması için; 2012 yılı İstanbul Sanayi Odası’nın ilk 500 şirketinin kâr toplamının (24,3 milyar TL) 6 katından fazla olan bir zarar söz konusudur ve bundan mevcut iktidar sorumludur!
Görev alanı ekonomi olan yöneticiler ise; hepsi bir ağızdan dış mihrak, dış güçler söyleminin arkasına sığınarak sadece sosyal medyada yer almaktadırlar.
”ÇAY KAŞIĞI İLE VERİLEN, KEPÇEYLE GERİ ALINMIŞTIR”
Ülkemize bu denli büyük ekonomik kayıplar yaşatanlar, diğer yandan da asgari ücretle çalışanlarımıza adeta sadaka verir gibi zam oranı açıklamışlardır. Asgari ücrete 2014 yılının ilk altı ayı için % 5’lik, yani 42 TL’lik bir artış yapılmıştır. Bu tutara günlük olarak baktığımızda 1,4 TL, öğün başına ise 47 kuruşluk bir artış söz konusudur. Oysa Türkiye’de dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı açıklanan bu asgari ücretin 4 katından fazladır. Açlık sınırı altında açıklanan asgari ücret rakamı, bununla geçinmek zorunda kalan çalışanlarımızın 2014 yılında da mağduriyetlerinin devam edeceğini göstermektedir. 2014 yılında memurlarımızın da mağduriyetleri devam edecektir. Memurlarımıza 2014 yılında yıllık 120 TL’lik artış öngörenler, onların içinde bulunduğu ekonomik zorlukları göz ardı etmektedirler.
Öte yandan asgari ücretle ve diğer çalışanlarımız daha zamlı maaşlarını almadan, yeni yıl ile birlikte başta ÖTV ve maktu vergilerdeki artış olmak üzere, iğneden ipliğe her ürüne ve hizmete gelen zamlarla karşı karşıya kalmıştır. Çay kaşığı ile verilen, kepçeyle geri alınmıştır.
Çalışanlarımız enflasyona ezdirilmeye mahkûm edilmiş, Türkiye enflasyonu en yüksek ilk 10 ülke arasına sokulmuştur. 2013 yılı enflasyon (TÜFE) rakamı % 7,40 olarak gerçekleşmiş, her yıl olduğu gibi hem hedeften, hem de tahminden ciddî sapmalar yaşanmıştır. Bu bakımdan yürütülen para politikasının başarısızlığı bir kez daha tescillenmiştir. 2013 yılı TÜFE sonuçları göstermektedir ki; gıda, ulaştırma, eğitim gibi vatandaşımızın temel ihtiyaçları % 9’un üzerinde artış göstermiştir. Enflasyon rakamları; 2014 yılındaki hedef ve beklentileri aşarak yeniden çift hanelere çıkabilecektir. Çünkü dolardaki dalgalanmalar ile son yapılan büyük oranlı zamların etkisi önümüzdeki dönem enflasyon rakamlarına yansıyacaktır.
IMF’ye borç kapatıldığını her fırsatta dile getiren ekonomi yönetiminin, başıboşluğu ve sorumsuzluğu neticesinde Türkiye’nin dış borçları da katlanarak artmaktadır. Türkiye’nin brüt dış borç stoku 2013 yılı üçüncü çeyreği itibarıyla 2012 yılı sonuna göre 33,9 milyar dolar tutarında ve % 10 oranında artışla 372 milyar 652 milyon dolara yükselmiştir. 2002 yılında sadece 43 milyar dolar olan özel sektörümüzün dış borcu ise yine aynı dönemde 255,2 milyar dolara çıkmıştır. Özel sektörümüz bu borcu Eylül ayında 518 milyar TL ile kapatabiliyorken, geldiğimiz noktada kurların yükselmesi nedeniyle 36 milyar TL daha fazla kaynak bulmak zorunda bırakılmıştır.
Türkiye’nin önümüzdeki 12 ay için dış finansman ihtiyacı 220,5 milyar dolar (GSYH’nin % 25’ine denk) civarındadır. Bu rakamın 165 milyar doları; orijinal vadesine bakılmaksızın vadesine bir yıl ve daha az kalan dış borcu, 55,5 milyar doları ise Orta Vadeli Program’daki (2014-2016) cari açık hedefini ifade etmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin 2014 yılında her ay 18,3 milyar dolar döviz ihtiyacı bulunmaktadır.
Eski Ekonomi Bakanı Merkez Bankası’nın bağımsızlığına gölge düşürerek faiz, kur polemiğine girmekteyken, yeni Ekonomi Bakanı ise millî gelirde büyüme oranının ‘sabit fiyatlarla’ hesaplandığından bihaber durumdadır. TÜİK’in resmi hesaplarına göre ülkemizin millî geliri (GSMH) 2002-2012 yılları arasında, rekor borçlanmalarla ancak % 63 artmıştır.
Bu bakımdan ülkemizin ekonomik kaybına daha fazla seyirci kalınmamalı, özellikle ekonomi yönetimi sorumluluğunu biran önce ele almalı ve gerekli önlemleri hayata geçirmelidir.
Çünkü; kaybolan siyasî istikrarın, ekonomik istikrarı da bozduğunu görmekteyiz.
Kimsenin yönetim başarısızlığının ağır sonuçlarını milletimize ödetme lüksü yoktur. Bu soğuk kış günlerinde vatandaşlarımız evlerinde yakacak ayakkabı kutusu bulamazken, sorumlular bu gerçeği görmeli ve ülkemizi daha kötü günlere götürecek tavırlarından vazgeçmelidir.
‘Önce Ülkem ve Milletim’ düsturuyla milletimizle gönül bağı olan Milliyetçi Hareket Partisi; yaklaşmakta olan yerel seçim sürecinde tüm bu yaşananları dile getirmeye devam edecek ve kimsenin yaptığı yolsuzluk, hukuksuzluk yanına kâr kalmayacaktır. Parti olarak milletimize vermiş olduğumuz söz; bu olumsuzlukları milletimize yaşatanları adalet karşısına çıkarmaktır ve bu sözümüz önümüzdeki dönem yine bugünlerden bunalan milletimizin desteği ile gerçekleştirilecektir.”