“Gündüz Külâhlı Gece Silâhlı”, Osmanlı’yı arkadan vuran Haşimi Şerif Hüseyin Hicaz Vâlisi idi. Aile olarak peygamber soyunu temsil etmeleri dolayısıyla çok imtiyazlı bir hayat sürülüyorlardı. Türkler onları “Kavmi Necip” diye nitelendirerek hiç de kendilerini aşağılanmış saymıyorlardı. Çünkü kendiler şuurunda olmasa da Türklük, 1000 yıldan beri tanıştığı “Peygamber Sevgisi “ile şereflenen bir millet hiç de bu üstünlük anlayışından alınganlığa düşmüyordu. Anadolu insanı çarıksız gezerken daha Abdülâziz devrinde batıya borçlanan devlet, bu para ile İstanbul’un en güzel yerlerinde “Peygamber Ahfadı”nı bal-kaymakla besliyor, borç paraları tahsisat olarak önlerine atıyordu. Sultan Abdülhamid tarafından gerçek amacı rahat “Hacc” etmek olan Hicaz Demiryolu da bu amaçla ve tamamen dış borçla yapılmıştı. Arapların lehine olmak üzere Türk-Arap nüfusunda %50 gibi bir dengesizlik vardı; lâkin devlet gelirlerinin çoğunun “Kutsal Mekânlar”a akıtıldığı da bir gerçektir. ”Türk Milliyetçiliğini uyandırdılar” diye bugün Arapların suçladığı İttihat Terakki de bu uygulamanın tersini yapmak bir yana daha da derinleştirdi. Peygamber ahfadı Kuzey Afrika’dan Yemen’e, Hicaz-Irak-Suriye’ye kadar askerlikten muaf bir millet olarak çoğalırken Türk insanı cephelerde can veriyordu. Ne yazıktır ki 20.yüzyılın ilk çeyreğinde Türklük savaşlarda canını ortaya koyarak şeceresiz bir millet haline gelirken dedelerini bile tanımaktan mahrum olan insanlar haline geldi.
Bu rahat şartlar içinde daha 18.yüzyılda İngilizlerin öncülüğünde bugün “Vehhabilik” adı verilen mezhepsizlik kendilerini “Selef” kabul eden bir anlayış ve Arapların dışında bulunan Müslümanları “”Halef” saymayan bir tarzda Hicaz’da “Milliyetçilik”e başladılar. Bu zamanda Anadolu’da Türk insanı daha kendini tanımıyordu. Şimdi bühtan ile Türklerin milliyetçiliğinin her şeye sebep olduğunu ifade edenlerin elbet “Huzuru İlâhi”de yüzleri kızaracaktır. İşte aksülamelini ilk dünya savaşında göreceğimiz Arap kabilecliği böyle ortaya çıktı. Zaten “Kabile”nin kelime olarak karşılığı “Kafatası” demekti. Dolayısıyla bugün bizim Başbakan’ın “Kafatasçı” diye nitelendirdiği insanlar değil kendilerinin yol arkadaşları olanlar kaçıncı defa olduğu bilinmeyen böyle bir yola başvurdular. Bu sebeple daha peygamber devrinde şahit olduğumuz “Arap Irkçılık”ı önce Hicaz sonra Mısır ve en sonra da ilk dünya savaşında Filistin-Suriye-Irak’da görüldü. Kesinlikle fikir babaları önce İngilizler, sonra Fransızlar ve daha sonra da bir” İsrail” vücuda getirmek için Siyonistler’dir. Öyle basit görüşlerle böyle bir dünyanın yok oluşunu izah edemezsiniz. İslamiyet’i İslâm coğrafyasında başında taşıyanlar değil işte bu kendini bilmez “Din Tüccarları” 30’u aşkın parçaya bölmüşlerdir. Hâlâ da bölmeye devam etmek istiyorlar. Bu iş için ellerinde bulunan yeteri kadar para da var ve bu parayı İslâm aleyhine kullanıyorlar, kendilerine kolaylıkla yandaş da bulabiliyorlar.
İyi tespit etmek lâzımdır ki, Mısır’a kadar Suriye geçen asrın başında hiç de böyle değil ve katiyetle bu yola girmemişti. Bu sebeple kendisi Hicazlı olan Şerif Hüseyin ve oğulları bütün çabalarına rağmen buradan yüz bulamayınca yeniden vatanlarına dönmüşler, fakat burada da Vahabi Suudiler tarafından Suriye sahrasına, yani Ürdün’e kovulmuşlardır. Kısa süren Irak çerezi dahi saman alevi gibi uçmuş ve şu anda bulundukları çöle hapsedilmişlerdir. Yazık ki Türklerin başında taşıdığı “Haşimiler” şimdi ata topraklarını tıpkı bizim gibi bir turist olarak para ile “Hacc” etmektedirler. Halbuki Türkler “Hacc” yoluna yüzyıllarca etten duvar örmüşler ve yol güvenliğini sağlamak için Emir Timur ve Osmanlı’nın yaptığı gibi “Eşkıya” adı altında kendi insanlarımızı da buralardan tard etmişlerdir.
1922’den sonra Arap Milliyetçileri Suriye’den kovulduğu zaman buralarda esen hava hala “Osmanlılık” idi. Aklı eren ve işi bilenler ta o zamandan beri Suriye-Filistin-Gazze direnişlerini Türk Milli Mücadelesi tabanına oturtarak böyle doğru bir teşhis yaparlar. Kendisi de netice olarak sıkı bir “Baasçı” olan Türk vatandaşı Carabluslu Hüsnü Mahalli Suriye bağımsızlık mücadelesinde, yani 1946’ya kadar Atatürk’ün örnek alındığı ve onun izinde gidildiği görüşündedir. Hatta “Osmanlılık”ın zaman içinde unutulmasından sonra Suriye’de işi ele alanların Araplar değil “Türk Arabı” olduğunu bile yazar. Dolayısıyla belki biraz aşırı kaçacaktır ama Hafız Esad’ı bile “Milli” bir devlet yaratmada Mustafa Kemal ile örneklendirerek, 1960 İhtilali, Öğrenci Olayları, 12 Mart Müdahalesi, 12 Eylül Darbesi gibi olayları bile Suriye ile paralellendirir. Gerçekten şimdi Suriye analizlerinde Türk varlığının %2 gibi gösterilmesinin esas sebebi bu ülkede her türlü ideoloji ve mezhep telakkilerinin ötesinde bir Türk-Arap kardeşliği vardır. Meseleye bu gözle bakar ve değişik dini metotlarla Suriye’nin günümüz etnolojisini tahlil ederseniz burada 10 milyon Türk olduğunu tespit edersiniz. Görülmeyen husus Bayır-Bucak Türkmenlerinin dışında Suriye Türk varlığının komple Arapça konuşmasıdır. Bu sebeple birçok Arap düşünürü Suriye Arapçasını “Arapça” saymadığı gibi Suriyelilere de Arap değil “Arabı Maarib” yani sonradan Araplaşan insanlar gözü ile bakarlar. Gerçekten Tolunoğulları ve İhşidlerle başlayıp Selçukiler, Memluklular-Osmanlılar ile devam eden Suriye’deki Türk varlığını bu sebeplerle bizim aydınlarımız ve uzmanlarımız gibi %2’ye indiremezsiniz. Şahsen bugün Türkiye’de bulunan Suriyeli mülteciler arasında ciltleri dolduracak etnolojik etütler ve saha çalışmaları yaptım: Gelenlerden her 10 kişinin 6’sı 3 günde “Türkçeye intibak ediyor. Bu hususu nasıl izah edersiniz? Halbuki Hamalı olduğunu söyleyip de “Selefiyim” diyenler yılı doldurmalarına rağmen İstanbul Rumları gibi kırık bir Türkçeyi bile konuşamıyorlar.
Esad’ın ordusunun 150 bin kişi olduğu ifade ediliyor. Suriye gibi %90’ı Sünni olan ve bünyesinde Arap’ın ve Türk’ün dışında Türkiye Ermenileri, bir miktar Yahudi, Dera Dürzileri, El-Cezire Yezid ve Kürtleri, Hristiyanlar ve Maruniler gibi unsurları barındıran bir coğrafyada bu orduya “Alevi-Nusayri” gözü ile bakabilir misiniz? 2 milyon Nusayri hem koca devlete hâkim olacak hem de 150 bin kişilik ordu çıkaracak! Olur mu böyle bir şey!
Bunları geçmek lâzım! Suriye’de 100’ün üzerinde örgütün iç savaşın içinde olduğu ve sayılarının 80 bin civarında olduğu ifade ediliyor. Bunların 45.000’i yabancı,5.000’i ise başta güya “Müslim” unsurlar olmak üzere Avrupalı imiş. Niğde’de yakalanan fanatikler gibi. Halep ayakta duruyor ve bir türlü düşmüyor? Nedendir? Siz doğu bölgelerindeki Kürtlere çok aldırmayın. Bunlar Öcalan’ın Suriye günlerindeki askerleri.. Bir genelleştirme yapılarak istismar ediliyor: Kürtler kimliksizmiş! Yahu 2 milyonu aşkın olduğu söylenen bu kadar insan dünyanın neresinde kimliksiz olur? Meselenin aslı Irak savaşında buraya sığınan Kürtler.. Esad bunlara savaş içinde kimlik vermiş! Sayı ne kadar biliyor musunuz? 30.000 kişi. Yani kaç zamandan beri bizim coğrafyada bir “Kürt” istismarıdır gidiyor! Bunları bilen bir Allah’ın kulu yok mu?
Doğruyu yüksek sesle ifade etmek lâzım; muhalefet lideri Kılıçdaroğlu gibi mütereddit, MHP gibi meselelerden uzak olmanın hiç anlamı yoktur. Doğruyu doğru olduğu için ortaya koymak gereklidir. Yüzyıllrca Arap’ın Araplığına nasıl dayandıysak Esad’ın milliyetçiliğinin de izahını buna göre yapıp meselenin aslına asıl nüshadan bakmak mecburiyetimiz var. Bu ülkeyi dağıtmak, parçalamak ve maceraperestlerin eline bırakmak yerine bütünlüğünü savunmak zorundayız. Irak’ta bunu başaramadık ama Suriye’de başarmak zorundayız. Şu anda Dünya bile bu gerçeği görmüş iken “Petrol Şeyhleri”nin arkasına takılmanın hiç de anlamı yoktur.
Sağlıcakla..